Doğayı tasarıma değil tasarımı doğaya uydurmalı

Güncelleme Tarihi:

Doğayı tasarıma değil tasarımı doğaya uydurmalı
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 21, 2006 00:00

Yaklaşık on yıldır otel, butik otel ve tatil köyü tasarımı yaparak, "Turizm mimarisi" konusunda profesyonelleşen iç mimar Fahrettin Aykut için önemli olan, mekanın ve bulunduğu şehrin ruhuna saygı duymak. Yöresel figürlerin tasarımına yön vermesine izin vermek. Doğayı bir engel değil, tasarımlarının teması olarak görüyor.

Londra’da Pasha Otel’in, Türkiye’de Hillside Beach Club’ın SPA’sının, Fuga ve Mandarin otellerinin iç tasarımlarını yapan, şu sıralar Riva’da bir beach, Fransa’da da bir hamam butik otel tasarlamakta olan Aykut’a göre, her otelin kendine özgü bir kişiliği olmalı. "Eğer kişiliği bozuk olursa tıpkı insanlar gibi itici gelecektir" diyor. Türkiye’de yeniden tasarlanması gereken birçok otel olduğunu söylüyor. Bunun çok ağır bir konu olduğunun da farkında, çünkü sadece Güney sahillerinde 12 bine yakın otel bulunuyor.

Fahrettin Aykut, Mimar Sinan Üniversitesi İç Mimarlık bölümünü bitirdikten sonra büyük mekanlar üzerinde çalışmaktan daha çok zevk aldığını fark etmiş ve kariyerini bu alanda geliştirmiş. Bireysel alanlar da tasarladığı oluyor ama genel tercihi otellerden yana. Ona göre, otel gibi büyük ve genel zevke hitap eden yerleri tasarlamak için, birden fazla alanı düşünmek gerek, "Lobiyi odalara, odaları restorana uydurmak için oteli genel bir yaşam alanı olarak düşünmeliyiz" diyor. İşini bitirdiğinde ortaya çıkanın, bir ev kadar ev olan ama otelliğini yitirmemiş mekanlar olduğunu söylüyor.

Ona göre otel tasarlamanın küçük alanlar üzerinde çalışmaktan tek farkı, daha ayrıntılı düşünmeyi gerektirmesi. "İnce düşünüp, lobide duran sehpanın üzerindeki vazoya kadar her ayrıntıyla ilgilenmek gerek. Bu, ev tasarımında da böyledir. Aralarında, zorluk açısından bir fark yok aslında. Ama fikir bazında otel tasarımı çok daha derin. Çünkü hem günübirlik geleni hem de yatıya kalanı aynı oranda rahat ettirecek bir mekan yaratılması gerekiyor. İş böyle olunca ortaya turizm mimarlığı diye bir terim çıkıyor." Aykut, turizm mimarlığıyla diğer mimarlıkları şöyle ayırıyor: "Turistik bir yeri tasarlarken zamansal eğilimlere kapılamazsınız. Tasarımınız belki yirmi yıl hiç dokunulmadan kullanılacak çünkü. Aynı zamanda otelin bulunduğu şehri de asla göz ardı edemezsiniz. Gelen ziyaretçiler kaldıkları otellerden veya tatil köylerinden bulundukları ülkeyi tanıyabilmeli."

BUTİK OTELLER NEDEN TERCİH SEBEBİ OLDU

İnsanlar artık kişisel alanların peşinde. Kişiye özel hizmet ve sakinlik istiyorlar. Metropollerde zaten kayboluyorlar, kendilerini bulmak için sakin ve 500 kişinin bir arada yaşamadığı alanlara ihtiyaç duyuyorlar.

İLLA İKİ BİN METREKARE GİRİŞ GEREKMEZ

Turizm mimarlığının en büyük problemi, tüm otel tasarımlarının neredeyse birbirinin aynı olması. Doğallıktan uzak, fabrikalaşmış, insan istifi alanlar... Bu sorun Türkiye’de de çok yaygın. Doğanın içindeki arazilerde bile, bilerek bu zenginlik ortadan kaldırılıyor, yine betondan mekanlar yapılıyor. Türkiye’de bir de alan genişliğinin her şey olduğu düşünülüyor. Oysa doğru mekan, yeterli olandır. İlla çok büyük alanlar olmasına gerek yok. İki bin metrekare girişi olan oteller var. Böyle bir tasarım, şık değil tam tersine itici ve soğuk durur. Bunların yenilenmesinden çok yıkılmasından yanayım.

HAPİSHANEDEN DÖNÜŞEN OTELLER GÜZEL AMA...

Türkiye’de ve dünyada başka bir amaçla inşa edilmiş, sonradan otele çevrilmiş birçok bina var. Mimarlık dilinde bunlara "dönüşüm mekanlar" deniyor Bir fabrikanın veya hapishanenin otele dönüşmesi çok muhteşem bir şey. Ama mekanın, ruhundaki fabrikalığı veya hapishaneliği kaybetmemesi gerekiyor. Bu tarz değişimler, baştan otel yapmaktan çok pahalı değil. Eğer tamamen değiştireceklerse, yıkıp baştan yapsınlar. Önemli olan binanın ruhuna saygı duymak ve ziyaretçiye daha orijinal bir alan sunmak.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!