Dizimde babamı oynatacağım

Aman Allahım! İnanılmaz güzel görünüyordu. Karşımda uzun boylu bir Carla Bruni duruyordu. Ve o bacaklar... Bütün fotoğrafların yarısını kaplıyordu. Senih kadraja almakta, Allah sizi inandırsın, zorlandı. Gülümsün Saatçi ne güzelliğinin farkında ne de güzelliği umurunda... Başka türlü bir kadın.

Haberin Devamı

TRT'ye adli tıp ve kriminoloji dizisi yapan Gülümsün Saatçi

FOTOĞRAFLARLA GÜLÜMSÜN SAATÇİ 

Duyarlı, sinir uçları çok açık, insana sükûnet ve huzur veriyor. Ve Beykoz Konakları’ndaki bu evin sakinleri de... Fiko, Muhlis, Sarı, onun kedi çocukları. Reçel, köpek kızı. Ve Zeynep ve Sinan. Işıklı bol resimli, bol heykelli bir ev. Fonda müzik çalıyor, her yerde kediler göze çarpıyor. Konuşurken biri kucağına kafasını dayıyor. Güven veren bir kadın. İnsanı yargılamayan bir kadın. Bu bana babamdan geçti, diyor. Ben aslında onunla TRT’de başlayan yeni adli tıp ve kriminoloji dizisini (M.A.T.) konuşmaya gittim. Ama fırsat bu fırsat, Ertuğrul Özkök, Ercan Saatçi ve hayatları hakkında ne merak ediyorsam sordum. Sanem Altan’a Tansu Özkök bir röportaj vermişti. Ne kadar sahici bir kadın, demiştim. Kızı da en az annesi kadar sahiciymiş.

Babana dair hatırladığın ilk net görüntü? /images/100/0x0/55eaa8daf018fbb8f88e83d7

-Tunalı Hilmi Caddesi’nde beni omzunda taşıyor. Gri bir Ankara günü. Ben çok mutluyum. Ayaklarım babamın omzundan sarkıyor.

Küçükken evde nasıl bir baba hatırlıyorsun?

-Daktilo başında bir şeyler yazan bir baba. Daktilo sesi huzur verir bana. Halıda oyun oynuyorum, arada sırada ona bakıyorum.

Ne ile dolaşıyor bu baba evin içinde?

-Kot, tişört.

Siz baba-kız birlikte en çok ne yapıyorsunuz?

-Sinemaya gidiyoruz. Yine Tunalı Hilmi’de Kızılırmak Sineması vardı, James Bond filmleri izlemeye giderdik.

Küçükken onun en çok hangi özelliğine bayılırdın?

-Sükûnetine. Hálá bayılırım. Babam sakindir. Annem daha alevli ve ateşlidir.

En çok hangi özelliğine sinir olurdun?

-Ben arkadaşlarımla hiç tatile gidemedim. Trafik kazalarından korktuğu için izin vermedi. Hayatımda ilk yalnız tatilim Ercan’ladır. 23 yaşındaydım. E sinir oldum tabii.

Ben babamın 36 yaşını hatırlıyorum. Çok yakışıklıydı. Banyodaki aynaya bakarak saçlarını biryantinle geriye yapıştırırdı. "Aman Allah’ım Cüneyt Arkın’dan daha yakışıklı babam var!" derdim. Senin babana dair böyle karelerin var mı?

-Ben, biraz da esprisine, anneme "Sen bu adamın neresini beğendin de evlendin?" diye sorardım. Ama bunu söylediğim zamanlar babamın bıyıklı olduğu zamanlar. Annem de "Senin baban Jim Morrison ve Mick Jagger arası bir adamdı" derdi. Eski fotoğraflarına bakınca hakikaten de öyle. Babamı karizmatik bulurum ben.

Onu hangi yaşta dondurmak istersin?

-Fransa’da olduğu yıllar. Saçları uzunken.

Annenle babanın tanışma hikayelerinde/ evliliklerinde/ ve bunca yıl devam eden aşklarında seni en çok etkileyen ne?

-Hálá beraber olmaları. Bunca olay yaşanmış. Annem de anlatıyor işte, ütü bile fırlatmış babama, bunlara rağmen ayrılmadılar.

Sen tanık oldun mu o ütü atmalara filan...

-Hayır. Ama çok şiddetli kavga ettikleri dönemleri hatırlıyorum.

Sen sormuyor muydun "Niye kavga ediyorsunuz?" diye.

-Hayır sormam, ben kimseyi yargılamam. Ama kendi kendime, "Boşansalar da hepimiz rahatlasak" dediğimi hatırlıyorum. Sonra bir dönem geldi, her şey normale döndü. Birbirlerine aşkla bağlı olduklarını düşünüyorum, bu yüzden 38 yıldır kopmadılar.

Annene yakınlığın ile babana yakınlığın arasında ne fark var?

-Hayatı birebir annemle yaşadım ben. Bu yüzden onunla çatıştım da. Onu ancak kendi çocuklarım olduktan sonra anladım. Meğer, bir sürü şeye endişeleri yüzünden izin vermiyormuş.

Sen üzerine çok düşülmüş bir çocuk musun?

-Hem de nasıl. Tek çocuğum, 5 yaşında menenjit geçirmişim, annem delirmiş tabii. Beni kavanoza koyup, saklamak istedi. Haliyle tepki gösterdim, ama şimdi fark ediyorum ki, ben de çocuklarımı kavanozlayıp kaldırmak istiyorum.

Annene mi babana mı daha çok benzediğini düşünüyorsun?

-Doğrucu bir tarafım vardır, bunu annemden almışım. İnsan ilişkilerinde yumuşak ve herkesi olduğu gibi kabul eden bir yapım var. Bu da babamdan geliyor diye düşünüyorum.

Babanın en çok neyi ile gurur duyuyorsun?

-Babam kimseyi yargılamaz. Bu özelliğine hayranım.

Ne zaman başka babalara benzemeyen bir baban olduğunu fark ettin?

-Bir sevgilim vardı Kanadalı, Ralph Lauren’in mankenliğini yapıyor ve bilgisayar mühendisliği okuyordu. Ama o Kanada’da, ben Ankara’daydım. Ve günün birinde ben bir başkasına aşık oldum. Hayatımda biri varken, bir başkasına aşık olduğum için de çok utandım. Annem ve babam karşılarına alıp "Neden ayrılıyorsun?" deyince ne cevap vereceğimi bilemedim. Birden ağzımdan "Çünkü Müslüman değil!" gibi saçmasapan bir şey çıktı. Babam, "Sen şaşırdın herhalde!" dedi "Bizim yetiştirdiğimiz bir çocuk böyle bir şey nasıl söyleyebilir?" Bu lafı bana tokat gibi geldi. Sonra gerçeği söyledim tabii ama o gün, başka babalara benzemeyen bir babam olduğunu iyice anladım.

Fransız eğitimi alman kimin fikriydi?

-İkisinin de.

Hayatında neleri aslında baban istiyor diye yaptın?

-Sinema okumak istiyordum. Babam, "İşletme oku, temel bir eğitimin olsun, sonra ne istersen oku" dediği için işletme okudum. Pişmanım. Babam her şeyi yumuşak yumuşak söyler, kararları sen veriyormuşsun gibi yapar ama aslında çaktırmadan manipüle eder. Bazen yani.

Sana sesini hiç yükseltti mi?

-Hayır asla. Bana hep "Kaçta geleceksin, saat ver" derdi. Bir gün akşam 11’de geleceğimi söyledim. Fakat çok yağmur yağıyordu, taksi yoktu, eve 15 dakika geç geldim. O sahneyi hiç unutmuyorum. Eve girdim anahtarla, ikisi de salonda koltukta oturuyor, annem zaten hiç bakmadı yüzüme. Babam ise dedi ki: "Benim hayatımdan 20 yıl gitti şu 15 dakikada. O yüzden 3 hafta hiçbir yere çıkamayacaksın!" Ama bunu bile sakin bir ses tonuyla söyledi.

En yakın arkadaşın Yonca’dan dinlediğim bir hikaye... Bir gün sen ve Yonca evdesiniz, baban da Hürriyet’in bir davetinde, iki çocuk korktuğunuzu söylüyorsunuz ve baban daveti bırakıp eve geliyor, öyle mi?

-Evet. Piyade Sokak’ta oturuyorduk. Suna Apartmanı. İki kat aşağıya iniliyordu. Bir bahçesi vardı. 15 yaşında filanız. Biri bizi dışarıdan izliyormuş hissine kapıldık, tıkırtılar da duyunca, evde ikiye bölünmüş bir makas bulduk, bir tarafını Yonca aldı, bir tarafını ben, korku içinde bekliyoruz. Babamı aradım. "Hemen geliyorum" dedi, atlayıp geldi.

Başka bu tür kareler...

-Bir gün mutfakta oturuyoruz yine Yonca ile. Kapı çaldı, babam geldi, Özal’la Amerika’ya gitmiş, geri dönüyor, "Kızlar bakın size ne getirdim!" dedi. Bir REM CD’si. "Loosing My Religion" Avrupa’da henüz duyulmamıştı. Öldük tabii biz. Hayatımın ilk Tina Turner ve George Michael CD’lerini de babam aldı. U2 ile de o tanıştırdı. Onun getirdiği CD’leri millet okulda çoğaltırdı, acayip havam olurdu.

Senin büyümene ne kadar tanıklık etti?

-Babam, İstanbul’a gelene kadar hep bir aradaydık aslında. Ben Papillon’a yatay geçiş yapmayı reddettim, "Okulu bırakmam" dedim. Biz annemle Ankara’da kaldık. Hayatımızın dönüm noktası budur, evet daha rahat bir hayatımız oldu, ama babam çıktı hayatımızdan.

Ankara’da okuduğun Fransız okuluna (Charles de GaulLe) kafa tutmuş, doğru mu? "Çocuklar haklıdır, siz onlara haksızlık ediyorsunuz" diye mektup yazmış...

-Evet. Yapardı öyle şeyler. Öyle "Eti senin, kemiği benim" anlayışında bir adam değildir. Okulda haksızlık olarak değerlendirdiğimiz bir şey olursa, oturma eylemi yapardık, sınıflara girmezdik. Grev yani! Babam da desteklerdi bizi. Böyle de komik bir adamdır.

Biraz da olumsuz özelliklerini öğrenelim.

-Ayakkabıları! Nefret ediyorum giydiği ayakkabılardan. Siluetini yakıştırmadığım tuhaf ayakkabılar giyiyor. Bu konuda inanılmaz zevksiz. Spor ayakkabı almayı da bilmiyor. Nike’ın en cafcaflı renklerinden alıyor.

Ben valla Gap’i, Abercrombie’yi seneler önce ilk onun üzerinde gördüm. Gömleğini dışarıda bırakıp içine tişört giyiyordu...

-Evet öyle numaralar yapıyor. Dergi mergi karıştırıyor ya da birinin üzerinde görüyor. Meraklı, yeniliklere açık. Mesela sabaha kadar Justin Timberlake konserini izliyor. Ve her şeyi biliyor. Diyorum ki "Tamam benim dönemimi yakaladın, ama kızımınkini yakalamak için uğraşma baba!" Boşuna söylüyorum tabii, Zeynep’e de Hannah Montana CD’lerini filan getiriyor.

Hiç uyumadığı, elinde uzaktan kumandayla zombi gibi yaşadığı doğru mu?

-Doğru, uzaktan kumanda hep elinde. Bir film izlemeye başlıyor, başını yani, sonra bütün arada uyuyor, bir de sonunu seyrediyor. Ama tuhaf, sonra filmi kare kare anlatabiliyor. Ya gözü açık uyuyor, ya da gözü kapalı ama dinliyor. Bilmiyorum artık ne yapıyor.

Erkeklerle ilişkine ne kadar müdahale etti?

-Hiç etmedi. Gerçi ben babama "Biliyor musun, erkek arkadaşımla bunlar bunlar oldu" demezdim. Ben anneme anlatırdım, o gider babama anlatırdı.

İlk seviştiğin erkeği bildi mi?

-Annem kesin söylemiştir.

Doğum kontrolü filan, bu tür konuşmalar...

-Annemle yapıldı. Zaten gerçek sevgilim olduğunda 17 filandım.

Aşık olduğu ilk adama kapılıp gitmesin endişesi yaşayan oldu mu?

-Annem. Babamla evlendiğinde 17 yaşındaymış. Ben de aynı şeyi yaparım ve üniversiteye gitmem diye endişelendi.

Ercan’la ilişkine her ikisi de okey verdi mi?

-Tabii, tabii. İkisi de Ercan’ı benden önce tanıdılar ve çok sevdiler. Annemin bir arkadaşı tanıştırmış onları, sonra beni de tanıştırdı. Hafif görücü usulü yani. İlk yemekte birbirimize aşık olduk.

İnsanların babanı sevmediğini düşündüğün oluyor mu? Ya da "Benim babam sizin tanıdığınız insan değil" diye ortaya çıkmak istediğin...

-Eskiden oluyordu. Artık umursamıyorum. Sevmek isteyen zaten neyin ne olduğunu biliyor, nefret etmek isteyen için de yapabileceğim bir şey yok...

"İktidar"a mı bağlıyorsun bütün bu olumsuz görüşleri?

-Biraz öyle tabii. O ya da bu şekilde sivrilen herkesin başına geliyordur benzer şeyler.

Biz onu hep güçlü görüyoruz. Üzülmez ve takmaz gibi. Üzülür mü?

-E bence üzüldüğü şeyler oluyor.

Senin onun hayatını yaşamak zorunda kaldığın oluyor mu?

-İster istemez oldu. Yeni işe mi giriyorsun, bakış açısı şu: Ertuğrul Özkök’ün kızı olduğu için oradasın. Herkes üç ayda alışıyor, sana bir yıl gerekiyor, çünkü bir de kendini kanıtlamak için uğraşıyorsun, ama artık aldırmıyorum.

Kendine başka alan seçmeyi düşünmedin mi?

-Keşke. Ama hayat bu tarafa mı sürüklüyor nedir. Ben bu televizyon işlerini seviyorum. Bilkent’te okurken TRT’de çalışmaya başladım.

Arada bir ev var, iyi bir şey mi, insanın annesiyle babasıyla bu kadar iç içe yaşaması...

-Bana güven veriyor. Ama bir ay görüşmediğimiz oluyor. Zannetme ki çocukları postalayıp, Ercan’la bir yere kaçabiliyoruz. Bizimkiler klasik Türk anneannesi ve dedesi değil. "Çocuklar bize gelsin oynayalım" diyorlar ama sonra "Yanınıza dönsünler!" kıvamındalar.

Hayvan sevgisi sana kimden geçti?

-İkisi de sever. Ben hayvanlarla iç içe büyüdüm. Doğduğumdan beni her sene kuduz aşısı oldum neredeyse, devamlı kucağımda kedi ya da köpek yavrusu...

1.5 sene boyunca felçli bir kediye bakmışsın...

-Evet. Bizim ev baştan sona halıydı, bütün halıları söktüm, muşamba ile kapladım, ona 1.5 sene boyunca baktım. Bir kere de Yalıkavak’ta baktım, yaşlı bir eşek, ne su var önünde ne yemek. Ölsün diye bırakmışlar. Ben perişan oldum tabii. Yabancı bir kadın buldum, bahçesine almayı kabul etti bizim eşeği.

Sanem Altan annenle çok güzel bir röportaj yaptı. Annen inanılmaz sahiciydi...

-Öyledir. Son söylenecek şeyi de ilk söyler. O kadar da samimidir ki, kırılamazsın bile. Annem hep çok güzel bir kadındı. Çok zayıf ve dolgun göğüsleri olan. Annemi hep bikini ile hatırlıyorum, yanık tenli ve güzel vücutlu. Gözüme hep çok alımlı gözükürdü. Ala fransez bir kadındı, kloş etekler, uzun çizmeler.

Annen o röportajda babanla kendisi için öngördüğünü anlatmıştı: "Küçük bir evde de yaşarız, illa yayın yönetmeni olması gerekmiyor, yazı yazsın, kitap yazsın..." Sen ikisine dair nasıl bir gelecek hayal ediyorsun?

-Ben de artık babamın akademisyen olması gerektiğini düşünüyorum. Artık bencillik yapmasın, birikimlerini genç insanlara aktarsın ya da kitap yazsın...

Sana hayatta öğrettiği en önemli şey?

-Bir kadınla bir erkeğin ilişkisini o iki kişiden başka kimsenin anlayamayacağı.

Senin ona öğrettiğin en önemli şey?

-Geçen gün "Benim seni yargılamıyor olmam bir meziyet değil çünkü büyük olan benim ama sen çocuk olarak beni rahatlıkla yargılayabilirdin, yapmadın, asıl meziyet bu" dedi.

Baban hakkında çıkan dedikodulara artık alıştın mı?

-Evet. Bazen soruyorum, "Saçmalama" diyor.

Peki kendi hakkında çıkan dedikodular? Ben de hep sizin Ercan’la boşanacağınızı duyuyorum...

-Biz Ercan’la evlenirken daha "Yürümez bu ilişki!" diyorlardı. Yürür yürümez orasını bilmiyorum, bizim de zor zamanlarımız oluyor ama Allah’a şükür bir şekilde üstesinden geliyoruz. Ama yarın ne olur bilemem, kim biliyor ki?

Haberin Devamı

İkinci doğumdan sonra beni hastaneye yatırın diye yalvardım

Hamilelik sonrası dönem nasıl geçti?


-Herkes kendine göre kötü yaşıyor. Benim yaşadığımsa, bana göre en kötüsü.

Elif Şafak’ın Siyah Süt’ünü okuyunca, "Benim yaşadığımın yanında solda sıfır kalır" dedin mi?

-Dedim.

İki çocukta da mı?

-Evet.

Tam olarak ne yaşadın?

-Hormonlarım beni sınadı diyelim. Zeynep’te, yaşadığım şeyi tetikleyen depremdi. Zeynep 2 Ağustos 1999 doğumlu. 15 günlük loğusaydım deprem olduğunda. Ercan askerdeydi, yalnızdım falan filan. Bir anda yabancılaştım. Kendime de çocuğuma da. "Ben bakamıyorum bu çocuğa" hissine kapıldım. Bu hal Zeynep’te 6 ay, Sinan’da bir buçuk yıl sürdü.

Başka ne tür korkular? Ölüm, kaybetme...

-Her şey. Dünyaya bir canlı getiriyorsun. "Çocuk bakmak acayip bir sorumluluk, buna hazır mıyım?"la başlayıp, "Bu dünyaya çocuk mu doğurulur? Zaten deprem oluyor, zaten kuş gribi var, zaten her şey kötüye gidiyor!" diyorsun. Böyle bir çarka girip...

Peki nasıl çıktın?

-İlkinde yardım aldım. İkincide çok ciddi bir kilo kaybım oldu, ellerimde yaralar çıkmaya, saçlarım dökülmeye başladı. Ondan sonra annem beni bir psikoloğa yolladı. O da dedi ki, "Bunu bir psikiyatrla beraber takip edeceğiz". Ciddi ilaç kullandım.

Post-natal sendrom yaşayan kadının kocası ne halde olur?

-Perişan bir halde olur! Ercan’a sor istersen. Öyle bir gelgit kafam vardı ki o ara. Doktoruma "Beni hastaneye yatırın" diye yalvarıyordum. Bir gün ağlayarak telefon açtım "Lütfen beni üç ay uyutun..." dedim. "İyi de" dedi, "Uyanınca ne değişecek?"

Ercan da mı sana ulaşamıyordu?

-Hayır. Herkese, her şeye kendimi kapatmıştım. Zeynep daha anlar durumdaydı, Sinan tabii bebek, emzirmek lazım, ama ilaç alınca emziremiyorsun da. Bunun da suçluluğu vardı üzerimde. En zor durumda Ercan kaldı. Ama hiç sesini çıkarmadı. Allah’tan hepsi geride kaldı, bir buçuk yıldır çok iyiyim.

Ercan, seninle evli diye talihli bir adam mı, talihsiz mi?

-Valla, paketin tamamı çok zor onun için! Biz beraber olmaya başlamadan önce albüm yapıyordu, gazetelere çıkıyordu, sonra her şey bıçak gibi kesildi. Derken bir önyargı oluştu. O da benim gibi kendini kanıtlamak zorunda kaldı. "Hep Ertuğrul onu oraya koymuştur" dendi. Tüm bunlar benim alışık olduğum şeylerdi ama o alışık değildi. O yüzden diyorum ya paketin tamamı zor diye...

Ercan senin için neden vazgeçilmez?

-Çünkü beni özgür bırakır. Ercan tepemde değildir. Vazgeçilmez diyorum ama ben aşık olmaya çok inanıyorum. İnsan aşık olursa, bir sürü şeyi yakabilir, yıkabilir ve bu her an, herkesin başına gelebilir. Benim ilk başta bir kıskançlığım vardı ama bu konuda da eğittim kendimi.

Ondan şikayetçi olduğun bir şey söyle...

-Sinirli. İşle ilgili inanılmaz bir agresyonu var. Belki normal ama bu benim babamda görmediğim bir şey, sanırım o yüzden tuhaf geliyor.

"Damat" diye anılması, sanki bir yerlerden nasipleniyor gibi gösterilmesi ona haksızlık...

-Evet hem de çok.

Peki "damat" olmasının hiç mi avantajı yok?

-Avantajı yüzde 40’sa, dezavantajı yüzde 60’tır.

Evliliğin sana bastığı, seni sıktığı oluyor mu?

-Hem de nasıl. Sadece evlilik demek yanlış olur. Bütün bu yoğunluk, bu nefes alamama hali... Çekip gitme isteği uyandırıyor.

Çok güzel, uzun bacakların var...

-Ben hep pantolon giyerim aslında. Ama Ercan’la ilk yemeğe çıkacağımız akşam, mini etek giymiştim.

Kocandan başka bir erkekle en son ne zaman flört ettin?

-Valla, bayağı olmuş, hatırlamıyorum bile. Onu bırak, kendimi bazen kızım için hayal kurarken yakalıyorum. Zeynep’in ilk flörtünü düşünüyorum.

Ercan seni ne kadar kıskanır?

-Bence çok kıskanıyor ama hiç göstermiyor...

Bu diziye 17 aylık bebeğe yapılanlardan sonra karar verdim

Hayırlı olsun, TRT’de dizin başladı. Bu dizi nereden çıktı?

-Adli Tıp’a bayılıyorum, kriminal dizilere çok meraklıyım. Hep böyle bir hayalim vardı, bir vesileyle adli tıp profesörü Oğuz Polat’la tanıştık ve çok anlaştık. Hikaye onun hikayesi ve çekmeye başladık.

Sen bu dizinin nesisin?

-Genel koordinatörü. Üçüncü bölümden itibaren Ercan çekmeye başladı. Şu an dördüncü bölüm çekiliyor.

Başı sonu olan hikayeler mi?

-Evet, evet. Üst düzey yetkililer tarafından Marmara Adli Tıp (MAT) diye bir birim kuruluyor. Çünkü şiddet cinayetleriyle ilgili ciddi bir artış var. Başına bir profesör koyuyorlar, o da kendi ekibini oluşturuyor. İşte bu film de o ekibin hikayesi. Her türlü cinayet değil de, çözülmesi daha zor işler geliyor. Birinci bölüm, kız çocuğu tecavüzleri ve cinayetleriydi. Her bölümün sonunda bilgi de veriyoruz, başvuracak telefon numaraları ve istatistiki bilgiler.

Neden TRT?

-Mesaj verme kaygım var, sanki TRT bu iş için daha uygun olur diye düşündüm. Bir de o esnada TRT ile iş yapıyorduk.

Neden mesaj kaygın var?

-Çünkü bir sürü şeye anlam veremiyorum. Özellikle çocukların yaşadığı şiddete. Biraz olsun bu konuda farkındalık yaratabilirsem ne mutlu bana.

"Bu ülkede ne benim çocuklarım ne başka çocuklar güvende." Bu muydu yola çıkış noktan?

-İzmir’deki 17 aylık bebeğe yapılan o felaket şeylerdi aslında beni bu diziyi çekmeye iten. Öyle bir noktaya geldim ki, kime ne kadar ulaşabilirsem ulaşmak istedim, insanlara bir faydam olsun istiyorum.

Bizi bu diziyi izlemeye ikna et...

-Başka hiçbir yerde göremeyeceğiniz şeyler var. Bir de çok gerçek. Bir sürü şey öğrenebilirsiniz. Ayrıca bir sürprizimiz var.

Nedir o?

-Bir bölümde babamı oynatacağım.

Vayyyy.

-Evet onu kötü emellerime alet edeceğim. Kızı Türkiye’de öldürülen bir Fransız kızın babasını canlandıracak, Figen Batur da eşi olacak. 5. bölümde ise ben oynayacağım, bir kadın tetikçiyi canlandıracağım. Bizim ekipte herkes bir bölümde oynuyor. Ercan da oynayacak.

Yazarın Tüm Yazıları