Dip dipe yaşamak aşkı öldürür mü?

Cuma günkü yazıma yine bir sürü e-posta geldi sizlerden. Bir kısmını yayınlıyorum; buyurun buradan okuyun…

Haberin Devamı

Kuzenimle yatağımızda deliler gibi sevişerek aldattı beni...

Sevgili Ayşe ;

Ben seni okumaya o boşanma evrende başladım, tesadüfen hiç bilmiyordum seni. Sadece Tekin Aral’ın kızı olman haricinde... Okudukça okumaya başladım seni. Dedim; tam benlik bu kadın, tam benim hislerime ortak. Bu son yazını da okuyunca cevap yazma ihtiyacı duydum; Ayşe ben hayatımda babamı hiç görmedim, tanımadım, kimseye de baba demedim hayatımda. Onun vermiş olduğu eksiklikle hayatıma giren bütün erkeklere beni sahiplenin dedim, bazısı sahiplendi bazısı uğraşamam senin gibi kadınlarla dedi, çekti gitti. Ama hiçbiri son giden kadar acı vermedi bana, ayak tırnaklarımdan saçımın teline kadar hissettiğim erkek ( kocam olurdu kendisi). Kuzenimle yatağımızda deliler gibi sevişerek aldattı beni... İlaçlar içtim kendimden geçtim ama acım geçmedi. Hemen boşandık, evler ayrıldı ben annemle yaşamaya başladım. Aradan bir yıl geçti şimdiki erkek arkadaşımla tanıştım. O bekâr hiç evlenmemiş ve evlilik delisi bir insan ama ben o kadar korkuyorum ki başıma yine aynısı gelecekmiş gibi. Aynı evde altı aydır birlikte yaşıyoruz, o da benim gibi babasız büyümüş ve ortak noktamız beni anlıyor, hele an geliyor öyle bir bakıyor ki sanırım aşk diyorum bu. Şu an evli değil  ama aynı evde yaşıyoruz ve ben kesinlikle evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünmüyorum ama korkularım yüzünde evlenmeyi de düşünmüyorum. Her şeye rağmen bu adamla gün geliyor evlenebilirim diyorum.  Korkularımı yendiğim anda evleneceğim... Sevgiyle Kal...

Haberin Devamı

Sinem. A.

 ***

Yalnız yatmaktan sıkıldım!

 Merhaba Ayşe Hanım,

Yazınızı okudum, bir an sanki benmişim gibi geldi ama sadece boşanmadan önceki son zamanlarım gibi. Evlilik aşkı öldürmüyor bilakis bence daha da ateşlendiriyor. Benim boşandıktan sonra ( üç yıl) iyi bir bekârlık geçirdim, kelimenin tam anlamıyla yaşanması gereken ya da hayal edilen ne varsa yaşadım. Ama içimdeki boşluğu dolduracak bir bayan bulamadım. Yatak muhabbeti de sıkmaya başladı; duygusal açlık da her geçen gün kendisini fazlaca hissettirmeye başladı ve artık yalnız yatmaktan sıkıldım ( geçici sevdaları hesaba katmıyorum ). Ve kendimce bir karar verdim ve 2000 yılında mantık evliliği yaparım artık diye karar vermiştim ki yukarıdaki dur bakalım buna sen karar veremezsin dedi ve karşıma ister ruh ikizi deyin ister kalbimin yarısı deyin ne derseniz deyin böyle bir bayan çıkardı. O İstanbul'da ben İzmir'de ama mesafeler yok san ki. Süper bir hızla evlendik. Bende öncekinden çocuk yok, onda öncekinden bir erkek bir de kız çocuğu var. ( erkek o zaman on iki  kız da üç buçuk yaşında )

Haberin Devamı

Bence inanılmaz bir beraberlik ve aşk var. Bu aşk bize bir de güzel bir meyve verdi şimdi, o da beş yaşında. Hem annesinin hem de benim ortak özelliklerimizi taşıyan çok tatlı bir kız ( kuzguna yavrusu şahin görünürmüş ). Yaklaşık olarak dokuz buçuk yıllık evliyiz ama inanın ilk günkü heyecanımızdan hiçbir şey kaybetmediğimiz gibi ister aşk deyin ister sevgi deyin nasıl nitelendirirseniz nitelendirin sanki ekleye ekleye daha da büyüdü ve arttı bu aşkımız ve sevgimiz ( Allah bozmasın). Ama bu nasıl oldu derseniz geçmişten ders aldık herhalde. Birbirimize son derece açık olduk, hiç bir şeyimizi birbirimizden gizlemedik. Her şeyi açık açık konuştuk. Ve hâlâ konuşuruz. Hem aşk hem de aile hayatımız (her şey) gerçekten çok güzel.

Haberin Devamı

Biz de evde kalabalığız, bizimkisi ekonomik krizden dolayı. kayınpeder, kayınvalide ve üç çocuk eşim ve ben. Sizin de yazdığınız gibi tam bir İtalyan aile tarzında yaşıyoruz harala gürele ama bütün bu zaman trafiği içerisinde kaçamak bakışlar, kaçamak öpüşler ( bazen küçüğe yakalanıyoruz ) evde flört etmeler, vs. Ben ve eşim ikinci evliliğimizde hem aşkı hem de gerçek sevgiyi yeniden bulduk. Bunu eskisiyle karşılaştırdığımızda da gördük  ki ikimizde ilk evliliğimizi aşk evliliği yaptık sanıyormuşuz arada büyük fark olduğunu varmış.

Yani kısaca evlilik aşkı öldürmüyor, paylaşmamak, konuşmamak yeterince empati kurmamak, karşındakine onun da yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğu zamanları tanımamak var olan aşkı öldürüyor. Bunların tersini yaptığınız takdirde de aşk tavan yapıyor, denemesi bedava ayrıca aldığınız zevk de bonusu. Sevgilerimle,

Haberin Devamı

Bilal. U

***

Seks Çok Önemli!

Merhaba Ayşe,

Eşimle yirmi üç yaşımdayken tanıştım. İlk iki üç seneyi sevişen arkadaşlar olarak geçirdik diye özetleyebilirim. Birbirimize başkalarını asla anlatmadık, her gün mesajlaştık defalarca, telefonda konuştuk sabahlara kadar, gündüzleri veya dışarıda pek görüşmedik, her görüştüğümüzde seviştik ve birbirimizden bir şey beklemedik. Sonra… Ayrıldık. Başka bir kız yüzünden... Bir sürü ek erkek arkadaşı olan ben eşekten düşmüşe döndüm. Bir hafta sakinleştiricilerle yaşayabildim. Ben normale dönerken o bana döndü ve biz eski hayatımıza geri döndük. Ama kadroya benden haberi olmayan bir de nişanlı dâhil edilmişti.

Kısa bir süre sonra onlar ayrıldı. Biz birlikte yaşamaya başladık. Beş sene. Ailemde karışmadı sağ olsunlar. Beş senenin sonunda da evlendik, şimdi de beş buçuk senedir evliyiz. Toplam on üç  sene. Hâlâ her gün sevişiyoruz desem inanır mısın? Kimse inanmıyor gerçi ama… Çocuğumuz yok, bu en büyük avantajımız sanırım. Bütün vaktimizi, bütün ilgimizi birbirimize aktarıyoruz. Mutlu veya üzüntülü en ufak bir şey olsa birbirimize haber veririz hemen herkesten önce. Çünkü birbirimizin en yakın dostuyuz. Aldattığı zaman bile yakalanmayı beklemeden gelip "Ben bir eşeklik ettim" diye anlatabilecek bir adam var karşımda. Sürekli birbirimizi öper koklarız, annelerimiz sıkıldı artık bizim öpüşmelerimizden.

Haberin Devamı

Eşimin gece dışarı çıktığına bu kadar zamandır hiç denk gelmedim. İstese gidebilir. Sormam bile nereye diye. Çünkü kimse kimsenin çobanı değil. Kasmakla, sıkmakla aldatılmayacağımızı sanıyoruz ya, çok yanlış. Yapacak olan yapıyor zaten her şekilde. Ama böyle sıkmayınca adamın bir yere gidesi gelmiyor zaten.

Seks çok önemli; eğer iyi bir seks hayatınız yoksa o ilişki bir yerde patlar mutlaka. Bir de iyi bir seks hayatıyla vücutta negatif enerji birikmediği için kötü olaylar karşısında dayanma gücünüz de artıyor. Bu konuda ne yazık ki kadınlara öğretilen her şey yanlış… Erkeklerin de pek doğru yönlendirmelerle büyümedikleri ortada. Evlilik hakkında öğrendiklerimiz de yanlış. Mesafeli bir ilişki yaşayarak bir ömrü sıkılmadan nasıl birlikte geçirebilirsin ki?  Saygının öneminden bahsetmiyorum bile. Saygının olmadığı yerde aşk çok uzun yaşamıyor ne yazık ki... Biz daha birbirimize “Lan” bile demiş değiliz. Kavga ederken, tartışırken takınılan tavır çok önemli… Orada saygı sınırları aşıldıysa ondan sonra geri dönmek çok zor olabiliyor.  Ne bileyim, on üç sene sonra hala dip dibe, kucak kucağa, aşkla, tutkuyla yaşıyoruz. Ama b irbirimizden asla vazgeçmedik. İlgimizi hiç esirgemedik. Sevgimizi hep gösterdik. Kavgalı bile olsak birimizin canı sevişmek istiyorsa diğeri hayır demedi. Çok özen gösterdik, çok besledik. Çok beslendik birbirimizden.

Keşke ilişkiler ile ilgili gerçekleri biliyor ve anlıyor olsa insanlar, herkes biraz kendi psikologu olsa da kendi yaptığı hataları analiz edip karşısındakinden önce kendini düzeltmeyi hedeflese, saçma sapan kadınca kaprislerimizden vazgeçsek, Sex and The  City kadınları gibi görünüp plazalarda çalışan mutsuz kadınlardan olacağımıza daha yumuşak davransak ve bulduğumuz her adamı ciddi ilişkiye zorlamasak üç ay sonra... Her şey çok daha kolay ve güzel olacak.

Sevgiler

İpek. Ü

***

Ke- sin- lik- le Heyecanı Öldürüyor!

Sevgili Ayşe Hanım,
 
Lütfen adımı direk yazmayın... Ama birlikte yaşamak ke-sin-lik-le, ke-sin-lik-le heyecanı öldürüyor, aşkı bitiriyor. İnsan özen göstermemeye başlıyor, gaz çıkartıyor bilmem ne, o kişinin her halini görüyorsunuz, keyifsiz mutsuz problemli hallerini de... Özgürlüğünüz kesinlikle elinizden gidiyor... Her hatanız mikroskop altında ve normalde rahatsız edeceğinin on katı rahatsız ediyor.
 
Ben de sevgilime çok severek, çok isteyerek taşındım ve birlikte yasamak ilişkimizi mahvetti gibi hissediyorum. Evlerimiz ayrı kalsaydı, gene dip dibe yaşasaydık ama istediğimizde kabuklarımıza çekilebilseydik? Bilmiyorum çözüm nedir, toplum belli bir yaştan sonra bazı şeyleri bekliyor sanki.
 
Düşüncelerim bu efendim.
 
S.

 ***


Aşkın Frekansı

Merhaba,
Yılın toplamda on ayini yurtdışında geçiriyorum ve genellikle gazeteyi internetten takip ediyorum. Sizin yazılarınızı üç dört aydır takip etmeye başladım ancak bir lezzet oldu benim için ve tutku ayni zamanda, ağzınıza elinize sağlık.
Hele sizin yazılarınızı okumaya başladıktan sonra öğrendiğim, benim gençliğimin vazgeçilmezi "GIRGIR" ile kan bağınızın olması size ayrı bir sempati duymama da neden oldu. O nedenle bundan sonrasında sen veya Ayşe diye devam edeceğim.
 
Aşkın ölmesi mi,
Bir örnek vereyim; hani teknoloji bu kadar gelişmemişken arabamızda radyo kanalı bulmaya çalışırdık elimizle düğmesini çevirerek, bir noktada bir kanal bulurduk düğmeyi hafifçe sağa sola çevirirken, çok hassas bir şekilde sanki düğme kopup düşecekmişçesine, iste bu aşkın frekansı, insanin sadece ve sadece kendi ne ait ask frekansı. Yalnız yolculuk yaparken arabamızda (hayatımızda yani) sadece o frekansı dinleriz, başka hiçbir kanal bizi ilgilendirmez.
Peki, ya evliliğindeki kadın (erkek) ile veya dip dibe yaşadığınla uzun yol giderken, beraber uzun bir yolculuk yaparken?
Uzun yolculuklarda hemen belli eder kendini aşk, yolculardan biri kanalı değiştiriverirse bitivermiştir demek ki.

Ayşe, Ayşe’dir. Aşık olabileceği frekansı sadece ona özeldir; delidir, özgürlüğüne düşkündür, içindeki çocuğu öldürmemiştir. O nedenle aşkını yasayabilir gönlünce. Frekans karışınca da dip dibe yerine yalnız yolculuğa devam eder kanal düğmesini tekrar ayarlamaya çalışarak. Bunu Ayşe’yi eleştirmek için söylemiyorum. Keşke toplumumuzdaki tüm kadınlar bu davranış özgürlüğüne (hem ekonomik hem de sosyal hoş görü anlamında) sahip olsalar niyetiyle belirtiyorum. O zaman çok daha mutlu "beraberlikler" olacağını zannediyorum.
Radyodaki kanalı  ne kadar süre beraber di nleyebildiğinle ilintili aşk. 
 
Ayşecim, sana samimi bir itirafta bulunayım,
Ben elli yaşımdayım, yirmi bir yaşında kızım ve eşimle klasik Türk ailesi "mutlu beraberliğini" yaşıyoruz.
Bu uzun yolculukta herkesin, kızım da dâhil, farklı kanallar dinlediğini ancak gecen yıl bulduğum frekanstaki yeni kanalı dinleyince fark ettim. Bu aşkımdı, delibozuk derdim ona, içindeki çocuk öylesine haşarı özgürlüğünden vazgeçemeyen,
yani "deli Ayşe"ye çok benzeyen.
Ne mi oldu?
Yirmi üç  yıl ayni arabada çok uzun yol aldığım eşimi arabadan indirmek cesaretini gösteremedim. Radyoyu kapattım.
 
Peki, eee, desen, sunu düşünmüyor değilim, sen in arabadan, o yirmi üç senede aldığın uzuuun yolu yürüyerek dön geri aşkın için.
Şu an içimi acıtan aşkım bana bu coşkuyu fazlasıyla veriyor.
 



 
Hangisi doğru?
 
İçten sevgilerimle, her şey güzel gönlünce olsun.

T.

***

Aşkı Öldüren Bizleriz.

 Hayır, Ayşe. Aşkı öldüren evlilikler değil biz insanlar. Eşimle 1999 yılında tanıştık 2006 da evlendik. İlk tanıştığımız gün flört etmeye başladık. Ben on altımda çocuk, eşim on dokuzunda kanı deli. Ben istiyorum ki sürekli telefonla konuşalım, konuşamazsak mesajlaşalım, görüşelim, gezelim, tozalım. Eşim aksine ne kadar az o kadar iyi modunda. Ama âşık belli. Eee  haliyle çelişkiler dönüyor beynimde. Nasıl aşk bu insan sevdiğini hep yanında ister, uzatmayalım bitsin bu iş, vs saçmalıkları.

Sabırla anlatıyor bana “bak bir ömür geçirmeye niyetliyim seninle. Tüketmeyelim her şeyi en başından. Özlemek iyi gelir. Özlem olmasına fırsat vermezsen tıkanırız bir yerde”. Anlamıyorum ki. Benim istediğim olacak işte. Neyse… Sonunda dediği oldu, tıkanıklıklar oluşmaya başladı. İyice kaçmaya uzaklaşmaya başladı. Arkadaşlarıyla olmayı tercih etmeye başladı. Bu durumlar sürerken askerlik zamanı geldi ve askere gitti. İyi ki de gitti yoksa şu an onunla olamazdım ben.  Araya giren özlem tekrar ilişkimizi yoluna soktu. Aylarca görüşememek ve sonra gelmesi… Kopmamacasına sarılmalar ve tekrar gideceğini bilerek. Şimdi evliyiz, kızımız var yirmi yedi aylık İrem. İkimizde evli olduğumuzun ama hayatlarımızın ipotek altında olmadığı bilincinde sürdürüyoruz hayatımızı.  Ne zaman “arkadaşımla çıkmak istiyorum” dese “elbette istedi ğin saatte gel biz annemde kalırız aklın kalmasın eğlen” diyorum. Ne zaman bu gece kızlarla takılacağız desem “Tamam bizde kızımla cips yer çizgi film seyrederiz ama lütfen dikkatli olun” diyor. Ona saygım ve sevgim gün geçtikçe artıyor. Birbirimizin özgürlüğünü kısıtlamadan ama evliliğimizi de zedelemeden yaşıyoruz mutluuuuuu mesuttttttt.

Özge. Y

 ***

Unutulur Gider.

Merhaba Ayşe Hanım;
 
Aslında çoğu kadının sorunu aynı. İlla tutunacak bir dal istemek, sırtını yaslamak istemek. Kişiler değişse de hep aynı şeylerin tekrarlanacağını bilir ama başta buna asla inanmak istemez. İnanmak istediği her şeyin değişeceği, çok güzel olacağı ve hayatına yeni giren kişinin hayatının adamı olduğudur. Buna gözlerimizi kapatarak inanırız. Sonunda aynı acıları çekeceğimiz gerçeğine öyle kapatırız ki gözlerimizi içimizi açıveririz hemen. Bütün anahtarlarımızı o adamın eline bırakıveririz. O bizim tek gerçeğimiz ya. Her şeyimiz ya. Onun hayatı bizim hayatımız oluverir. Sanki yıllardır tanışıyormuş gibi, her şeyine alışmışız gibi rol yaparız. Ama severiz de bu evcilik oyununu, oyun olduğunu bilebile. Kötü tarafları görmeyiz uzun bir süre. Kimse mükemmel değil lafına sığınırız. Ama sonra işin büyüsü b ozulmaya başlar. Bu sefer de önemsenmediğimizi düşünmeye başlarız. Hâlbuki adamın belli ki kendine göre alışkanlıkları var. Ama biz o ilk günlerdeki gibi pohpohlanmayı bekleriz. Ağlayarak ak çözmeye çalışırız sorunları. Ama bir noktadan sonra o bile kar etmez... Sonuç olarak midesine ağrılar giren bir kadın ve bezmiş bir erkek. Bu da uzun sürmez. Adam kendi yoluna gider. Ya dürüstçe ayrılır ya da aldatır. Kadın bir süre acı çeker. Sonra o da kendini avutmaya çalışır. "Bana layık değilmiş, aman başka erkek mi yok ya da bundan sonra hiç bir erkeğe güvenmeyeceğim!" demeler başlar. Kızlar toplanır. Topluca teselli edilir arkadaş. Kendi eşinden, sevgilisinden memnun olan bile sırf teselli olsun diye kötüler adamını. Tatlılar yenir, kız kıza bir şeyler yapılır. Unutulur gider...

Burcu. D

***

Tutkuyu İlk Günkü Gibi Korumak İçin Çaba Gerek.

Merhaba,
 
Pazartesi tartışalım demişsin ama bekleyemedim ben Pazartesiye kadar. Dün gece bir küçük Yeşil Efe eşliğinde sevgili ile tartışılan konuları sabah ofisimde tostumu yerken sende bulmak güzeldi... İçimi dökesim var, birilerine anlatasım.  Ama gerçekten bunu anlayabilecek birilerine, yani sana…

Yirmi dokuz yaşındayım. Yirmi beş yaşında evlendim ve yirmi yedi yaşında boşandım İki senelik bir evlilik… Dokuz aylık bir flört döneminden sonra yapılan, iki sene süren hayatımın en uzun ilişkisi... Ve dediğin gibi hiç erkeksiz ayakta durmamış olan da yine ben... on sekiz yaşına kadar babanın kanatları altında yetişmiş, üniversite ile birlikte hayatının her döneminde karşısına çıkan her erkekte bu şefkati aramış, her şeyi hızlıca yaşayıp tüketmiş bir kadın... Gelelim asıl konuya... İlişkide tutkuyu niye sürekli canlı tutamıyoruz. Nerde neyi nasıl kaybediyoruz?  Yukarıda sana bahsettiğim gibi dün bütün gece sevgilime bunu anlatmaya çalıştım. Henüz çok yeni bir ilişki bir buçuk ay önce başlayan.  Ama her günü dolu dolu yan yana yaşadığımız, seviştiğimiz, sabah yedi’de işe gitmek üzere kalkacağımız için saati beş’e kurup bi rbirimize sarılıp, sabahın köründe muhabbet ettiğimiz, yan yana olamadığımız anlarda saatlerce telefonda konuştuğumuz, mesajlaştığımız, kelimelerin altında bir mana aramadığımız, davranışlarımıza anlamlar yüklemediğimiz bir ilişki... Peki, bir buçuk ay sonra ne oldu da birbirimize sırtımızı dönerek uyur olduk... Kelimelerde başka manalar bulmaya, davranışlara anlamlar yüklemeye başladık... 1,5 ay öncesinde birbirimizden ayrılmak istemezken yan yana geçen her saniyede neden özgürlüğümüzden bir parça koptuğuna inandık?  Ve neden her şeyi bu kadar hızlı yaşayıp tüketir olduk? Dün ona bunu anlatmaya çalışırken o tam tersine artık onu sevmediğime, ondan sıkıldığıma ve bu ilişkinin bitmesini istediğime inandırdı kendini ve bana arkasını dönüp gitmek istedi... Ben karşısında ona onu sevdiğimi ve bu heyecanın asla bitmesini istemediğimi anlatmaya çalışırken... Konudan çok mu uzaklaştım, bilmiyorum... Ben, Cezmi Ersöz’ün de dediği gibi; karşımdaki insanı bir dine bağlanır gibi d eğil, kendimi özgürlüğümü sever gibi sevmek istiyorum... Bu tutkunun bitmemesi için. Ama maalesef başından evlilik geçmiş bir insan olarak bunu çok iyi biliyorum ki evlilikte, dip dibe ilişkilerde bunu yakalayamıyoruz her nedense... Kendi özgürlüğümüzü unutuyoruz. Sürekli bir “biz”lik hâkim oluyor hayata. Gündelik koşuşturmadaki “biz” esas olanı unutuyoruz; “Tutku”yu. Eminim bunu ayakta tutabilen insanlarda var. Hani birbirine hala ilk gün ki gibi âşık olan… Ama inan bana onlar azınlıklar içimizde...
 
Bizler ilişkinin ilk başında ilişkiye gösterdiğimiz hassasiyeti her nedense devam ettiremiyoruz, aynı özeni ve ilgiyi sürdüremiyoruz. Ve bence ilişki de heyecanı öldüren de bu kısmı işte... Kendimize aynı özeni göstermiyoruz en basitinden... İlişkinin başında sevgili ile yapılacak buluşmada en güzeli, en bakımlısı olmak isterken bir süre sonra bunu önemsemez hala geliyoruz. Ya da daha dırdırcı oluyoruz birbirimize karşı... Muhabbetler yüzeyselleşiyor, günlük konuşma ların içinde birbirimizin ruhuna ulaşmayı ihmal ediyoruz... Flört etme yeteneğimizi kaybediyoruz. Ve bu da ilişkiyi monotonlaştırıyor bir süre sonra. Sonra… Kaç gecedir sırt sırta, bizden başka her şey orda. Sen mi, ben mi daha cesuruz ayrılmaya sendromları... Çok uzattım sanırım ama ilişkiler emek istiyor, hassas kantar misali en küçük müdahale tüm dengeleri altüst ediyor, insanları birbirinden uzaklaştırıyor...
 
O yüzden o tutkuyu ilk günkü gibi korumak için çaba gerek, emek gerek ve birbirimizi özgürce sevebilmek gerek.
 

Tutku ve sevgi dolu günler

Başak. D

***

Aşk Uzun Soluklu Değildir.

 Günaydın Ayşe
 
 Aşk zaten uzun soluklu bir şey değildir Ayşe; bence aşk insanın birden bire adrenalin salgılamasına parmak uçlarının uyuşmasına nefes alış verişinin hızlanmasına sebep olan hissiyat. İlişkinin heyecanını dozunu ayarlayan olgu bence sorun şurada biz o heyecanımızda azalma gördüğümüzde kendimize ve ilişkiye büyük haksızlık edip pire için yakıyoruz yorgan döşek ne varsa sadakat ve sevgi bence bunların ömrünü garantiye alan iki ana başlık bu üçlü yan yana oldu mu asla yıkılamaz. Tabi ki sosyal ve yaşamsal kaynakların eksikliği olmamalı.

Yavuz. E

*** 

Zamanlaman Süper.

Öyle bir günde yazdın ki bu yazıyı tamda evliliğimi tartarken cız etti yüreğim

Evlilikle flört arasında ki fark nedir biliyor musun? Flört ettiğin adam; gaz çıkartmayan, sümkürmeyen, boğazındaki balgamı olmayan, her an bakımlı ve şık, her yakın temasta buram buram parfüm kokuları gelen, restoranda ilk senin sandalyeni tutup kabanını alan, her an seni kaybetme korkusu olan, seni her istediğinde göremediği için her an özleyen ve özlediği içinde buluşmanızda özlemini giderene kadar sımsıkı sarılan, seni her an şımartıp sürprizler yapan… Evlendiğin adam: zarıl zarıl gaz çıkaran, sümüğü burun kılından sarkan, boğazındaki balgamı çıkartırken evi 7 şiddetinde sallayan, donu bir yerden atleti bir yerden sarkan, yakın temasa gerek yok 3 metre öteden bile ter kokus u gelen, restoranda yemeğe ne gerek var evde hazırla işte zıkkımlanayım biran önce diyen, seni nikâhına alınca evinin tapusu gibi gören, seni her an gördüğü için evden kaçma çabasına giren, en büyük sürprizi kapı arkalarındaki çorabı olan…

Ş.S

***

Özlem Şart.

 Özlemek lazım sevdiğimizi, ben hep özlemek isterim. Sırf sevgilimi değil annemi de özlemek isterim ben bazen en sevdiğim elbisemi bile özlemeliyim. -ki heyecanımı kaybetmeyeyim bir şeyi ne kadar çok seviyorsak o hep yanımızda olsun isteriz. Her sabah sevgilimle uyanayım annemi de her gün göreyim en sevdiğim arkadaşımı da. Dünya etrafımda dönsün. Ee sonra? Yok, öyle bir dünya, sıkılırım. Hepte sıkıldım zaten böyle şeylerden insan her şeyi biraz özlemeli biraz elinden. Kaçıp gitme korkusunu yaşamalı. Mesela üç beş gün görmeyeyim sevgilimi biriktirelim özlemimizi. Nerdesin kiminlesin ne yapıyorsun niye sürekli hesap veresin ki, canın istedi mi çık git işte yanından ama bil o seni seviyor. O da gitsin canı istedi mi. Gördüğümde niye beni hiç aramıyorsun diye kiminleydin neler yaptın diye sitemlerle boğuşacağıma kaç gündür öz lemişim seni. Bu özlemek bana iyi geliyor demek isterim ben... Sen de özle seninle de yaşasın, sensizde... O zaman onsuz olmuyor hayat demezsin, bir gün giderse geride bıraktığı senin hayatın olur, alıp gittiği sizin hayatınız. Eksiklerini tamamlayabilme şansında olur böylece... Üç gün dip dibe isek iki gün uzak uzak takılalım ne çıkar? İki günde vazgeçecek değil ya senden... Vazgeçiyorsa zaten hiç seninle olmamış demektir! Ben sevgilimin en çok kendini özletmesini severim... O zaman sarılmanın keyfi bir başkadır gözlerinin içine baka baka neler yaptığını paylaşmanın da keyfi bambaşka... Her gün benimle uyanacağına yanında ben olmadan, can sıkıcı tarafını da görmeli gerinerek yalnız uyanıp güne gülümsemenin tadına da varmalı... Hiç evlenmedim, bilemem evlenince aşk ölüyor mu? Ama kırk yıllık aşkları gördüm, hala âşık, hala aşkına âşık...

Onunda keyfi başkadır elbet ama sevgilinse sevgilin kalsın işte illa yatağın bir tarafını ona vermen gerekmez döne döne uyu ara sıra yatağında kendini dinleyebil gece yattığında sonra oda gelsin birlikte dinleyin kendinizi ama her gece he gece değil birlikte uyumayı da özlemek güzel... Bazen insan horlamasını bile özlemeli sevgilisinin

Didem. P

***

Arada Ayrı Takılmak Lazım…

Merhaba Ayşe Hanım. Bence de dediğiniz gibi evli ya da birlikte yaşayarak her an dip dibe aynı evin içinde olmak aşkı öldürüyor, heyecan bitiyor. Bende on yedi yıllık evliyim, otuz dokuz yaşındayım. Yani 21 yaşında evlendim. Hem de nasıl bir aşkla evlendim anlatamam. Zaman geçtikçe  birde baktık kedi köpek gibi birbirimizin gözünü oyuyoruz. Bizde oturup konuyu masaya yatırdık. Boşanalım mı? Evliliğimize devam mı edelim? Evet, evliliğimizde aşk ölmüştü ama sevgi vardı, alışkanlık vardı, oğlumuz vardı. İkimizde birbirimizden vazgeçemedik. Ve sonuçta haftanın iki günü kendimize zaman ayırmaya kendi arkadaşlarımızla vakit geçirmeye karar verdik. Artık haftanın iki akşamı (Cumartesi-Pazar hariç, öyle karar aldık!) eşim kendi arkadaşlarıyla Asmalı Mescit, Galata yapıyor, bende kendi arkadaşlarımla eğleniyorum. Yani hanımlar ayrı tak ılıyor beyler ayrı… Üstelik eşimin de benimde birlikte vakit geçirdiğimiz arkadaşlarımız da aslında eşler... Eskiden ev gezmesi yaptığımız kişiler ve aynı dertten muzdarip olup sorunu bizim gibi çözenler. Biz çok keyif alıyoruz bu durumdan inanın eskisinden daha kaliteli zaman geçirir. Bence bir ya da iki kere olduk birlikte. Yine eskisi gibi gülmeye başladık Mutlaka kadında, erkekte kendine zaman ayırmalı yalnız kalmalı kafa dinlemeli. İnanın böylesi ilişki açısından çok daha iyi.

Sevgiler

 N.A

***

Özgürlük Ön Planda Olmalı.

 Yazıyı okurken biraz ilginç geldi, bari dedim bir şeyler karalayayım. İkili ilişkilerde ben biraz daha farklı düşünürüm, tabi ki özgürlük ön planda olmak kaydıyla. Özgürlüğünde iyi davranış sergileyen insanı hep gelişmişliğinin ön koşulu olarak görmüşümdür. Neyse çalmış olmamak için önce bir alıntı aktarayım daha sonra istenirse yazarım: İnsanı insan olarak, dünyayla ilişkilerini de insani ilişkiler olarak kabul ederseniz, sevgiyi yalnız sevgiyle, güveni yalnız güvenle vb. Değiş tokuş edebilirsiniz. Sanatın tadına varmak istiyorsanız sanat kültürü almış biri olmalısınız, başkalarını etkilemek istiyorsanız gerçekten başkalarını canlandıran ve yüreklendiren biri olmalısınız. İnsanla ve doğayla ilişkilerinizin her biri gerçek hayatınızın belirli bir şekilde dışavurumu olmalı, iradenizin nesnesine uymalıdır. Karşılığında sevgi uy andırmadan seviyorsanız, yani sevgi olarak sevginiz karşılıklı sevgi yaratmıyorsa, seven bir kişi olarak dışavurumunuzla kendinizi sevilen bir kişi yapamıyorsanız, sevginiz güçsüzdür, bir talihsizliktir. Çıkış noktam budur.

Cemo

***

Kafam Karıştı, Evlenmesek mi?

Ayşe Hanım, merhaba

Ya şimdi çok güzel yazıyorsunuz da, biz âşık gençler ne yapacağız? Yirmi üç yaşındayım, üniversite öğrencisi ve bankacıyım; çok güzel bir ilişkim var, hem de hayatımın en güzel ilişkisi; aradığım kişi işte bu! Bir gün evleneceksem kesin bu adamla olur! Diyeceğim türden. (hatta sizin hayranınız, size yazıyor arada). Evlenmeyi düşünüyoruz normal olarak. Ama şimdi evlilik aşkı öldürüyorsa, ilişkiyi bozuyorsa, e biz neden evleniyoruz? Yani ilişkinin güzel olmasını sağlayan akşam annenin dizinin dibinde uyumansa, herkes böyle devam etsin, olmaz mı? Olmaz tabi, geceleri sevgilime sarılarak uyumak istiyorum ben, onunla TV izlemek, onunla yemek yapmak, onunla diş macununu ortadan sıktı diye tatlı kavgalar etmek istiyorum. E anneme de “boyfriend”imle aynı evde yaşayacağım artık, “hıh!” diyemeyeceğime göre, evlenmemiz lazım bu hayallerin gerçekleşmesi için. Ama ben çok korkuyorum ya, size ve insanların %90’ına göre, evlilik her şeyi bitiriyor. Biz ne yapacağız peki? Buradan erkek arkadaşıma sesleniyorum: Evlenmiyoruz o zaman ! Hıh!  Çok öptüm...

Aslı

***

Kararsızım…

18 yaşımdan beri yalnız yaşıyorum. İlişkilerim oldu muhakkak ama yürütemedim. Ortası yoktu adamların. Ya çok ilgisiz iplemez tiplerdi ya da çakma Romeo tadında aşkımdan ölen biten tipler. Bu iki tip erkeğe de tahammül edemedim. Ne zaman ki "nerde bu hayatımın aşkı olacak herif" diye düşünmeyi bıraktım, çok alakasız bir yerde, alakasız bir zamanda pat diye karşıma çıktı. Karşıma çıkmaya çıktı ama gidecekti de yakın zamanda. Farklı şehirlerde olacaktık. Hiç kasmadık, üstünde durmadık bu konunun. Bir baktım yedi, sekiz ay geçmiş ve her şey şahane! Nadir görüşmelerimizde de sorun yok, beraber olmak bize müthiş keyif veriyor. Bir gün el ele dolaşırken "Seninle aynı evde yaşardım ben" diyor. Mutlu oluyorum. Başka bir gün "Senle aynı evde yaşayalım da her gün hamburger yemeye bile razıyım" diyor. Diğerinde "sen benim sevgilim ol da eve iş bile getirebilirsin" diyor... Kara kara düşünmeye başlıyorum, ilk günden beri farklı şehirlerde süren bu ilişki aynı eve girince de böyle devam edecek mi? Sinirime dokunmaya başlayacak mı hayatımı fiziksel olarak ta paylaşması? Aynı evlerde herkes kendi hayatını yaşayıp gece olunca bir birinin kollarına atsa kendini olmuyor mu? İlla ki suyu çıkıyor mu olayın? Evlilik olayına girmiyorum bile. Çocuk yapacaksam, tamam... Yoksa hiç gerek yok. Tecrübelerinize ihtiyacım var…Yardım edin bana.

Gözde. E

***

Mesafe Şart.

Merhaba Ayşe hanım,

Öncelikle Ginger nasıl oldu, onu sormak isterim. Umarım iyidir! Dip dibe yaşamak aşkı öldürmez ama sıkar çiftleri. Heyecan da azalır çünkü. Hep dip dibesin  yahu! Çiftlerin kendilerine ait  hareket alanı olmalı. Tek  baslarına yapabilecekleri şeyler olmalı. Sen Facebook’una , Twıtter’ına gireceksin, o da poker oynayacak.Benim eşimle ortak bir işyerimiz var. Boooh! Resmen 24 saat... Sıkıyor insanı. Onu çok seviyorum 15 sene sonra hâlâ aşığım. Ama sıkılıyorum çok fazla yapışınca. Bütün gün berabersin; çalış, toplantılara git, seyahat et… Bence bu her çift için geçerli. Özlemek lazım. Onun için dip dibe olmak sıkıyor… Biraz mesafe olacak ki  özleyesin. Ve kendine  ait nefes alanın olacak. İki taraf içinde… Çok öptüm Ayşecim.  Ama iyi insan kolay bulunmuyor. Benim eşimde çok iyi bir insan, bir o kadar d a zor, ama bende öyleyim.

M.D

***

Bence Dip Dibe Yaşamak Aşkı Yüceltir.

Merhaba Ayşe Hanım;

Öncelikle belirtmeliyim ki yazılarınızı okumak bana her gün yeni bir şey katıyor çünkü bana beyin jimnastiği yaptırıyor, sorgulatıyor ve iş yaşamımda personelimle bazen değişik bir iletişime girmemi sağlıyor; hatta genel anlamda iletişimde büyük destek sağlıyor. Bir gün bunu ayrıca size yazacağım fakat bugünkü yazınıza gelmek istiyorum.

 Sorunuza cevap vereyim öncelikle dip dibe yaşamak aşkı yücelttiğine ve ateşlediğine inanıyorum ve aşkın sonsuz olduğuna inanırım aşk sonsuz olmazsa zaten anlamını kazanmaz. Başka birine ait bir yarımı kendinize monte etmek elbette kolay olmaz alerjik reaksiyonlar olacak,kabul edememe ve bağışıklık sistemimizi alt üst eden yan etkiler peşinizi bırakmayacak o halde önemli olan bu reaksiyonlar olunca kabul edebilme cesaretine ve altından kalkacak yüreğe sahip olabilmek.Yani çok aşık olduğumuzu ve sevdiğimizi söylerken hep kendimizi düşünürüz; bizim istediğimiz gibi giyinsin bizim sevdiğimiz şeyleri sevsin, belki arkadaşlarından soyutlansın Face’de bunu yazsın, Msn’den şunu silsin elbette sorumluluklar olacak ama mesele olduğu gibi kabul edebilmek ve sahiplenip benimsemek..

Sonuç itibariyle bir araya getiren her sebebe şükür edip bunun öbür dünyada da devam etmesi adına dua ettirmek lazım ve ettirmeli! Yoksa aşk da, sevgide içeriğini oluşturan manevi güzelliklerden yoksun kuru bir dal olur. En derin hürmetlerimle…

Süleyman. H

***

Ayrı Evler.

Ayşe Hanım, merhaba,

Ben araya mesafe koymaktan yanayım. Ohh fıstık; çamaşırı yok, temizliği yok, nazı yok, canım istemiyor mu, müsait değilim diyorum. Tavsiye ederim! 23 senelik evlilikten sonra boşanmanın ardından ayrı evlerde yaşayan sevgili süper ve de şahane. Beş yıl oldu ve ben durumdan gayet memnunum. Bir kez daha bir erkekle aynı evi paylaşmak ya da evlenmek eksik kalsın, ben almayayım. Bu durumun en güzel yanı kavga edecek zamanınız olmadığı için özlenen oluyorsun ve de kıymetli. İmlâ hatalarım için özür dilerim çalışıyorum ve çok yoğunuz kaçamak yapıp molada yazınızı okudum iki satır yazmadan edemedim.

 
Sevgiler,
Suna. B

 

*** 

Ego.

Merhaba.

47 yaşında, iki çocuk annesi bir bayanım. Dört seneden beri eşimden ayrı yaşıyorum ve boşanma arifesindeyim, 22 seneden beri beni tanıyan yaşam tarzımı bilen ve hayatıma girmek isteyen biri daha birlikte bile yaşamadan başladı; onu giyme bunu yapma demeye. Demek ki insan egosu ve sahiplenme duygusu aşkı ve sevgiyi öldürüyor.

Arife. Ş

***

Türlerin Kökeni.


Merhaba Ayşe,

Bugün ki yazını az önce okudum ve oldukça sık konuşulan, tartışılan, cevap noktasında ise herkesin kendi hayatından yola çıkarak cümlelere sığındığı bir soruyu gündeme getirmişsin. Benim bu konuda tek söyleyebileceğim ise biraz Darwinist bir yaklaşıma dayanıyor. Malum Darwin, “Türlerin Kökeni” kitabında doğal seleksiyonu ve evrimi açıklarken çevrenin etkisine “bir canlının bulunduğu ortam değiştiğinde ya canlı değişen şartlara uyum gösterir ya da kendine uygun başka bir ortama göç eder” der.  

Şimdi soyut varsayılan kavram “aşk”ı bir canlı olarak varsayalım bir anlığına. Her şeyden önce kabul etmemiz gerekir ki dünyada ki en vahşi ve en bencil varlıktır bahsettiğimiz. Eline geçirdiği iki insanın sınırlarını zorlamaya, taleplerini dikte ettirmeye ve kurulu düzenlerin “ –meli ve –malı”lardan oluşan zorunluluklarını çöpe attırmaya bayılır. Aslında gözden kaçan şudur, aşk bunlarla beslenir, bu ve benzeri fedakârlıklar ve vazgeçişlerdir onu hayatta kılan. Karşılığında ise kişi de bunların ne bir fedakârlık ne de bir vazgeçiş olduğunu hissettiren güçlü bir uyuşturucu zerk eder kurbanlarının damarına. ( Bu yüzdendir âşıkken yorulmaz insan ve sen çok değiştin diyen herkese beni anlamıyorsun diye cevap verir, farkında bile değildir)

Bu sıkıcı tanımlamalarla gelmek istediğim nokta ise, adını sen koy, evlilik de beraber yaşamak vb., bütün bunlar sevgililik döneminde hayat bulmuş aşk için ciddi çevresel değişimlerdir ve bu değişim aşk’ın işine gelmeyen bir yöndedir. Artık özen ve fedakârlık ve vazgeçiş kendini güven, rutin ve bencilliğe bırakmıştır. Sonuç olarak aşk ölmemek için ortamdan gider sadece. Ne evlilik ne beraber yaşamak ne de başka bir kavram AŞK’ı öldürmez ama onun öldüğünü varsaymak (hani trafikte kimse kaza yapmaz, hep trafik canavarıdır ya suçlu olan) içimizi rahatlatır. Evlilik aşkı öldürüyor… Hayır, evlilik sadece aşk’ın yaşaması için uygun bir ortam değil, zorlamayın, olmuyor. Unutmamak lazım ortamda aşk varsa kararları da o verir, sahiplenen de odur, ama ilişkiniz kurumsallaşınca önce bunu yok edersiniz.

Neyse kısacası uzun süreli ve paylaşılan mekânlarda yaşanan ilişkilerde erkek koltuktan kalktığı her an kadın, ya da kadın her dışarı çıktığında erkek “nereye” diye sorar da aşk çekip giderken kimsenin ağzını bıçak açmaz.

 Ozan. K

***

Korkma.

Biliyorsunuzdur, ama yine de söyleyeyim; eksikliğini şiddetle hissettiğiniz erkek değil koruyucu.  Korkuyorsunuz, hem de çok... Çok korkuyorsunuz ihtiyacınız olduğunda bir koruyup kollayanınızın yakınınızda olmamasından. Yalnız değilsiniz, çocukluğunda uzun dönemli ölümcül sağlık sorunları yaşayan diğerleri gibisiniz. Bu yüzden bir özelliğiniz daha var; başkalarına yardım etme duygusunu şiddetle yaşıyorsunuz. Yardıma, korumaya ihtiyaç duyanların ortak duygusudur bu yardım etme isteği.
Bilesiniz, yalnız değilsiniz.

N.B

***

Tek Amaç Evlilik Olmamalı.

Sayın ARAL;

Bugünkü yazınızı keyifle okudum, tabii burada benim içim önemli olan evlilik kavramının bir kadın tarafından, zor ve beraberliği olumsuz etkileyen bir kurum olduğunun kabul edilmesiydi, çünkü bana ilginç gelen tüm kadınların ne yazık ki beraberliklerinde sadece ulaşılacak nokta olarak evliliği görmesi ve bunun bir saplantı haline dönüşmesi. Ben de 47 yaşında eşinden 7 yıl önce boşanmış, birlikteliği düşünen, isteyen,( kesinlikle sadakat yanlısı olan, saygılı, keyifli bir birliktelik) bir erkeğim.  Kadınlarında (tabi evliliği isteyen kadın ve erkeklere saygı duyarak) ana amaçlarının evlilik değil, karşısındaki kişi olan, sıcak, tekdüze değil, renkli, mutlu ve keyifli bir birlikteliğe bakmalarının her iki tarafı da daha fazla mutlu edeceğini düşünmekteyim. Böyle bir konuyu da yazmış olduğunuz için sizi kutlar, teşekkür eder im.

Yücel. U

***

Şimdi Daha Huzurluyum.              

Merhaba Ayşe Hanım,

Yazılarınızı sürekli zevkle takip ediyorum. Bugünkü yazınızda  6 ay önceki halimi gördüm. Ben de 6 ay önce boşandım. İlk başta duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Jiletini unutmuş, ceketi kalmış falan deyip sürekli ağlardım. Kombi bozuldu işte erkeksiz ev ne yaparım ben dedim Şimdi ohhh diyorum neden daha önce vermedim ki ben bu kararı? İnsan her şeye alışıyor. Evlilikte aynı, alışkanlık ve senelerin getirdiği bağdan ibarettir bence. Kendimi daha genç, daha güzel hissediyorum. Dinlediğim şarkılardan evlenmeden önceki gibi tekrar zevk almaya başladım. Meğer benim duygularım körelmiş. Kendimi unutmuşum. Şu anda kızımla birlikte küçük ve mutlu bir dünyamız var umarım hep böyle devam eder. Umarım, bizim gibi tüm kadınlar tek başına ayakta duracak maddi imkânı bulur, hayat boyu mutsuz yaşamak zorunda kalmazlar.

Sevgiler,

Canan

*** 

Konuşup Paylaşmak.

Sayın Ayşe Hanım,

44 yaşındayım  ve 1999 yılında eşimden ayrıldım bir kız, bir erkek çocuklarım var ve anneleriyle birlikte yaşıyorlar. Ayrıldıktan sonra da bir başka hanım ile  üç yıllık birlikte yaşadık ve 2008 yılında ayrıldık. İlk eşimden ayrılma nedeni uzun bir evlilik yaşamının sonlarında çok fazla dominant etki kurmaya çalışmasıydı ve o dominantlık o kadar konuşmamıza rağmen bitmedi ve dayanılmaz bir hal alıp ayrılmaya karar verdik...2.birlikteliğim de 1 kız çocuğu vardı onun da aşırı derece kıskançlık, savurganlık ve ben kız çocuğumu yanıma alma isteğimden sonra oluşan negatif durumlar ve (söz ile senin çocuğun benim çocuğum demesi) ama aslında öyle olmayışı idi en büyük sorun ve daha fazla sürmedi tabii ki ilişki...Halbuki; ilişki içerisin de sorumlu özgürlükten yanayım, birlikte bir şeyler yapabilmek, sohbet edebilmek, her şeyi p aylaşabilmek, birlikte yaşlanmak, Can Yücel üstadımızın dediği gibi; "çayına kaç şeker istersin" diyen biriyle olmak...Tüm bunları konuşuluyordu fakat sonunda yukarıda değindiğim çeşitli nedenlerle ilişki sonlanıyor.

 Bence evlilik ya da birlikte yaşamak dip dibe olmak bitirmiyor aşkı sevgiyi, bitiren konuşamamak, her şeyi açıkça paylaşamamak, yalın çıkarsız... Bu başarılırsa birlikte yaşlanılır birlikte ölünür diye düşünüyorum... İlişkim de mutluysam da tüm bunları da yapabiliyorsak neden birlikte olduğum kişiyi aldatayım ya da o beni aldatsın o saygısızlığı yaşatmış olalım birbirimize...

 B.Ö

 ***

Karmakarışık Bir Hayat.

Ben; uzun süre eşini birçok kadınla aldatan, ilk başlarda büyük suçluluklar duyarken sonraları hiç de huzursuz olmadan evine dönebilen bir canavar haline gelen bir adam… Adım Y. G ( isim yazılıydı ama ben yayınlarken kesmek istedim). Severek evlendim. Hem de uğruna tüm geleceğimi değiştirme cesareti göstererek Almanya'daki kariyer ve rahatlığımı bırakıp Türkiye'ye dönecek kadar severek evlendim. Uzun süre çocuğumuz olmadı, sıkıntılı evliliğimiz, eşim hamile kalınca daha da uzaklaştırdı beni evden. Üstüne üstlük Side'de çok lüks otellerde yöneticilik de yapıyordum. Anlayacağınız biri, diğeri derken uzun-kısa bir sürü ilişkim oldu ve üstelik bir de âşık oldum. Ben otuz yedi, o ise yirmi...

Olağan üstü geçen günler devam ederken, evlenelim baskısı kafamı karıştırmaya başladı. Genç sevgilimle evliliği düşündüm, etrafımda yaşanan yaş farkı olan evlilikleri didik didik ettim, üstelik müstakbel kayınvalidemin de fikirleri örtüşüyordu. Ne kadar yaklaşıyorsak evliliğe o kadar da uzaklaşıyormuşum mutluluğumuzdan. Bir gece evlenme kararı ile uyurken ertesi sabah "hayır" ile uyanmalar devam etti. Karmakarışık bir hayat, iş yerimde başarısızlıklar, tansiyon sorunları, kızımın yüzüne bakarken utanmalara dönüştü. Daha sonra da karımın yüzüne bakamadığımı fark ettim. Evden uzaklaşıp genç sevgiliye gittim bir hafta sonu; evlenme teklifi edeceğim diye karar verdim güya. Boğazda güzel bir restoranda olmalıydı bu. Yemeğin sonuna kadar anca toparladım kendimi; o da makyajını tazelemek için lavaboya gitti. Geldiğinde ben yüzüğü boğaz a atmıştım çoktan. Vazgeçtim. Ertesi gün ayrılıp mutluluğumu, heyecanımı, hayallerimi boğazda bırakıp döndüm evime. Bir daha söz etmemek üzere… Maalesef karım olanları öğrendi. Dedikodular falan  filan. Sonunda mutsuz evliliğimizi devam ettiriyoruz. Nasıl mı? Ben karımı seviyorum. Karım beni seviyor mu? Hiç duymaz oldum ağzından. Duygularını zaten belli edemezdi, daha da ketum oldu. Ben pişman mıyım? Hayır! Karıma döndüğüm için memnunum, ama karımın beni her gün cezalandırmasından da bıktım. Ne desem bilmem ki? Ben 1 yıldan fazla İstanbul'da yalnızım. Her ay Alanya'ya gidiyorum karımı ve dünya güzeli kızımı görmek için, büyük özlemle karıma daha da bağlanarak gidiyorum.  İstanbul'dayım. Genç sevgilim zaten burada yaşıyor, daha birçok sevgilim de buradalar. Ama ben hiç birini aramıyorum. Karımı özlüyorum, ama nafile. Karım bana kırgın, yatağımız soğuk. Ben? Ve evet, sağlıklıyım şükür; yani hala genç hissediyorum kendimi. Kırk üç yaşımı bitirmek üzereyim. Karımı ve k ızımı özlüyorum, onlar özlüyor mu bilmiyorum.

Y.G

***

İhtiyaçlar karşılandıkça şiddetleri azalır.

Sevgili Ayşe,
 
Bizatihi evliliğin, aşkı öldürmediğine inanan cenaptan sesleniyorum size. Şu dünyada var olan maddi-manevi her şeyin ölümlü olduğunu düşündüğümden, her türlüsünden yaşanmışlık ta zamanla yıpranır, aşınır, azalmaya başlar zannımca, ilk şiddeti kalmaz hiçbir şeyin bir süre sonra. Yıllar öncesinde ekonomi dersinde hocamızın kitabımızda da yazan bir
satırı vurguladığı gibi ihtiyaçlar karşılandıkça şiddetleri azalır. Dolayısıyla, evlilik olmasa da aşkın feri söner zamanla. Eskisi gibi bakamazsınız karşınızdakine o ferle isteseniz de. Onun nazarındaki başkalaşmayı da çakarsınız saniyesinde(!) Evlilik sadece nihai sonucu
hızlandıran bir süreç olur son tahlilde ve kimsenin hayallerini suya düşürüp sırılsıklam etmek istemem ama evlenmeseniz de aşk ölür yani eninde sonunda. Her ölümlü gibi, bir gün mutlaka... Sevgiyle ve aşkla kalın. Biten biter belki ama yeni gelen birileri mutlaka
kapıdadır. (Bakınız: Ayşe Aral)
 
 Seda. G

Günaydınlar,

Yine çok ilginç bir konu, yine mail yağacak ve uykusuz kalacaksınız sanırım Bence evlilik aşkı öldürüyor, heyecanı öldürüyor, sebebini bilmiyorum. Ahkâm kesebilecek durumda da görmüyorum bu konuda kendimi ama tabii sizinle paylaşabileceğim fikirlerim var. Sanırım, evlilik ve iş hayatı rutini, hayat gailesi, cinselliği ve aşkı sıradanlaştırıyor, heyecanı kalmıyor, çiftler yoruluyor, çocuklarla mı uğraşalım evle mi, arkadaş ziyareti mi yapalım ne yapalım?

Birçok arkadaşım hafta arası saat on’dan önce işinden çıkamıyor. Hafta sonları bile rahat yok, ya fazla mesai ya da eğitim. İnsan banyo yapmaya bile üşeniyor. Bir de bunun üzerine bu ortamda eşinizle birlikteyseniz (iş yeri evlilikleri) ya da böyle olmasa bile kendinize özel zaman ayırmıyorsanız bence kriz kaçınılmaz olur. Saygılarımla

Haluk. T

 

Yazarın Tüm Yazıları