Doğan Hızlan: Onları da buz dolabına mı koysak

Doğan HIZLAN
Haberin Devamı

EKMEK parasını, ailesinin zoruyla çıkarmaya çalışan bir çocuğu buz dolabına kapatanlar, önemli bir insani(!) uyarıda bulundular.

Meğer ki, sokaklarda dolaşan çocuklardan hiç birimiz haberdar değilmişiz. Arabamızın camlarına o yorgun gözlerini dikerek, mendil satmaya çalışan çocukların da farkında değilmişiz.

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ile Sokak Çocukları Derneği yıllardır, bu çocukları eğitmek, solan ruhlarını şenlendirmek için olağanüstü çaba harcıyor. Kaçımızın umurunda?

Ne biçim bir toplumuz.

Çocuklarımız buz dolabına kapatılmasa, onların dertlerinin farkına varmayacağız.

Zeugma'yı sular basmasa, yeraltı zenginliklerimizi, arkeolojik değerlerimizi farketmeyeceğiz.

Ünlü bir Amerikan gazetesinde Zeugma ile ilgili haber çıkmasa, kültür filan umurumuzda olmayacak.

Halledilmemiş problemler için bir çözüm öneriyorum:

Buz dolapları ve derin dondurucular.

Sular altında kalan bölgeler için bir arkeolog kendini buzluğa kapattırsın.

Modern Sanat Müze'siz İstanbul için girişimde bulunanlar aynı yönteme başvurabilirler.

Yardım ve okul giderlerinden perişan olan velilere de aynı tavsiyede bulunuyorum.

Dışardaki çocuklar kadar, güç koşullar altında çalıştırılan çırakları, işçi çocukları da unutmayın.

Bahşiş ve sadaka ile çocuklarını büyütmekten utanmayan bir toplumun bireyi olmak herkesin ağrına gitmeli.

* * *

CAĞALOĞLU'da benim gibi uzun süre yaşayanlar, han camlarına, küflü duvarlara yapıştırılmış, çarpık çurpuk bir yazıyı anımsarlar:

‘‘Çırak aranıyor.’’

Refik Durbaş'ın 'Çırak Aranıyor' şiiri, onların umutlarını, acılarını şiirsel bir incelikte bize iletir:

Zülfü Livaneli'nin bestesiyle çok sevilen bir parça olmuştu.

‘‘Elim sanata düşer usta/Dilim küfre, yüreğim acıya/Ölüm hep bana/Bana mı düşer usta

....

Sevda ne yana düşer usta/Hicran ne yana/Yalnızlık hep bana/Bana mı düşer usta?

...

Gurbet ne yana düşer usta/Sıla ne yana/Hasret hep bana/Bana mı düşer usta?’’

Sait Faik'in 'Semaver'deki işçi çocuğunu bir kez daha okuyun.

Mehmet Akif de 'Küfe' şirinde; küfeci çocuğun ruh halini öyle bir anlatır ki, bunu okuyan bence bütün sokak çocuklarının dramını anlar:

‘‘O, yük, değil, kaderin bir cezázı ma'suma.../Yazık, günahı nedir, bilmeyen şu mahkûma!’’

Edebiyattan, sanattan, incelikten, estetikten yoksun, sadece parayı hedefleyen kuşakları yetiştirenler, duyarsız, acımasız bir toplumun mimarlarıdır.

* * *

SOKAK çocuklarına, bu vahim olaydan sonra gösterdiğimiz geçici ve göstermelik ilgi, Abdülbaki Gölpınarlı hocamızın bir fıkrasını hatırlattı bana:

Bir zamanlar bir kervancı varmış. İkide bir kırk haramiler yolunu keser, adamlarını öldürür, malını gasp edermiş.

O da bir gün esir pazarından koruma olarak aslan gibi bir delikanlı almış. Beraber çıktıkları ilk seferde haramiler kervanı gene basmış, adamların çoğunu öldürüp koruma için alınan delikanlıya da sırayla tecavüz etmeye başlamışlar. Sıra tam kırkıncı haramiye gelince delikanlı birden, bre namerdler diye gürleyip canlanmış ve haramileri altedip malları kurtarmış. Bütün bu kahramanlığa rağmen dönüşte kervancıbaşı korumayı esir pazarına iade etmeye kalkınca, delikanlı, ben senin canını ve malını kurtardım, beni niye iade ediyorsun diye yakınmaya başlamış.

Kervancı da şöyle bir bakmış ve ben her zaman seni harekete geçirecek kırk haramiyi nerden bulayım demiş.

Yazarın Tüm Yazıları