Din-ilim kardeşliği

İLİM, yani çeşitli alanlarda bilgi edinebilmek, onu değerlendirip kullanabilmek kabiliyeti sadece insanda vardır. İlim, insanoğlunun en bariz niteliklerinden birisidir.

Din de, insanlarda fıtri bir duygu, kabiliyet ve karakterdir. Dolayısıyla hem ilim, hem de din, insanın fıtratında, yani yaradılışında mevcut olan niteliklerdir. Yaratan’ın insanoğluna bahşettiği nimetlerdendir. Her ikisinin kaynağı aynıdır. O da Cenab-ı Hakk’tır. O, ‘Alim’dir, her şeyi bilendir.

Bu itibarla, ilim ve din arasında ortak noktalar bulunmaktadır. Hatta, yüce dinimize göre din, ilmin kaynaklarından birisidir. Vahiy, ilmi destekleyen, teşvik eden, ona yol gösteren mesajlarla yüklüdür.

* * *

Yine İslam’a göre, bilginin bir diğer kaynağı akıldır. Din aynı zamanda, kendisine aklı muhatap almaktadır. Dini sorumluluk, akıl iledir. Aklı olmayanın dini olmaz. Aklı olmayan kimsede, bilgi de söz konusu değildir. Zira insan, aklı ile insandır.

Bu nedenle, aklıselimin hakemliğinde, ilmin, din ile çatışması, bunların birbirine ters düşmesi düşünülemez. Ancak insanlık tarihinin bazı dönemlerinde, ilim-din çatışmasının varlığı bir vakıadır.

Bunun iki sebebi olabilir. Ya dindarlar dini, alimler ilmi doğru kavramamıştır, ya da dinin ve ilmin gerçekliğinde nakısalar vardır. Başka bir ifadeyle din, yahut ilim, orijinalitesini kaybederek yerine hurafeler hákim olmuştur. Bu tür dönemlerde insan, olması gerekenden farklı tanımlanmış veya değerlendirilmiştir.

Bir örnek vermek gerekirse, Hind dinlerinde durum böyledir. Bu dinlerde, akıl adeta dışlanmıştır, hatta aşağılanmıştır. ‘Akıl, hakirdir’, ‘Aklın ayağı kırıktır.’ Hind’de akıl yerine, maneviyata ve ruha yönelen özel bir bilgi yöntemi yerleştirilmiştir. Hinduizm’de bu özel bilgi yöntemine ‘Veda’ adı verilmektedir.

Buna kutsal akıl, gerçek aydınlık, ilme karşı irfan ve hikmet, yahut tek kelime ile ‘işrak’ da denilmektedir. İşrak, insana gerçek hakikati gösteren ve anlamayı sağlayan, akla rağmen, aklın ötesinde bir faktördür. İşrak, tasavvufta ‘gönül’ olarak adlandırılmıştır. Gönül, aklın anlamaktan aciz olduğu büyük hakikatleri kolaylıkla anlar.

Binaenaleyh beyin, ‘gönül’e karşı, akıl da ‘işrak’a karşı yer almaktadır. Hind çıkışlı dinler, akla karşı oldukları gibi, günümüz medeniyetinin dayanağı olan rasyonalizme de karşıdır. Maddi refahın ve tüketimin zıddıdır bu dinler. Yeniçağ’da Descartes ve Kant’a karşı Pascal ve Bergson’un ileri sürdüğü de budur.

Ortaçağ’da, Avrupa’da görülen ilim-din sürtüşmesi, haddizatında, ruhbanlık taassubunun, kuru akılcılıkla çatışmasından ibarettir. Günümüz insanlığı, hálá kökü eski Yunan’a dayanan kuru akılcılıkla, Hind ruhaniliği arasında bocalamaktadır.

Bir tarafta akıl, ilim ve teknolojinin sağladığı maddi refaha rağmen tatmin olmayan bir kitle, diğer tarafta kurtuluşu, dünyadan yüz çevirerek ‘riyazet’te arayan başka bir kitle. Biri ‘ifrat’ta, diğeri ‘tefrit’te iki kitle. İslam ve Müslümanlar da böyle iki aşırı anlayış ve kitle arasında.

* * *

Günümüz Müslümanları bu konuda çok dikkatli olmak mecburiyetindedir. Ortaçağ Avrupa’sındaki din-ilim sürtüşmesini 19. yüzyıldan beri İslam’ı anlamadan ve şuursuzca ülkemize transfer etmeye çalışan bazı çevrelerin kasıtlı-kasıtsız çabalarına rağmen, İslam’ın ilimle kardeş olduğu gerçeğine gölge düşürülmemiştir.

Kuran-ı Kerim’de ‘fuad’ ve ‘lubb’ olarak da geçen ‘kalb’ (gönül) ve ‘akıl’ kavramları arasında herhangi bir çelişki söz konusu değildir. Hatta Kuran bunları ‘müteradifu’l-mana’ (eşanlamlı) kabul etmiş veya her ikisini kucaklamış ve ‘ilmi’ kılavuz olarak benimsemiştir. Yani ifrat ve tefrite düşmeden, insan fıtratına uygun ‘mutedil’ anlayışı getirmiştir.

‘İlim sahibi olmadığın şeyin peşine düşme’ (El-İsra, 36) ayeti, Müslüman’ın hayatında ilmin önemli yerini açıkça göstermektedir.
Yazarın Tüm Yazıları