Doğan’ın yengesi

BİLİYORSUNUZ, bilim adamları ha bire ömrümüzü uzatmaya çalışıyorlar. Yakında 100 yaşını deviren değil deviremeyen gazetelere geçecek.

İyi, hoş tabii... kim istemez... İnsan 30’lu yaşlardayken kazık kakmanın, tabiata karşı çıkmanın falan manasızlığından söz edebiliyor da yaş ilerledikçe ‘Aman ne olursa olsun yaşayayım’ duygusu yerleşiyor. Kimse ‘Miadımı doldurdum, gideyim’ demiyor. E, normaldir. İş güç, parti, şu bu kolay kolay bırakılıp gidilemezken...

Fakat bir sorun var.

150 sene yaşamamız işten değil de nerede yaşayacağız, o var. Yakın zamanda kıçımızı koyacak bir karış toprak bulamayabiliriz. Her yeri su basacak zira.

Bir başka bilim adamı grubu da bununla uğraşıyor. Ve bu neticeye vardılar geçenlerde. Çaresini bulmak için de uğraşıyorlar elbet ama işleri zor. En azından ömrümüzü uzatmaya çalışan bilim adamlarınkinden zor. Çünkü ömrümüzün uzamasını şiddetle istememize karşılık dünyanın ömrü hiçbirimizin umurunda değil. Adamlar ‘Gitti gider!’ diye bas bas bağırıyorlar fakat bizde ‘tık’ yok. Bir şeye inanmamız için gözümüzle görmemiz gerekiyor çünkü.

Yaşlandığımızı aynada görüyoruz, lakin su kaynaklarının tükendiğini, bazı canlı türlerinin yok olduğunu falan gözümüzle görmediğimizden bilim adamlarının bizden zırnık yardım alması mümkün değil.

Musluktan su aktığı müddetçe annemi nasıl inandıracaksınız su kaynaklarının tükendiğine? ‘Anacığım, bazı canlı türleri yok olmuş’ desem ‘İnanma sen, börtü böcekten pencereyi açamıyoruz’ diyecek.

Radyasyona da inanmamıştık hatırlarsanız. Şimdi Karadeniz’de kanser patlaması olunca kahve sohbetlerinde ‘Çernobil’denmiş diyolar’ şeklinde bir idrak etme durumu oluşabildi ancak.

* * *

Diyeceğim şu:

Her sabah pencereden bakınca aynı manzarayı görseniz de dünya değişiyor. Olumsuz yönde. Ölüme doğru gidiyor yani.

‘Ne yapalım, her şeyin bir sonu var’ diyorsanız, söyleyeceğim bir şey yok.

Ama ‘Vah vah! Yapabileceğimiz bir şey yok mu?’ diye sorarsanız, var. Gazeteler, dergiler yazıp duruyor. Oynanmış bitmiş maçların yorumlarını, bu senenin trendy mekánlarını falan hatmettikten sonra bunlara da bir göz atacaksınız bizahmet.

Pazar Vatan’da vardı mesela...

Enerji tasarrufu yapacağız. Gerçi vücudumuza hat çekip elektrikle hareket edecek kadar elektriksever duruma gelmişken biraz zor olacak ama... Elektrikli diş fırçasıyla elektrikli maydanoz doğrama makinesinden vazgeçsek kárdır.

Bakın bir de ne yapacağız... Siyasi seçimlerde bir partiye oy verirken enerji politikasını dikkate alacağız. Çevreye karşı bilinçli mi diye bakacağız.

‘Biz mi yapacağız bunu?’ diye bir soru geliyor tabii insanın aklına. Ve şimdiden Dünya için ‘Allah taksiratını affetsin’ demenin bizim için daha gerçekçi bir yaklaşım olacağı da...

Ama hayır!

‘Dünya vatandaşı olmak’ deyip duruyoruz, ‘çevre bilinci’ de bunun yollarından biri değil midir arkadaşlar!?

Hayır, yarın avcı Temel gibi çevrecilerle başınız belaya girerse ‘Ne bileyim, Doğan’ın yengesini mi ne bozmuş biri, benden bildiler’ diyecek kadar bilinçsiz olmayın hiç olmazsa!

MIŞ-MUŞ

Mükemmel evliliğin sırrı ‘evet’lerdeymiş.

‘Salla başını al maaşını’ durumu her yerde geçerli demek.

ABD’de portakaldan plastik üretmişler.

Biz becerebilsek tersini yaparız herhalde.

400 yıllık parada UFO izi varmış.

Bunların hepsi uzun yol şoförü galiba.
Yazarın Tüm Yazıları