Diyetler neden başarısız

Güncelleme Tarihi:

Diyetler neden başarısız
Oluşturulma Tarihi: Aralık 13, 2009 10:35

Prof. Dr. Osman Müftüoğlu diyetlerin neden başarısız olduğu sorusuna cevap arıyor

Diyetlerin çoğunda binbir zahmetle kaybedilen kilolar 2-3 yıl içinde fazlasıyla geri alınıyor. Bu başarısızlığın nedenini tek cümlede özetlemek mümkün: Diyet listeleri hazırlanırken sebep-sonuç ilişkisinin üzerinde yeteri kadar durulmuyor. Planlar buna göre yapılmıyor.

Oysa her beden farklı. Herkes aynı nedenle kilo almıyor. Birinde kilo yapan bir sorun, diğerini etkilemiyor. Birinde hipotiroidi veya insülin direnci varken, diğerinde olmuyor. Biri kilo kazanımını tahrik eden ilaç kullanıyor, diğerinin sorunu depresyondan kaynaklanıyor. Ayrıca her diyetin her bedene uymayacağı konusu çoğu zaman ıskalanıyor. Daha da önemlisi kilolu olmak ve diyet yapmak stresinin ruhsal etkileri gözden kaçırılıyor.

Yetmedi!

Sürecin ana belirleyicilerinden biri olan ruhsal uyum ısrarla ıskalanıyor. Beden bir kaloriölçer makine sayılıp konu mekanik bir sürece dönüştürülüyor. Fazla kilolu kişilerin diyet sözcüğünü daha duyar duymaz ürpermesi ve “kibrit kutusu beyaz peynir” düzeninden nefret etmesinin nedeni de bu yanlışlarda gizli olmalı.

Kısacası kilo probleminin arkasında gizlenen ruhsal, bedensel (metabolik, hormonal), genetik problemler, çevre, aile, iş, arkadaş, ev, eş faktörleri gibi etkiler dikkate alınmadığı sürece bu sorunu sadece diyet listeleriyle çözmeye kalkmak yenilgiyi daha yolun başında kabullenmek anlamına geliyor.

Bir başka nokta da bu sözcüğün mahrumiyet durumuyla eş tutulması, bu yaklaşımın yeteri kadar anlaşılamamış ve aşılamamış olması. Diyet yaparken göz yumulan mahrumiyetin acısı, program bitince hatta bazen program sürerken fazlasıyla çıkarılıyor. Son nokta: Kilo sorununun çözümünde diyet listeleri muhakkak ki önemli ama tek başına yapıldıkları, kişiye göre planlanmadıkları zaman arka planda yatan neden çözülmediği için pek işe yaramıyorlar.

Bellek sorunu mu, dalgınlık mı

Alzheimer hastalığının popüler hale gelmesi bellek kaybına karşı ilgiyi artırdı. Bu durum bazen çok fazla abartılabiliyor. Ben kendi adıma her gün birkaç hastamın gereksiz yere bellek kaybından endişelendiğini görüp üzülüyorum. Özellikle son zamanlarda insanların bellekleriyle ilgili bazı sorunlar yaşadıkları doğru ama problem belleğin zayıflamasından değil, bilgi kaydının yeteri kadar iyi tutulamamasından ya da beyinlerimizi gereğinden çok yüklememizden kaynaklanıyor. Bir bilgiyi hatırlayabilmenin (bir ismi, telefon numarasını, deyimi, hatırayı, fıkrayı yeniden belleğin ön tarafına çıkarabilmenin) yolu o bilginin sağlıklı bir şekilde kaydedilip saklanmasıyla yakından ilişkili.

O bilgi kaydedilirken başka bilgilerle karıştırılmışsa çoğu zaman kaydettiğinizi zanneder, aldanırsınız. Bu özellikle yapısal ya da sorunsal nedenlerle (bazı ilaçlar, depresyon gibi) dalgınlık problemi yaşayanlarda sık görülen bir arıza. Dalgın insanların çoğu bilgileri doğru dürüst kaydetmeyi beceremediklerinden onları hatırlamakta zorluk çeker ve bu durumun bellek kaybından kaynaklandığını düşünüp boş yere üzülürler. Çoğu şeyi aynı anda yapmaya çalışan, sıkışık ve stresli zamanlarda birçok bilgiyi birlikte kullanmak zorunda kalan, yani bir koltukta dört karpuz taşımayı marifet sayanlarda da bazı bilgiler ya yeterince kaydedilemiyor ya da geri çağırılırken gereği kadar hatırlanamıyor. Yani beyni çok işlemci bir bilgisayar gibi kullanmak da bellek açısından doğru bir alışkanlık gibi görünmüyor.

Kanserden ölümler artıyor mu

Değişik doku ve organ kanserlerine eskisinden daha sık rastlandığı doğru. Özellikle gelişmiş ülkelerde kansere yakalanma ihtimalinin arttığını gösteren epidemiyolojik bulgular var. Bu bilgi en azından bazı kanserler için tartışılmaz gibi görünüyor. İstatistiksel verileri son derece güvenli olan Amerika’da 1900 yılında yüzde 3 olan kanserden ölüm oranı, 2000’de yüzde 24’e çıkmış (Prof. Dr. Ahmet Aydın/Taş Devri Diyeti/Hayy Kitap/2009). Artış prostat kanseri, meme kanseri gibi kanserlerde daha belirgin. Bazı kanserlerin sıklığındaysa azalma var. Mesela kolon kanseri sıklığının beslenme hataları azaldıkça düştüğü, akciğer kanseri sıklığının sigarayla mücadele eden ülkelerde azaldığını gösteren birçok çalışma yayınlandı. Bizim ülkemize gelince... Kanser sorunu bizde hızla büyüyor. Sigara tüketimimizin fazlalığı, besin güvenliğimizin sınırlı olması, çevre kirliliğinin hızla artması bu durumun en önemli nedenleri.

Likopen gerçekten işe yarıyor mu

Fazladan kazandığınız her bir gram likopenin daha az kalp krizi, meme kanseri, cilt kanseri anlamına geldiği doğru. Likopen diğer adıyla “kırmızı mucize” özellikle domates, karpuz, pembe greyfurt ve kayısıda bulunan doğal bir besin unsuru. Karetenoid yapısındaki bu maddenin antioksidan gücünün çok yüksek olduğu birçok kez kanıtlandı. Taze domatesle de kazanılabiliyor ama domates biraz ısıtılıp azıcık örselenirse içindeki likopeni vücut daha kolay emiyor. Keza yağda eriyen bir madde olduğu için yağlı besinlerle birlikte alındığında faydası daha da artıyor. Yani ateşte hafifçe ısıtılmış domatesin üzerinde birazcık zeytinyağı gezdirmek, salatalara daha çok domates (taze veya kuru) eklemek, domates çorbası, salça, ketçap gibi ürünleri daha çok kullanmak sağlık yönünden son derece akıllı seçimler. Likopenin yalnız kanser ve damar sertliğinden korunmaya değil, cilt yaşlanmasını geciktirme ve hafifletmeye de yardımcı olabileceğini yeniden hatırlatalım. Peki, bu maddeden daha çok yararlanmak için likopen kapsüllerini para verip almalı, zahmete girip yutmalı mıyız? Destek olarak likopen kapsüllerini almanın faydalı olduğunu gösteren güvenilir bir çalışma yok. En iyisi daha çok domates, domates ürünü yemek veya domates suyu içmek. Bu arada yaz gelince karpuzu, bugünlerde de pembe greyfurdu ihmal etmeyin.

PSA’yı düşürmek prostat kanseri riskini azaltır

Prostat büyümesi neredeyse her erkeğin değişmez kaderi, prostat kanseriyse erkek yaşlanmasının tatsız konularından biri. Her yıl çok sayıda erkek bu hastalığa yakalanıyor. PSA testi hastalığın erken teşhisinde ve ameliyat sonrasındaki nükslerin takibinde kullanılan bir tarama yöntemi. Prostat bezine spesifik bir antijenin kanda yükselmesi prostat kanseri lehine bir bulgu. Bununla birlikte PSA, prostat bezi iltihaplarında da yükselebiliyor. Bu nedenle ürologlar çoğu zaman kanser lehine başka bir bulgu yoksa 2-3 haftalık antibiyotik tedavisiyle muhtemel bir prostat iltihabını baskılayarak PSA’da düşme olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Antibiyotikten sonra PSA’nız düşmezse bu iyi haber kabul ediliyor ve sorunun prostat bezinin iltihaplanmasından (prostatit) kaynaklandığı düşünülüyor. Ama PSA’yı düşürmenin kanser olasılığını azaltma gibi bir anlamı ya da faydası yok. Yıllık sağlık taramalarınızda PSA seviyelerinize baktırmayı unutmayın. Değer normal aralıktan yüksek çıkarsa özellikle yaşınız ellilerin üzerindeyse üroloğunuzla bu bilgiyi paylaşın.

Glukozaminin romatizma tedavisinde ciddi bir faydası var mı

Glikozamin ve kondroidin ihtiva eden destekler eskiye oranla daha sık kullanılıyor. Önceleri yalnızca tamamlayıcı tıbba inananların tavsiye ettiği bu destekleri şimdilerde dahiliye, ortopedi, hatta romatoloji uzmanlarının reçetelerinde de görmek mümkün. Doğal desteklere inanmış biri olarak bu gelişme beni memnun ediyor. Glikozamin ve kondroidinin özellikle eklem kıkırdağının kendisini yenilemesi ve güçlendirmesine destek olduğunu gösteren çalışmalar var. Bu çalışmaların henüz tatmin edici düzeyde olmadığını da itiraf etmek lazım. Bu maddelerin yaygın olarak kullanılmasının nedeni kullananların fayda gördüklerini söylemeleri. Benim kanaatim de kaliteli bir glikozamin kondroidin desteğinin eklem sorunlarının çözümünde hastalara yardımcı olabildiği yönünde. Burada önemli nokta yine kaliteli ürün kullanmak. Kaliteli ürün, bir besin desteğinin ilaç üretimi standartlarında üretilmesi anlamına geliyor. Ürün kalitesi arttıkça biyolojik yarar artıyor, yan etkiler azalıyor. Glikozamini kabuklu deniz hayvanlarına alerjisi olanlar kullanmamalı. Kan şekerini yükseltebileceği bilindiğinden şeker hastaları ya hiç kullanmamalı ya da dikkatli olmalı. Mide ve bağırsak sorunlarına yol açabileceği de unutulmamalı. Kullanım süreci 2-2.5 ay ile sınırlandırılmalı, 15-30 günlük aralar vermek unutulmamalı. Glukozaminin herhangi bir romatizmal hastalıkta tedaviyi tek başına başarması olanaksız. Daha çok diğer tedavilere destek ya da geçici bir çözüm olarak kullanılmalı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!