Döviz kuruna alternatif politikalar

DÖVİZ kurlarının geldiği düzeylerde ithalatın teşvik edildiği tartışmasız bir gerçektir. İthalat ucuzlamıştır. Doğal olarak, ithalat, fiyattan gelen nedenlerle artma eğilimindedir. Bu aşamada, spekülatif amaçlarla ithalatın artması dahi söz konusudur.

İhracat ise döviz kurlarının geldiği düzeylerde eski çekiciliğini yitirmektedir. Gazetelerde ses getiren ihracat sözcüleri kadar durum vahim olmasa da, Türk malları yabancı paralar bazında pahalılaşma eğilimindedir. İhracatta ortalama kar marjları daralmaktadır.

İhracatın eski çekiciliğini yitirmesi, ithalatın artış eğilimine girmesi dış ticaret açığını da artırmaktadır. Sonuçta, yurt dışı ile mal ve hizmetler ticaretinin bir muhasebesi olan cari işlemler açığı büyümektedir. Cari işlemler açığı, doğru dürüst yabancı sabit sermaye yatırımı gelmediği bir ortamda, ya borçlanmayla ya da döviz rezervlerinin azalmasıyla finanse edilir.

İÇ TALEP İDARESİ

Bu yılın ilk yedi ayında, cari işlemler açığı 4.5 milyar doların üzerine çıkmıştır. Makro ekonomik dengelerin teşvikiyle söz konusu cari açık ciddi bir rezerv kaybına neden olmadan nereden geldiği pek belli olmayan döviz girişleriyle (net hata ve noksan) karşılanmıştır.

Bu yılın temmuz ayı itibariyle, on iki aylık dış ticaret açığı 18 milyar doları aşmıştır. Yıl sonunda bu açığın 21-22 milyar doları aşması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu şartlarda, cari işlemler açığının 8 milyar doları (milli gelirimizin yaklaşık yüzde 4'ü) geçme olasılığı oldukça fazladır. Bu boyuttaki bir açık her zaman nereden geldiği belli olmayan dövizlerle finanse edilemez. Türkiye bir noktadan sonra ancak borçlanma yoluyla bu açığı finanse edecektir.

Milli gelirin belli bir boyutuna gelen cari işlemler açığının borçlanma yoluyla finansmanı giderek zorlaşan bir süreçtir. ‘‘Borçlanabildiğimiz sürece sorun yok’’ anlayışından uzaklaşıp dış borçlanma ihtiyacını daha makul düzeylerde tutabilmeyi amaçlamalıyız.

Bu noktada, önemli olan, döviz kurlarının geldiği noktada oluşan olumsuzlukları tersine çevirebilecek politikaları uygulamaktır. Bu politikaların başında iç talep artışını kontrol etmek gelmektedir.

Fiyat yoluyla teşvik edilen ithalat, iç talebin büyümesini sınırlayarak kontrol edilmelidir. İhracatın ilacı ise reel ücretlerin artmaması, hatta düşmesi ve verimlilik artışıdır. Zaten, ekonomik istikrarı yakalamak için reel ücretlerin düşmesi ve verimlilik artışı kaçınılmaz iki gelişmedir. Kur seviyesinin yarattığı sorunlar kurları artırmayla çözülemez. Aksine, oluşan olumsuzluklar ekonomik istikrara da yardım edecek şekilde çözümlenebilir.

OLASI ÇATIŞMA

Türkiye, ekonomik büyümeyi her ne pahasına olursa olsun azamiye çıkarmaya çalışan bir anlayışa sahiptir. Büyüyebildiğimiz sürece ‘‘pişmiş aşa su katmamak’’ anlayışı uygulanan ekonomik politikaların temel taşlarından biridir.

İçinde yaşadığımız yeni ortamda ise, bu konuda sergilenecek ‘‘vurdum duymazlık’’ Merkez Bankası'nın bir aşamada faizleri artırmak zorunda kalması ile sonuçlanabilir. O aşamada, Merkez Bankası ve hükümet karşı karşıya kalacaktır. Bugünlerde daha az acı verebilecek önlemlerin alınmamasıyla ileride olası kurumlar arası bir çatışmada hükümetin kazanması Türkiye'yi bir kez daha maceraya sürükleyebilir.

Dünkü yazımda vurguladığım gibi, içinde yaşanan çelişkinin çözümü ‘‘kurlarda düzeltme’’ değil, makro ekonomik politikaların oluşan kur düzeyine göre ayarlanmasıdır.
Yazarın Tüm Yazıları