Doğan görünümlü Şahin

ESKİDEN gazetelerin küçük ilan sayfalarında bazı ilanlarda böyle yazardı: Doğan görünümlü Şahin.

Haberin Devamı

Tofaş’ın ürettiği Şahin modeli bazı aksesuvarlarla “upgrade” edilir, aynı fabrikada, aynı kasa üzerinde üretilen ve daha pahalı ve “havalı” olan Doğan’a benzetilirdi.
Türkiye’de yargının son durumuna bakınca, aklıma bu geliyor.
Yargımız da bağımsızlık görünümü verilmiş ama aslında iktidarların dümen suyundan ayrılmayan bir durumda.
Tıpkı Doğan görünümlü Şahin gibi, aksesuvarlar yerinde ama gerçekten bağımsız değil.
Son örneğini Ankara’da, belediyenin ODTÜ’ye karşı giriştiği savaşta bir kez daha yaşadık.
Bir gece yarısı, daha yasal süreçlerini tamamlamamış bir imar planı gerekçe gösterilerek ODTÜ arazisi adeta işgal edildi ve ağaçlar kesildi.
Oysa daha bir aylık askı ve altı aylık dava açma süreleri tamamlanmamıştı.
Bir hukuksuzluk ile karşılaştığınızda iki yol vardır: Ya kendi hakkınızı kendiniz ararsınız ki bu medeni toplumlarda kabul görecek bir yol değildir ya da yargının yardımını istersiniz.
ODTÜ yöneticileri de bir hukuk devletinde yaşadıklarını varsayarak savcılığa şikâyet dilekçesi vermeye niyetlenmişler.
Ara ki savcıyı bulasın!
Belli ki o sırada görevli olan savcı, dilekçeyi almamak için araziye uymuş, tam siper olmuş, ortada yok.
Bunun üzerine dilekçeyi polise vermek istemişler, onlar da almamış.
Vatandaşların, kamu ya da kendileriyle ilgili konularda, yetkili makamlara dilekçe vererek dilek ya da şikâyette bulunmaları, anayasal bir haktır.
Bu anayasal hakkın kullanılmasını düzenleyen iki ayrı kanun da çıkarılmış.
Dilekçe verdiğiniz makamın “Bu beni ilgilendirmiyor, al bu dilekçeyi hadi yallah işine” deme hakkı da yok.
O makam dilekçe ile ilgili olarak kendisini yetkili görmüyorsa yapacağı iş, dilekçeyi ilgili makama göndermek, dilekçe sahibine de bununla ilgili bilgi vermektir.
ODTÜ olayında kanunları uygulamak ile görevli iki ayrı kamu makamı ne anayasayı takmış, ne de kanunları.
Üstelik bir tanesi “savcılık” makamı ki bu yapılan işi daha da ağırlaştırıyor.
Belli ki savcı, iktidarla, iktidarın belediyesiyle başı belaya girsin istemiyor, adeta onun memuru gibi davranıyor.
Yargı mensupları, görev yaptıkları kurumların halk adına egemenlik kullanmakta olduğunu belli ki unutmuşlar, Doğan görünümlü Şahin
ile gezmeyi kendileri için yeterli görüyorlar!

Haberin Devamı

Bu hız hayatın akışına uymuyor!

Haberin Devamı

YARGITAY’ın Balyoz davası ile ilgili olarak mahkemenin verdiği kararlardan bazılarını onaylarken vurguladığı gerekçelerden biri dijital delillerin “hayatın akışına uygun olması”.
Artık bunu bilmeyen kalmadı ki bir ceza yargılamasında, suçun şüpheye yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması gerekiyor.
Oysa Yargıtay’ın kararında, “hayatın akışına uygunluk” tezi “şüpheyi” sanık aleyhine kullanılan bir duruma dönüştürüyor.
Bu konuya yine döneriz ama bugün “hayatın akışına uygunluk” açısından bir konuya dikkat çekmek istiyorum.
Yargıtay’ın mahkûmiyet kararını onayladığı sanıklardan biri F-16 pilotu, Kurmay Yarbay (artık er) Süleyman Namık Kurşuncu.
Yargıtay’ın “hayatın akışına uygun bulduğu” suçu şu: Darbe sırasında tutuklanacak olanların toplanacağı Fenerbahçe Stadyumu’nun güvenliğini, kullandığı F-16 ile havadan sağlamak.
Bir tür “uçan gardiyan” yani!
Bir F-16’nın stadın üzerinden geçip gitmesi saliselerle ölçülebiliyor oysa.
Bu hayatın akışına nasıl uyabiliyor, işte bunu gerçekten merak ediyorum!

Haberin Devamı

Eşeği kaybettirip buldurma politikası

AİLE Bakanı Fatma Şahin, “Ailelerin umudu gerçek oluyor projesi” ile çocuk sahibi olamayan 2 bin 500 ailenin belirlendiğini, bunların 900’ünün tedavisine başlandığını belirtti.
Tüp bebek yöntemiyle
ikiz bebekleri olan bir çifti ziyaret etti, bebeklere çeyrek altın taktı ve şöyle konuştu:
“Tüp bebekte daha önce iki olan hakkı üçe çıkarttık!”
Nasrettin Hoca
’nın gerçekten yaşadığını biliyoruz ama ona mal edilen öykülerin gerçekten yaşanıp yaşanmadığını
bilebilmek kolay değil.
Fakat, Bakan Şahin’in bu sözleri gösteriyor ki o öykülerden en az bir tanesi gerçekten yaşanmış olabilir: Hocanın eşeğini önce kaybedip, sonra bularak çok sevinmesi ile ilgili öyküden söz ediyorum.
2010 yılının mart ayına kadar Türkiye’de zaten embriyo transferi üç kez yapılabiliyordu.
Sonra dönemin Sağlık Bakanı bunu ikiye indirtti.
Aradan 3.5 sene geçti ve şimdi Aile Bakanı müjdeyi veriyor:
Yeniden üç oldu!
İkiye indiren de bu iktidar, üçe çıkaran da bu iktidar!
Nedenini kimse bilmiyor.
Elbette bu 3.5 yıl içinde hak ikiye indirildiği için çocuk sahibi olamamış aileler de bilmiyor!
Birisi açıklasa da hepimiz öğrensek: AKP’nin Sağlık Bakanı neden ikiye indirmişti, şimdi AKP’nin Aile Bakanı neden yeniden üçe çıkartıyor?

Yazarın Tüm Yazıları