Döve döve Nazım Hikmet

ŞÜPHE yok ki, yirminci yüzyıla damgasını vuran din, komünizmdir. 1917'de Rusya'da gerçekleşen ihtilalden sonra, komünizm müthiş bir yayılma göstermiştir.

Bu din (isteyen ideoloji desin) bilhassa azgelişmiş ülkelerin (yani milletlerin) ilerici kadroları arasında ‘‘kısa yoldan gelişme’’ formülü olarak çok revaç bulmuştur. Şunu hemen ifade edeyim ki, ben de geri bir toplumdan, ileri bir topluma geçme sürecinin, özünde bir ‘‘din meselesi’’ olduğuna inanıyorum. Ancak komünizm, aranan kan olamamıştır.

* * *

Şair Nazım Hikmet, bir Türk aristokratıydı. Dedesi, Selanik Valisi, babası Hamburg Konsolosluğu yapmış seçkin bir kişiydi. Kendisi Deniz Harp Okulu'nda 5 yıl okumuş ve milli mücadeleye katılmıştır. 1921'de Rusya'ya gitmiş ve üç yıl iktisat ve sosyal bilimler tahsili görmüştür. Yayınları dolayısıyla, ilk defa 1924 yılında Atatürk tarafından, ‘‘devrimlerin savunulması için’’ kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi'nce 15 yıl hapse mahkûm edilmiştir. Ama kendisi Rusya'ya kaçmıştır. 1933'te Cumhuriyet'in 10. yılı şerefine çıkarılan aftan yararlanmıştır. Son mahkûmiyeti Deniz Harp Okulu öğrencilerini isyana teşviktendir.

Şair Nazım Hikmet bir komünistti. Komünizme o kadar inanmıştı ki, Demokrat Parti'nin 14 Mayıs 1950'de, 27 yıllık CHP iktidarına son vermesi şerefine çıkarılan Af Kanunu ile hapishaneden tahliye edilince, Rusya'ya tekrar kaçmıştır. Eğer kendisi ‘‘normal yurdum komünisti’’ olsaydı, Fransa'ya veya İsveç'e kaçardı. Bilhassa hatırlatmak istediğim husus şudur: Nazım Hikmet'in kaçtığı Rusya, tarihin gördüğü en acımasız diktatörlerden biri olan Stalin'in Rusya'sıdır. Rusya, Amerika sayesinde İkinci Dünya Savaşı'nın galipleri arasında yer almıştı. Bu, Stalin'i küstahlaştırmış ve 1946'da Türkiye'den Kars ve Ardahan'ı istemiştir. Türkiye bu belayı, ‘‘Truman Doktrini’’ diye bilinen Amerikan planı sayesinde savuşturmuştur. 1950'lerin dünyası bugünlerden çok farklıydı. Rusya'nın vahşi genişleme planı yürürlükteydi. Türkiye, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin bir uydusu olamamak için çırpınıyordu. Şair Nazım, bu kavgada Rusya'nın yanındaydı. Şair Nazım'ın Türkiye'de uzun yıllar sevilmemesi sebepsiz değildir. Türkiye, bütün kaba sabalığına ve hoyratlığına rağmen, şair Nazım'dan özür dileyecek bir şey yapmamıştır. Yaşadığı hayat, Nazım Hikmet Ran'ın kendi tercihidir. O, inançları uğruna çok sevdiği vatanından uzaklarda yaşamaya razı olmuş bir mücahittir.

* * *

2002, şair Nazım'ın 100. doğum yılı. Dendiğine göre UNESCO, bu yılı Nazım Hikmet Yılı ilan etmiş. Gazeteler ve TV'ler Nazım'dan geçilmiyor. Nazım'ın yandaşları, şairler ve edebiyatçılar değil, çoğunlukla eski komünistler, Nazım'ı sevmeyi ve saymayı, döve döve bu millete öğretme peşindeler. Bana kalırsa, Nazım'ın doğum yıldönümü tamamen bahane. Eski tüfekler, Nazım'ın ölüsü üzerinden, toplumla hesaplaşıyor. Belki de kendilerini beraat ettirmek istiyorlar. Öyle ya, Nazım ne kadar itibar kazanırsa, onun bu mirasını bölüşecek bir sürü yoldaşa pay çıkacak.

SON SÖZ: Sen yazmazsan, ben yazmazsam, nasıl çıkar doğrular ortaya.
Yazarın Tüm Yazıları