Denize her girdiğimde denizkızlarını ararım...

Ben bir türlü doğmak istememişim. Daha anneciğimin karnındayken suya ne kadar düşkün olduğum belliymiş aslında.

Haberin Devamı

Orda suyun içinde oturmaya bayılırmışım. Ta ki 10 ay 5 gün geçip de, doktorlar beni zorla annemin karnından çıkarıncaya kadar keyfim pek yerindeymiş. Suya olan düşkünlüğümü beni yakından tanıyan herkes bilir. Yazın denizden, kışın da havuzdan çıkmak bilmem. Yüzmenin kaslarıma ve bedenime verdiği sağlığı, huzuru hiçbir şeye değişmem. Size seyehat etmekten, yeni yerler görmekten, yeni kültürler tanımaktan ne kadar keyif aldığımı anlatmıştım. Geçen gün fotoğraflarıma bakıyordum da, dikkatimi çekti: En çok suyla yakın ilişkisi olan yerlerde kocaman gülmüşüm ve de çok mutlu görünüyorum... Bizim ülkemiz bu açıdan bakıldığında bir cennet. Avrupa’da ise favori şehrim Venedik. Yakında tamamen sular altında kalabilecek olması çok ürkütücü ama o güzel şehrin kanallarında gezmek, San Marco meydanında ayak bileklerinize kadar suyun içinde yürümek harika.

Sonra, Amsterdam... Biliyorsunuz orası için de aynı tehlike söz konusu. Ama orada da kanal turları nefistir. Düşünsenize koskoca Hollanda Kraliçesi’nin oğlu bile bir kanalevinde yaşıyor. Görseniz bayılırsınız. Basbayağı üç oda bir salon evler. Balkonları bile var, hatta çamaşırlarını yıkayıp oraya asıyorlar. Öyle güzel görünüyor ki. Hepsi de suyun üzerinde yüzüyor.

***

Geçenlerde size Londra’da kaldığım yıllarda Kensington bahçelerinde, Peter Pan’ın peri çocuklara çaldığı flütü duymaya çalıştığımı ve hep onu aradığımı anlatmıştım. Dünyanın neresinde olursam olayım, ister Adriyatik’te, ister Akdeniz’de sudayken de hep denizkızlarını ararım. Hatta bir gün yüzerken bacaklarımın birbirine yapışıp, dev bir kuyruğa dönüşeceğini ve bir denizkızı olabileceğimi hayal ederim. Böylece yunuslarla yarışabilir ve su altının o gizemli dünyasını keşfeder, gerçek deniz kızlarıyla yakın arkadaş olabilirim. İşte yine bütün bu hayallerimi paylaşabileceğim bir arkadaş buldum kendime... DENİZ KIZI EMILY.

‘Emily, kendini bildi bileli, annesiyle birlikte yelkenli bir teknede yaşamaktadır. Babasını hiç görmemiştir. Annesi garip bir şekilde Emily’i başından beri denizden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bir gün okulda havuzda yüzme dersine katılma izni çıkınca Emily, yaşamındaki büyük dönüşüme ilk adımını atar. Yüzme bilmeyen Emily’nin bedeni suyu tanımamaktadır. Birden bacaklarındaki büyük değişimi yaşar; bacakları bir balık kuyruğuna dönüşür ve Emily deniz kızı olur. O bunu herkesten sır gibi saklayacaktır. Deniz altı dünyasında olağanüstü serüvenler yaşarken hiç görmediği babasının da izini bulur.’

Ve sonra neler mi olur? İşte Can Çocuk Yayınları’ndan çıkan bu harika kitapta bu öykünün devamı var... Kitabın adı: DENİZ KIZI EMILY’NİN SIRRI. Yazarı Liz Kessler. Hadi gelin hayallerimizi paylaşalım. Hadi gelin hep kitap okuyalım...

Bir küçük düzeltme

Geçen hafta biz tırtıllar için düzenlenen ilk film festivalinin başlayacağını duyurmuştum. Yok yok merak etmeyin festival başlıyor da bu festival ilk değil. Çünkü daha önce 11-14 Ekim 2003 tarihleri arasında 1. Uluslararası İstanbul Çocuk Filmleri Festivali düzenlendi ve çok da yoğun ilgi gördü, haberiniz olsun...

Kırmızı ışık ‘geç’ mi demek

İnci ablacığım, geçtiğimiz pazar, anneler gününü kutladık. Size annemle başımıza gelen komik bir olayı yazıyorum. Annem araba kullanırken acaleyle kırmızı ışıkta geçti. Hemen ileride polis memuru bizi durdurup, ‘Hanımefendi neden kırmızı ışıkta geçtiniz’ dedi. Annem de ‘Kusura bakmayın memur bey, ben İstanbul’un yabancısıyım. Aslında Ankaralıyım’ dedi. Polis de ‘Hanımefendi, Ankara’da kırmızı ışığın manasının geç olduğunu bilmiyordum’ diyerek bize ceza yazdı. Ben çok ama çok güldüm. Annem galiba biraz utandı. Sonra da bana ne olursa olsun trafik kurallarına uymam gerektiğini ve asla hiçbir konuda yalan söylemememi tembih etti. Ben Zeynep Bolat, üçüncü sınıf öğrencisiyim. Bu anımı sizinle paylaştım. Sylvio’yu çok seviyorum. Bütün sokakta yaşayan hayvanlara çok iyi davranmamız gerektiğini düşünüyorum.

Hayal edin gerçek olsun

Hatırlarsanız Slyvio’nun anlattığı öyküyü en güzel tamamlayan Öykü Esberk’di. Öykü bize Adana’dan yazmıştı. Biz Öykü ile telefonla çok güzel sohbet ettik. Öykü’nün o güzel hayal dünyası, ona çok sevdiği Sihirli Annem dizisinin Eda’sıyla, yani Defne Joy Foster’a merak ettiği soruları sorma imkanı sağladı. İşte Öykü ve Defne’nin sohbeti:

ÖYKÜ- Bu diziye rastlantı sonucu mu seçildin? Rastlantı değilse nasıl oldu?

DEFNE- Yazılmış hazır bir senaryonun üzerine geldim. Ben iş ararken Kanal D’de Hatice Soysev ve İnci Kırhan’la yaptığımız bir toplantının sonunda o sıralar yeni başlamakta olan Sihirli Annem dizisinde bana da bir rol ayarladılar. Yani biraz tesadüf sayılır.

ÖYKÜ- Rol gereği bile olsa dizide karnında bir çocuğun olması nasıl bir duygu? Çocukları sever misiniz?

DEFNE- Çocuk sahibi olma fikri her yönden garip geliyor bana. Ama tatlı ve olgunlaştırıcı bir duygu. İnsanın kendisinden vazgeçip başkası için yaşamaya başladığı nokta sanırım. Güzel ama çok sorumluluk istiyor. Her çocukla çok iyi anlaştığım söylenemez. Ama genel olarak çocuklar beni seviyor.

ÖYKÜ- Dizinin ilerleyen bölümlerinde sürprizler var mı?

DEFNE- Her hafta yeni bir bölüm yazıldığı için gelecekte neler olacağını biz de bilmiyoruz. Ama zaten her bölümde bir sürprizle karşılaşıyoruz bence.

ÖYKÜ- Eda’yı kendinle özdeşleştiriyor musun?

DEFNE- Evet, zaman içinde birbirimize karıştığımız oluyor. Hem iyi hem de kötü oluyor ama Eda’yı seviyorum.

ÖYKÜ- Sence çocukların seni bu kadar sevmesinin bir nedeni var mı?

DEFNE- Çocukların her şeyi sevmesi mümkün. Ama hayal dünyalarına bir pencere daha araladığımız ve bunu Türkiye’de becerebildiğimiz için bizi seviyorlar bence.

ÖYKÜ- Röportajın sonunda söylemek istediğin başka bir şey var mı?

DEFNE- Sorular için çok teşekkür ederim. Bir de, HAYAL ET Kİ GERÇEK OLSUN. AMA HER ZAMAN NE HAYAL ETTİĞİNE DİKKAT ET, derim hepinize...

SYLVIO'NUN KÖŞESİ

Yemin ederim ki Finona gerçek

Geçtiğimiz pazar anneler günüydü, sakın unuttuğumu sanmayın. İnci bana, ona yazdığınız mektupları okudu. Hepiniz annenizle çok güzel bir gün geçirmişsiniz. Keşke hepsini burda yayınlayabilsek... Ne güzel hediyeler almış, sevginizi ne güzel dile getirmişsiniz. Anneler günü benim için de çok önemli. Hepinizin de bildiği gibi beni İnci doğurmadı. Benim annem Macaristan’da.

Ben kardeşlerimle beraber bir kutunun içinde buraya gelmişim.

Ama gözümü açtığım andan itibaren gördüğüm ve bildiğim tek anne İnci oldu. Bana hep o baktı. Bebekken mamamı yedirdi, aşılarımı yaptırdı. Bütün sıkıntılarımda yanımda oldu. Eğitimim için çok çaba sarf etti. Zaten bana harcadığı onca emek ve verdiği sonsuz sevgi onu benim annem yaptı. Bence bir çocuğu sadece doğurmuş olmak hiçbir şey ifade etmez. Ona sahip çıkmak, onu hayata hazırlamak her şeyden daha önemli. İşte gerçek annelik diye ben buna derim.

O özel günün sabahı, erkenden uyandım. Tam sekiz buçukta Finona ile buluştuk, parka gittik. Finona ile birlikte annelerimiz için çiçek topladık. Tabii bu bahaneyle ben sabahın köründe Finona’yla buluşmuş oldum. Belki ilerde onunla evleniriz ve ben de oğlumla beraber Finona için çiçek toplarım!

Yalnız bazılarınız Finona’nın bir hayal kahramanı olduğunu düşünüyor. Hayır değil, yemin ederim o yan apartmanda oturuyor ve bütün anlattıklarım gerçek. Çok yakında bunu size fotoğraflarla ispat edeceğim. Neyse sonra Finona’yla ayrıldık. Ben sessizce eve girdim. İnci için en sevdiği şey, yani nefis bir kahvaltı hazırladım. Çiçekleri de masaya koydum. Günümüz çok güzel geçti. Kahvaltıdan sonra sete gittik. Ve ben çekimlerde Finona’yı düşünmeye devam ettim. Sizin için bir sakıncası yoksa rüyamı tamamladığınız mektupları Finona’ya da okuttum. Onun fikirlerine çok güveniyorum. Çünkü o da çok kitap okuyor. Mektupları okumamız bitince bir baktık ikimiz aynı mektubu seçmişiz. Tabii günlerce uğraştık. Bu da bizi birbirimize daha çok yaklaştırdı. İşte rüyamın devamı:

***

KABUL EDİYORUM PEK DE CESARETLİ BİR KÖPEK SAYILMAM. Cinsimden dolayı da kimse benim kahraman olduğumu düşünmüyor. Çok iyi niyetliyim napiyim? O akşam eve döndüğümde, yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu fark ettim. Bir kere arka tarafa açılan kapı hafif aralıktı. Hiç ses çıkartmadan emekleye emekleye koridorda ilerledim. Mutfağa gelince burnumu içeriye uzattım. Buzdolabı açıktı. Ya eve hırsız girmişse??? Ödüm koptu. Birisi sanki ağzını kapatmadan bir şeyler çiğniyormuş gibi sesler çıkartıp şarkılar söylüyordu. Ne yapmalıydım? Hemen İnci’ye telefon etme niyetiyle kapıya doğru yavaşça sürünmeye başladım. Ama tam o sırada şüpheli bana doğru gelmeye başladı. Ben de perdenin arkasına saklandım. Perde kıpırdadı veeeee...

***

ŞİMDİ FULYA ANLATIYOR...

Taci ile burun buruna geldim. Heyooooo diye bağırdı. Korkudan dilim tutulmuştu. Zar zor sen bizim evimize nasıl girebildin dedim. O da bana bir sürpriz yapmak istediğini ve ayrıca hep anlattığım Finona ile tanışmak istediğini ve bu yüzden onca yolu yürüyüp buraya geldiğini söyledi. Tabii bu arada buzdolabında ne var ne yok yemeğe başlamış bile.

İçeriye nasıl girdiğini anlatmaya fırsat kalmadan büyük bir gürültüyle sokak kapısı çarptı. Oysa ben kapıyı kapatmıştım. Nasıl açılmıştı? Bu sefer Taci ile beraber korkudan titremeye başladık. Ve bize doğru yaklaşan nazik adımlar duyduk. Gittikçe yaklaştı ve o güzel sesi ile Finona ‘Kimse yok muuuu’ dedi. Heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. Finona ilk kez bize geliyordu ve Taci benimleydi. Hemen ona gitmesini söyledim ama o ısrarla gitmedi. Sonraaaaa...

Haydi İnci abla, biri de bu öyküyü devam ettirsin ne dersin?

***

Evet, işte bu güzel fikri bize veren Fulya Taşpınar. Kendisi 9 yaşında ve yazar olmak istiyor. Biz İnci ile beraber Fulya’yı yemeğe götürüp bol bol sohbet edeceğiz. Merak etmeyin beni kabul eden bir sürü cafe var. Hadi siz de bu öyküyü devam ettirin ve sürprizlerimize hazır olun. Mektuplarınızı bekliyorummmmm.

Trafiğimiz tam fıkralık

İnci abla, trafik kurallarına hiç uyulmuyor. Bazı okullarda trafik dersi var, bazılarında yok. Sonra herkesin bir arabası var. Neden toplu taşıma araçlarıyla ulaşıma özendirilmiyor, anlayamıyorum. Bence en büyük sorun çok araba. O zaman da tabii çok kaza olur. Bu konuda hassas davranılmasını rica ediyorum. Bu konuyla ilgili bir fıkram var:

Trafik polisi bir aracı durdurur ve şoförüne, ‘Tebrik ederim beyefendi, bugünkü kontrollerimizde emniyet kemeri takan tek sürücü sizsiniz, bu yüzden size 100 milyon lira ödül vereceğiz, ne yapmayı düşünüyorsunuz’ demiş. Şoför, ‘Hemen gidip ehliyet alacağım’ diye yanıt vermiş. Polis, ‘Ne, senin ehliyetin yok mu’ demeye kalmadan şoförün yanında oturan karısı söze girmiş: ‘Siz ona bakmayın memur bey. İçince hep böyle sapıtır!’ Polis iyice sinirlenmeye başlamış.Derken arka tarafta oturan adam lafa girmiş: ‘Ben size demedim mi çalıntı arabayla yola çıkmayalım, diye.’ Trafik polisi şaşkınlık içinde bakarken, bagajdan bir ses gelmiş: ‘Ne oldu arkadaşlar, sınırı geçtik mi?’ Veli Kaplanoğlu (9)/SAMSUN

Bana yazın olur mu

İnci Türkay / Kelebek - Hürriyet Medya Towers. Güneşli 34212 - İSTANBUL Faks: 0212 677 04 35

Yazarın Tüm Yazıları