Din ile ilim arasında çelişki yoktur

İLMİN ve dinin dayandıkları temellerin ve kendilerine özgü metotların farklılığı ve kapsamları göz önünde tutulduğunda doğal olarak akla şu sorular gelmektedir:

İlim ile din birbirini dışlayan iki olgu mudur, birbiriyle çelişen iki olgu mudur, yoksa birbiriyle bağdaşabilen iki olgu mudur? Bu bağlamda Galile olayı 17. yüzyıldan itibaren Batı dünyasında din adamları ve aydınlar arasındaki tartışmayı alevlendirmiştir. Bu tartışma, din ile pozitif ilimlerin birbirleriyle çelişik ve birbirlerini dışlayıcı oldukları yolunda bir düşüncenin egemen olmasına sebep olmuştur. Bu olaydan hareketle din ile ilmin bağdaşmayacağı kanaati özellikle Hıristiyan dünyasında yaygın bir kabul görmüştür.

İslam ise ilmi Allah’ın "alim" sıfatının insanda tecellisi olarak görmüş ve ilmi hakikatlerin bulunmasına, gelişmesine, bu konuda araştırmalar yapılmasına büyük önem atfetmiştir. Yaşayan dinler arasında hiçbiri yüce dinimiz kadar ilme önem vermemiştir. Kuran’ın birçok ayetlerinde inananları tabiatı incelemeye, aklı en iyi şekilde kullanmaya, olayların sebeplerini tefekkür etmeye davet eden beyanlar vardır.

Hz. Peygamber’e ilk inen ayet de "Oku!" emriyle başlamaktadır. İslam açısından ilmin ve alimin değeri sonraki dönemlerde bilginlerin geliştirdiği bir yorum değil, bizzat Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk’ın ilan ettiği bir husustur. Nitekim, Kuran’da şöyle buyurulur: "Allah, sizden iman edenleri ve ilim sahiplerini dereceler halinde yükseltir." (Mücadele, 11). "De ki hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Fatır, 28) "De ki Rabbım ilmimi artır." (Taha, 114) Bu hususta muazzez Peygamberimizin şu hadisi abide hükmündedir: "Allah’ım beni ilimle zengin et; akılla ve yumuşaklıkla beze; kötülükten çekinmekle yücelt; kötü işlerde bulunmamakla güzelleştir."

Ortaçağ’da İslam meşalesinin parladığı sıralarda Avrupa cehaletin karanlığına gömülmüştü. İlmi gelişme, keşif ve icatlar karşısında kilise olumsuz tavırlar alıp müsbet ilmi yasaklarken ve ilim adamlarını en ağır cezalara çarptırırken İslam dünyasında çok nadir ve münferit istisnalar dışında alimler baş tacı edilmişlerdir. Alimler, hem devlet erkanından, hem Müslüman halktan çok büyük hürmet, muhabbet ve alaka görmüşlerdir.

İslam alimleri yazdıkları çok kıymetli eserleriyle ilim alanlarına yeni yeni boyutlar kazandırmışlar ve insanlığa ışık tutmuşlardır. Bunlar hem tefsir, fıkıh, kelam ve akait gibi din ilimlerinde hem de mantık, astronomi, felsefe, fizik, kimya, tıp, geometri, cebir, matematik, tarih ve coğrafya gibi diğer ilim dallarında çok değerli çalışmalar yapmışlar ve kıymetli eserler meydana getirmişlerdir. Bu eserlerin birçoğundan bugün hálá ilim dünyası istifade etmektedir.

İslam tarihinde daha Emeviler devrinden itibaren pozitif ve tabii ilimlere karşı yakın bir ilginin mevcut olduğunu görüyoruz. Muaviye’nin torunu Prens Halit El Hakim’in kimya bilimine merak sardığı ve onunla ilgili eserlerin tercüme edilmesi için teşviklerde bulunduğu bilinmektedir. Fakat asıl büyük hamle Abbasiler devrinde başlatılmıştır. Bu dönemde felsefe ile ilgili eserlerin tercüme dilip münakaşa açılması üzerine ilahiyatçılarla felsefeciler arasında münakaşalar başlamıştır. Ancak, din ile pozitif bilimin mensupları arasında hiçbir zaman çatışma ve mücadele olmamıştır.

Tercüme ve yorumlama döneminden sonra inceleme ve sentez devri başlamıştır. Bu devirde yetişen bilginlerden biri Cabir İbn-i Hayyan’dır. Kimya ve madencilik konularında otorite olduğu bilinen bu bilgin daha 8. asırda kireçlenmenin kimyasal muamelesini ortaya çıkarmıştır. Kimya ilmini gerçek olaylar üzerine oturtma şerefi ona aittir. Matematikte ve riyaziyede Muhammed bin Musa El Harezmi’yi anabiliriz.

Kan dolaşımından ilk kez söz eden İbn-i Sina ve bunu geliştiren İbnü’n-Nefis’tir. Fakat ne yazık ki dünya, kan dolaşımını Harvey’den öğrenmiş, bunu onun keşfi olarak tanımıştır. Işığın bir ortamdan diğer bir ortama geçerken kırıldığını ortaya koyan, boşluktaki çekimi isbat eden, kızamık ve çiçek hastalıkları hakkındaki ilk tıbbi tetkikleri yapan, E. Zekerriya Razi’dir. İtalyan fizikçi Toriçelli’den önce hava basıncını ilk defa ortaya koyan, depremde esas sebebin merkezi sıcaklığa dayandığını ifade eden İbn-i Sina’dır.

Sosyolojiyi bilimleştiren ve tarihi, bir olaylar yığını olmaktan çıkararak tarih felsefesinin temellerini atan İbn-i Haldun’dur. "Kitabu’l Cebir ve’l-Mukabele" isimli eseriyle cebir ilminin kurucusu, Harezmi’dir.

Ve daha niceleri...

Batı, ilim bayrağını İslam bilginlerinden alıp kendi burcuna dikme başarısını gösterdi. Aralarında bunu itiraf edenler olsa da, çoğunluğu bu kadirşinaslığı göstermekten hálá uzak durmaktadır. Ziya Paşa; "Ger Endülüs olmasa ziyadar. Kim Avrupa’yı ederdi bidar" beyitiyle bu hususu ifade etmiş, Bodley de "Ronesans’ı İslam’a borçluyuz" diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.

SORALIM ÖĞRENELİM

İnsanları yurtlarından kovan ilk müstebit kimdir?

İsa Kanat/Ankara

İnsanları yurtlarından kovan ilk müstebitin Firavun olduğu rivayet edilmektedir. Ayrıca tarihin çeşitli dönemlerde buna benzer zilam ve müstebit hükümdar ortaya çıkmıştır. Bunlar, toplumu keyiflerine göre yönetmek istemişler, kendilerine karşı çıkanlara hayat hakkı tanımamışlardır.

Dört rekatlık farz namazlarının ilk iki rekatının farz, diğerlerinin sünnet olduğu söyleniyor, doğru mu?

Basri Doymuş/İzmir

Dört rekatlı namazların tamamı mukimler için farzdır. Bu konuda Peygamberimiz şöyle buyurur: "İlk zamanlarda namazlar iki rekat olarak farz kılındı, sonradan dörde çıkarıldı. Seferde ise eski hali üzerine, yani iki rekat olarak kaldı" buyurmuştur. Hadisten de anlaşılacağı üzere, bu dört rekat namazın dördü de mukimler için farzdır.

Şarap katılmış sosla yapılan yemekler yenilir mi?

Ahsen Dalbudak/İstanbul

Şarap dinimizce içilmesi yasaklanan bir içkidir. Haram olan bir şeyin şu veya bu şekilde yemeğe katılması caiz değildir. Ancak, şarap özelliğini kaybedip, örneğin sirke haline geldikten sonra yemeğe katılırsa bunun bir sakıncası yoktur. Ayrıca bir insan bilmeden böyle bir yemek yemiş olursa günaha girmez. Tedavi amacıyla ilaçlara katılmasında ise bir sakınca yoktur.

Yolculuk halinde cuma namazını kılarsam ayrıca öğle namazını kılmam gerekir mi?

Ali Yağız/Edirne

Cuma namazı yolculara farz olmadığından kılınmayabilir. Bununla birlikte eğer kılınmışsa ayrıca öğle namazını kılmaya gerek yoktur.
Yazarın Tüm Yazıları