Dopingde can pazarı

Beş yıl sonra sizi öldüreceğini bilseniz, bu süre içinde gireceğiniz bütün yarışları kazandıracak, üstelik doping kontrollerinde bulunmayacak bir maddeyi kullanır mıydınız?

Bu soruyu 1992 yılında Goldman ve Klatz, dünya çapında derece sahibi 198 sporcuya sordular ve 103’ünden ‘Evet’ cevabı aldılar. Dayanıklılık, performans, fizik görünüm, şöhret ve para uğruna canını vermeye razı insanlar olduğu sürece, bedenler üzerinde oynanan oyunlar, erkeklik hormonu, anabolik steroid, kan dopingi, eritropoietin, büyüme hormonu, gen dopingi gibi madde ve yöntemlerle alabildiğine sürecek. Bir de farkında olmadan dopinglenenler var. Hatta dopingin hükümetler eliyle sistematik biçimde uygulandığı örnekler bile yaşandı./images/100/0x0/55eaf77ff018fbb8f8a24219

Nüfusu 17 milyonu ancak bulan Doğu Almanya, 1972 Münih Olimpiyatları’nda 20 altın madalya aldı. Bu sayıyı 4 yıl sonra Montreal’de ikiye katladı. Bu başarı, komünist rejimin sporcuya verdiği değer ve desteğin kanıtı olarak kullanıldı.

Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılması ile birlikte, altın madalyalı yüzücüler Kornelia Ender ve Barbara Krause konuştu. 13 yaşından beri kendilerine, vitamin adı altında bir anabolik steroid olan Oral-Turinabol verildiğini ve erkeklik hormonu testosteron iğneleri yapıldığını söylediler. Bunu, çorap söküğü gibi başkaları izledi.

70 ve 80’lerde, yaklaşık 10 bin Doğu Alman sporcunun ‘mavi bakla’ denen Oral-Turinabol kullandığı ortaya çıktı.

Gülleci Heidi Krieger’in önce sesi kalınlaştı, vücudunda kıllar çıkmaya başladı, nihayet 98’de cinsiyet değiştirerek erkek oldu ve adını Andreas olarak değiştirdi. Halen Avrupa genelinde verilen tek anti-doping ödülü onun adını taşıyor.

Karaciğer kanseri, organ kusurları, psikolojik hastalıklar, hormonal değişiklikler ve kısırlık nedeniyle mağdur olan 160 Doğu Alman sporcu, bu yaz mavi baklayı imal eden Jenapharm ilaç fabrikasına karşı tazminat davası açtı. Jenapharm, o dönem hükümetinin, ilacın yan etkilerinden haberdar olduğunu öne sürüyor.

DOPİNG KONTROLÜ İLKOKULDAN BAŞLASIN

Steroid ya da başka doping maddelerinden zarar görenlerin sayısı pek çok. Bir İngiliz doktorun vitamin diyerek verdiği steroidi, yıllar boyu kullanmak zorunda kalan Amerikalı ağır sıklet boksörü Robert Hazelton, 12 Nisan 2005’te Amerikan Temsilciler Meclisi’nde konuştu ve doping kontrol yasalarının sertleşmesini, ilkokullardan başlayarak kontrol yapılmasını talep etti. Hazelton, tekerlekli sandalyeye bağlı, çünkü birbiri ardı sıra geçirdiği 49 ameliyatla, her iki bacağı, parmaklarından başlayarak, kalçalarına kadar azar azar kesilmiş.

Doping yasalarını elden geçiren pek çok ülke var. Örneğin İspanya, doping maddesi satan, veren ve kullanana 6 ayla 2 yıl arasında hapis cezası getirmeye çalışıyor. Kendisine doping maddesi verenin adını bildirenin cezası azaltılacak. Dopinge karışan kulüpler kapatılacak ve yeni oluşturulan İspanyol Dopingle Mücadele Ajansı, ülke genelinde dopingin önlenmesi, denetimi ve soruşturmasından sorumlu olacak.

Bilinçli biçimde uygulanan dopingin yaygınlığı, isim sorulmaksızın yapılan anketlerle anlaşılır. Örneğin İtalyanlar, bu teknikle ülkelerinde büyük bölümü amatör, yarım milyon sporcunun doping yaptığını hesaplamışlar. Spor salonlarına giden 200 bin Alman’ın düzenli biçimde anabolik steroid kullandığı biliniyor.

TÜRKİYE’DE KAÇ KİŞİ DOPİNGLİ

Türkiye’de böyle çalışmaların sayısı az olmakla birlikte, Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı’ndan Dr. Levent Özdemir ile arkadaşlarının, Journal of Sports Science and Medicine (Spor Bilimi ve Tıbbı) dergisinde, 2005 yılında yayınladıkları araştırma ciddi ipuçları veriyor.

Sivas’ta yaşayan 2 bin 280 lisanslı sporcudan rastlantısal olarak seçtikleri ve 89’u milli olan 433 sporcuya uyguladıkları ankete göre, sporcuların yüzde 14.5’i, doping ve performans artırıcı madde kullanıyor.

SİVAS’TA DOPİNG ANKETİ

Ülkemizde 1.5 milyon kadar lisanslı sporcu, amatör ve profesyonel liglerde 180 bine yakın futbolcu ve 385 bin dolayında lisanslı öğrenci var. Eğer Sivas’taki verilerden yola çıkarsak, ülke genelinde, sadece bu sayılan gruplar arasında bile, 250-300 bin kişinin, Dünya Anti-Doping Ajansı WADA’nın 2005 listesine giren bir madde kullandığı varsayılabilir.

Elbette bu hesap yanlış. Çünkü Sivas değerleri, ülkenin bütününe genellenemez. Tıpkı uyuşturucu madde kullanımında olduğu gibi, doping de sosyal, kültürel, ekonomik pek çok faktöre bağlı, ayrıca yapılan spor branşı ve rekabetin derecesi ile de yakından ilgili. Gerçek sayılara ulaşabilmek için daha fazla araştırma gerekiyor.

GALATASARAY 5 - NEUCHATEL 0

Sahaya girdik, hastane hastane, diye tezahürat başladı

Galatasaray’ın, 1988 sonbaharında Şampiyon Kulüpler Kupası’nda İsviçre takımı Neuchatel Xamax ile oynadığı efsanevi maçı futbolseverler unutmuyordur. Benim ise, unutmam hiç mümkün değil. Çünkü o maçı, Ali Sami Yen’in saha kenarından seyrettim.

Galatasaray, ekim ayı içinde İsviçre’de Neuchatel Xamax’a 3-0 yenilmişti. Mustafa Denizli ‘Biz bunlara İstanbul’da 5 atarız’ diyorsa da, kimse inanmıyordu.

UEFA’nın İstanbul’da doping kontrolü isteyeceği lafı dolaşıyordu. O tarihte bir doping kontrol laboratuvarımız yoktu. Futbol Federasyonu beni aradı. Adli Tıp Kurumu’nda, doping listesindeki maddelerin birçoğunu, canlıların ve ölülerin örneklerinde zaten arıyorduk.

15 kişilik bir ekip ve usulüne uygun idrar alabilecek her türlü düzenekle stada gittik. Soyunma odalarına yakın bir mahalde istasyon kurduk. Stattaki uğultu, kulakları sağır edecek boyuttaydı. Futbolculardan önce, merdivenlerden birbiri ardı sıra beyaz gömlekli kadın ve erkeklerin çıktığını gören seyirci, birdenbire ‘Hastane... Hastane...’ diye tezahürata başladı. Maç boyunca da ara ara tekrarladı.

Galatasaray, Neuchatel’i 5-0 yendi. UEFA da doping kontrolü istemedi.

Daha sonraki bir dönemde, Atıcılık ve Avcılık Federasyonu Başkanı Metin Sertoğlu’nun başvurusu üzerine, İstanbul’daki uluslararası bir Trap ve Skeet Şampiyonası’nda doping kontrolü yaptık.

Türkiye Doping Kontrol Merkezi’nin kurulması için yıllar geçti. Nihayet 2001’de, Hacettepe Üniversitesi ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü arasında yapılan bir protokolle resmen kuruldu. Halen WADA akreditasyonu bulunan 18 Avrupa laboratuvarından biridir ve ülkemizin doping analizlerini yapmaya yetkilidir.

UYUŞTURUCU-DOPİNG İLİŞKİSİ

İsveç polisine göre Türkler piyasada etkili

60’lardan beri, uyuşturucu dağıtım ağlarının aynı zamanda doping maddeleri karaborsasını da kontrol ettiğine ilişkin duyumlar alınır. Bunun ilk somut kanıtı, İtalyan jandarmasının 1997’de ülkenin kuzeyindeki spor salonlarına karşı yürüttüğü operasyonlarda ele geçti. Tutuklanan 54 kişinin, öğrencilere bir yandan kas geliştirici hormon, diğer yandan uyuşturucu temin ettiği anlaşıldı.

Aralık 2000’de, İtalya’da 6 vücut geliştiricinin ölümü ile birlikte başlayan Bolonya Operasyonu, olayın boyutunu gözler önüne serdi. 119 spor salonuna düzenlenen baskınlarla piyasa değeri 5 milyon Euro’yu bulan 101 farklı doping maddesi ele geçti. Sporcudan polise, hemşireden banka müdürüne 287 satıcı tutuklandı. Bunlardan 41’inin, 8 farklı Avrupa ülkesinin vatandaşı olduğu ve uyuşturucu ticaretinin yanı sıra doping maddelerini de pazarladıkları ortaya çıktı.

Bu tarihten sonra güvenlik birimleri, ele geçen tablet, toz, ampul gibi örneklerde sadece uluslararası sözleşmelerle denetlenen uyuşturucuları değil, anabolik steroid, büyüme hormonu, eritropoietin gibi yaygın biçimde kullanılan doping maddelerini de aramaya başladılar.

Benzer şekilde, ellerinde fazla miktarda doping maddesi bulunduranlar, bir de uyuşturucu ticareti açısından sorgulanıyor. Europol verilerine göre, doping maddesi operasyonları kapsamında, geçen yıl Avrupa’nın değişik ülkelerindeki laboratuvar, ev ve depolarda el konan maddelerin, ağırlıkça yüzde 18’i eroin ve kokaindi.

Avrupa polisi şimdilik, piyasaya yasadışı yollarla sürülen doping maddelerinin sadece binde 5’ini yakalayabiliyor. Bu çerçevede en sert mücadeleyi veren İsveç polisi, yakaladığı doping maddelerinin, değişik Avrupa ülkelerinin yanı sıra Türkiye, Mısır ve Tayland menşeili olduğunu ileri sürüyor. Uyuşturucu kaçakçılığında Türklerin rolü malum, anlaşılan o ki, buna bir de doping maddeleri ekleniyor.

EPO SAVAŞLARI

Her doping testi her zaman doğru çıkmayabilir

Eritropoietin, ya da kısaca EPO, böbreklerce sentezlenen ve kemik iliğinin daha fazla alyuvarlar yapmasını sağlayan bir hormondur. Dışarıdan EPO alınırsa, alyuvarların sayısı, dolayısıyla dokulara taşınan oksijen miktarı artar. Oksijen demek, enerji ve dayanıklılık demektir, bu nedenle EPO kullanmak dopinge girer.

Doğal EPO ile, dışarıdan alınan EPO’nun elektrik yükleri birbirinden farklıdır. 2000 yılında, Fransız Chátenay-Malabry ulusal anti-doping laboratuvarı, idrarda yanyana bulunan bu iki EPO’yu izoelektrik odaklama tekniğiyle ayırmayı başardı.

Ancak bu yaz, Fransızların geliştirdiği yöntemle elde edilen EPO sonuçları yüzünden ortalık öylesine birbirine girdi ki, WADA, eylül sonuna doğru, konuya açıklık getirmeye çalışan bir bildiri yayınladı.

EPO’ya Türk sporcuların idrarlarında da rastlandığından, konu bizce ayrı bir önem taşıyor.

1 Eylül 2004’te Knokke Triatlonu’nu kazanan Belçikalı atlet Rutger Beke’nin idrarında EPO saptandı. Israrla doping yapmadığını tekrarlayan Beke, çareyi dünyanın bu alanda önde gelen bilim adamlarından yardım istemekte buldu. Araştırmacılar 10 ay sonra, Beke’nin ağır fiziksel etkinlikten sonra idrarıyla alfa 1-antikimotripsin (Alfa1-ACT) adlı proteini attığını, bunun da izoelektrik odaklama tekniği ile yapılan analizde, dışarıdan alınan EPO’ya benzemesi nedeniyle yanlışlığa neden olduğunu açıkladılar. Uzun incelemelerden sonra, Beke’nin cezası kaldırıldı. Beke de, WADA’nın yanı sıra, Gent ve Köln Laboratuvarlarına karşı tazminat davası açtı.

İspanyol Virginia Berasategui Luna ve Iban Rodriguez Martinez, idrarlarında EPO bulunduğundan ceza alan başka iki triatloncu. Ancak her ikisinin de tıpkı Beke gibi, aşırı egzersiz sonunda idrarlarında alfa1-ACT çıkıyor ve her ikisinin de cezaları kaldırıldı.

LANCE ARMSTRONG EPO’LU MUYDU?

Doping kontrollerinde ‘A’ ve ‘B’ diye işaretleyerek iki ayrı kaba idrar alınır ve mühürlenir. ‘A’ örneği pozitif çıkarsa, ‘B’ örneği bir başka laboratuvarda yeniden incelenir. Fransız ulusal anti-doping laboratuvarı, geçen yılın sonlarına doğru, eski yarışmalardan arta kalan ve -20 derecede muhafaza edilmiş ‘B’ örneklerini yeniden incelemeye başladı. Günlük spor gazetesi l’Equipe, her nasılsa sonuçları ele geçirdi ve 23 Ağustos 2005’te, Fransa bisiklet turunu 7 kez üst üste kazanmış Amerikalı Lance Armstrong’un, 1999 Fransa Turu’nda EPO dopingi yaptığını birinci sayfadan duyurdu.

Dondurulmuş örneklerde EPO çalışılıp çalışılamayacağı, Fransız, Alman ve Kanada ulusal laboratuvarlarını birbirine düşürdü. Pozitif sonuca, Armstrong’un 1996’dan beri gördüğü testis kanseri tedavisinin yol açabileceği de ileri sürülünce, işin içinden çıkılamadı.

Bütün bunlara ek olarak, bir de 1964 Kış Olimpiyatları’nın 2 altınlı Finli kayakçısı Eero Mantyranta gibi, DNA’sındaki mutasyon sayesinde normalin üzerinde EPO sentezleyen kişilerin de olabileceği ve yakın bir gelecekte gen dopingi ile EPO’su fazla süper atletlerin ortaya çıkacağı anlaşıldığından, bazıları doping kontrolünden öylesine sıkıldı ki, bundan böyle dopingli ve dopingsiz sporcuların ayrı ayrı yarıştığı iki ayrı olimpiyat düzenlenmesini teklif edenler bile oldu.
Yazarın Tüm Yazıları