Doğru bildiğimi söylemezsem çatlarım

Bazı kadınlara şöyle denir: ‘O tam bir dişi!’Aslında bu lafın içinde biraz da eleştiri gizlidir.

Çünkü ‘tam dişilik’ kadınlığa dair olumlu özellikler barındırdığı kadar, hesapçı, hilebaz, yılansı, entrikacı vs. gibi olumsuz özellikler de içerir.

Bunlar da hep o tam dişi kadınlarda gözlenir.

Östrojene boğulmuş kadınlardır onlar.

Hormonlar utansın!

Ne var ki, tam dişi kadınlar aynı zamanda anaçtır, şefkat yumağıdır, koruyucudur.

Ve alabildiğine seksidir.

Sen hem sevişmek istersin tam dişi bir kadınla, hem de onun memelerinde uyumak!

*

Tam dişilik kavramının zıttında ‘tam erkeklik’ durur.

İşte onlar, maço dediğimiz erkekler bölümünü oluşturur.

Onlardaki sorun da testosteron fazlalığıdır.

Ama onların da iyi tarafları vardır.

Mantonu tutarlar, arabanın kapısı açarlar, sandalyeni çekerler, çakmaklarıyla sigaranın ateşini yakarken hafif küstahça gözlerinin içine bakarlar.

Aynı anda iki hizmet birden verirler:

Hem dumana bir an önce ulaşmanı sağlarlar hem seni beğendiklerini göstermiş olurlar.

Sonra, kadınları korurlar.

Sevgilisine, kardeşine, komşusuna kötü gözle bakanı fena yaparlar.

Bu fena yapmak derece derecedir.

Söz kavgasından adam vurmaya kadar uzanır.

Ne diyeyim...

Sana hem hayatı zehir ederler, hem kendini son derece iyi hissetmeni sağlarlar!

*

Ah ah...

Bunlar eski kavramlar.

Zaman geçtikçe ‘tam dişilik’ de ‘tam erkeklik’ de tarihe karışıyor.

Alya büyüdüğünde, benim masal olarak anlattığım maçoyu bulmak için boşuna etrafına bakınacak.

50 yıl sonra bu kadar kesin çizgilerle dişileri ve erkekleri ayırmak mümkün olmayacak.

İnsanlar gay ya da lezbiyen olmayı tercih ettiği için değil.

Zaten bu anlattığım şeyin cinsel tercihlerle hiçbir alakası yok.

Kadın ve erkek artık birbirine yaklaşıyor, kutuplar birbiri içinde eriyor.

Karışmaya başlıyor, füzyona doğru gidiyor.

Diye bir ukalalık yaptıktan sonra...

*

Gelelim Erman Toroğlu’na....

İşte o, tam bir erkek.

Daha doğrusu ‘tam erkek.’

Bir tam altın gibi.

İddiaya girerim, bunu bir iltifat olarak alacak. Ben de hakaret etmek için söylemiyorum ama iltifat etmek için de söylemiyorum. Kendimce bir tespitte bulunuyorum: ‘Çok erkeksi bir haliniz var’ deyince, ‘E kadınsı olacak halimiz yok herhalde!’ diyecek kadar erkek. O, fazla erkek. Benzetme kötü de olsa, horoz gibi. Her ne kadar ‘Bahçemizdeki horozlar beni hep kovalardı, sevmem horozları’ dese de, bir hayvanla özdeşleştirsem ya horoz olur ya sokak köpeği.

İlla itişecek, dalaşacak.

Yanındaki kadına laf atarlarsa, kafa atacak.

Birileri, yanındaki kadının bacaklarına bakarsa, işi gücü bırakıp saldıracak.

Düşünmeden.

Gayri ihtiyari olarak.

İçgüdüsel olarak.

Belki de o, içgüdüsel erkek.

Ama ne yalan söyleyeyim kıvırtmıyor. Ne söylüyorsa o. Cesur. Kaçmıyor. Korkmuyor. Söylüyorum, testosteron fazlası adamı böyle yapıyor. Geceleri Beyoğlu’nda geziyor. Birileri üzerine mi geliyor, bekliyor girişsin diye, bu da girişiyor. Şişlenir mi, bıçaklanır mı aldırmıyor. Sadece çok gerekli zamanlarda koruma istiyor.

İşte bu adam, bu hafta konuğum oluyor.

Bu son yarattığı olaydan sonra, kendisiyle ‘Ümit Karan’ın golleri’ni konuşmak üzere buluşuyoruz.

Nevizade’de.

Ondan sonra beni maça götürüyor.

Stada onunla girmek pek bir havalı oluyor.

Ama tabii en havalısı Fener’in maçı kazanması...

İnşallah bu çarşamba da alırız.

Amin.

HINCAL ULUÇ MU DEDİNİZ?

Hıncal Uluç’la bu kadar kavga etmenizin sebebi zıt tipler olmanız mı, benzer olmanız mı?

- Biz çok alakasızız...

İkinizin de hem seveni çok hem de nefret edeni. Belki de en büyük ortak özelliğiniz bu...

- Hıncal’ı Ankara’dan tanırım. Biz program yaparken de kavga ederdik. Çünkü aynı kafada değiliz. Mesela, ben maça giderim, Hıncal gitmez. O, evden yazar. Ben buralarda gezebilirim. O gezemez. Her an bir saldırıdan çekinir. Korkar. Ama o yazar, seni de bilmemekle suçlar! Canlı yayında hakkında konuştuğum her şahsa ben mecburum bağlanmaya, ona cevap hakkı doğmuştur, Hıncal zaten canlı yayın yapmaz, dahası bu tür şeylere hiç aldırmaz. Yoldaki insan var ya, esas onların arasına girip ne diyorlar kulak vermek lazım. Basın uçakta fazla uçuyor. Aşağıyı görmüyorlar. Biraz baksınlar ne oluyor aşağıda?

Gerçi Hıncal Uluç da ‘masa başı gazetecilik yapmayın’ der, yani benzer şeyler söyler...

- Söyler de... Evden maç yazıyor. Kamera şu kadarını alıyor, diğer tarafta belki birilerini dövüyorlar, görmüyorsun kardeşim. Yorumculuğa soyunan birinin maça mutlaka gitmesi gerekiyor...

KÜFÜR, KIYAMET VE HAKARET KONUSUNDA ANTRENMANLIYIM

Daha önce hakemlik yapmış olması bir insanı küfür- kıyamet- hakaret konusunda ‘antrenmanlı’ mı kılıyor?

- 9 sene hakemlik yaptım. 18 sene futbol oynadım. Bunun 14 senesi de birinci ligde geçti. Yani ben ömrüm boyunca 30-40 bin kişinin önüne çıktım. Bu tür deneyimler insanın sinirlerini çelik gibi yapıyor. İnönü’de tünelden geçelim, sahanın ortasına doğru yürüyelim, yemin ederim 15 dakika sonra ayağın ayağına takılır, düşersin. O atmosfer inanılmazdır, aynı zamanda ürkütücüdür. Ama ben böyle beslendim yıllarca. Alışkınım, orada büyüdüm. Küfür, kıyamet, hakaret konusunda kendimi terbiye ettim. Bana koymaz.

Kafanızı yastığa koyunca içlenip üzüldüğünüz bir şey yok yani...

- Valla yok. Bana yastığı göster, orada giderim...

İlgi görmek için herkes siyah derken, beyaz dediğiniz olmuyor yani...

- Kendimi hiçbir şey için zorlamıyorum. Ben neysem oyum.

Çocukken nasıl bir kişiliğiniz vardı: Kavgacı, hırt, hırbo, delikanlı, mert, haksızlığa tahammül edemeyen...

- Kısmen doğrudur bunlar. Zaman zaman eleştiriyorum kendimi bu özelliklerim yüzünden. Geçen seneydi galiba Beyoğlu’nda yürüyorum -ben Etiler, Ulus, Levent sevmem, sosyete olmadığım için-, saat 10 buçuk falandı, Vakko’yu geçtim, ileride bir Tempra duruyor. Karşıdan da üç kişi geliyor. Ortadaki çocuk, önce arabanın arka tamponuna bastı, sonra arka kaput, derken arka cam, tavan, ön cam, ön kaput ve indi. Ben de öyle seyrediyorum. Çocuğu eleştirdim. ‘Sen ne karışıyorsun’ dedi, bana küfür etti, ‘Ağzını topla’ dedim. O arada iki kişi geldi ellerinde telsizle, bunları paketlediler, oradaki bir evin altına soktular. Gelenler meğer sivilmiş, araba da Beyoğlu Emniyet Amirliği’ninmiş. Ben o üç kişiyle karşı karşıya kalmıştım, şişleseler kalacaktım oracıkta. Ben deliyim aslında, yaptığım iş doğru değildi, karışmamam lazımdı, sana ne yürü git. Ama işte yapamıyorum. Gençken de böyleydim. Ben doğru bildiğimi söylemezsem çatlarım!

Bu arada Etiler, Levent ve Ulus’ta oturanlar güme gitti. Orada yaşayan herkesi sosyete ilan ediverdiniz...

- Şurada bir birayı 2 milyona içersin. Oralarda mümkün mü? Burada her boy insan var, small-medium-large. Oraya sadece x-large’lar gidiyor...

Diyorsunuz!..
Yazarın Tüm Yazıları