Demedim mi nazlı yarim ben sana!

BÜYÜK devlet ve hükümet adamlarımızdan Abdullah Gül esip gürledi. Tam manşetlik sözlerdi ama medyada nedense gargaraya geldi.AB’nin Ankara Temsilcisi olan Kretschmer isimli zat bir açıklama yapmıştı: ‘Türkiye 17 Aralık sonrasında uygulama alanında ilerleme sağlamadı.’AB Dönem Başkanı Lüksemburg’un Dışişleri Bakanı da geçen hafta Ankara’ya geldi. O da aynı uyarıları yapmak zorunda kaldı. Art arda gelen bu uyarılar Abdullah Bey’in sinirlenmesine neden oldu... Ve sonuçta gazetecilerin bu konudaki soruları üzerine AB’ye inanılmaz bir posta koydu!‘Gazetelerde Lüksemburglu bakan için ikaz etti, uyardı gibi başlıklar görüyorum. Türkiye’yi neden ikaz edecekmiş? O kim oluyor ki?’Valla helal olsun! Okuyunca gözlerim yaşardı. Ama iş bununla da bitmedi. Bay Gül bu kez aynı sözleri AB’nin Ankara Temsilcisi Kretschmer için söyledi: ‘Ben Dışişleri Bakanı olarak onun sözlerine mi yanıt vereceğim. Kim oluyor ki Kretschmer?’Kocaman bir aferin daha! Devlet adamı dediğin işte böyle olur! Gerektiğinde postasını koyar. İyi de, bu AB masalının peşinde koşturanlar, onların kapılarında yalvar yakar olanlar, ağlaşanlar, rica minnet edenler, esas duruşta bekleyenler, onlar tak diye emredince istenilen her yasayı şak diye çıkaranlar kimdi? Abdullah Bey ve hükümeti değil miydi? Şimdi bu ağız değişikliği neyin nesi?.. Çünkü yalan söylendiğini, AB’nin Türkiye’yi hiçbir zaman üye olarak içine almayacağını anladılar. Önleri tıkandı. Bu yüzden işi boşlamaya başladılar. Kulları Emin Çölaşan burada bu olacaklar konusunda yıllardan beri yırtındı. ‘Bunların kapısında böyle küçülmeyin, onurumuzu çiğnetmeyin’ diye yalvardı ve olacakları aynen yazdı. Müneccim değildi ama görünen köy kılavuz istemiyordu. Beyefendi şimdi işler tıkanınca çıkıyor ortaya ve söyleyecek sözü olmadığı için feryat ediyor: ‘Onlar kim oluyor ki...’ Geçmiş olsun! Onların kim olduğunu düşünmekte geç kaldınız bayım. Bunu onların emirlerini alıp derhal yerine getirirken, kapı aralıklarında Türkiye Cumhuriyeti’ni küçük düşürürken düşünecektiniz. Abdullah Bey’e ben buradan sesleniyorum:‘Demedim mi nazlı yarim ben sana!’RAKI REZALETİ Siz bir ülkeyi yönetiyorsunuz. Para yok. O halde işin kolayına kaçıp bir şeylere sürekli zam yapacaksınız. Elinizde nasılsa ‘enflasyonun sihirli değneği’ var. Rakamlar sizde. Sürekli zamlar geliyor ama açıkladığınız rakamlara göre hayat neredeyse ucuzluyor! Gelelim rakı konusuna. Maliyeti yaklaşık 4 milyon lira olan bir şişe rakıya sürekli zam bindiriyorsunuz. Bugün bir şişe rakı fiyatı 22 milyon. Buna karşın bir şişe viski 45 milyon. Viski ithal ediliyor. Nakliyesi, gümrük vergileri vesairesi var. Bunları düşün, ikisi neredeyse aynı fiyata geliyor. İşte bu ortam kaçakçıların, sahtekarların ve hatta katillerin işine yarıyor. Adamlar metil alkol kullanıp neredeyse sıfır maliyetle rakı üretiyor ve bunları ucuz fiyata satıyor. İçen ya sakat kalıyor, ya da ölüyor. İktidarın niyeti ‘Ahali içki içmesin, günahtır’ olabilir. Günahı içenlerin boynuna! İktidar ‘Madem içiyorlar o halde paralarını iyice alalım, zam yapalım, vergi bindirelim’ diyebilir. İşte böyle ortamlarda malın kaçağı, sahtesi, öldürücüsü devreye girer. Örneğin sigaraya biraz daha zam yapın, sigara kaçakçılığı hortlayacaktır. Viskinin kaçağı ve sahtesi şimdiden piyasada. İçkiye, sigaraya, akaryakıta zam yapıp ülkeyi böyle yönetmek en kolay iştir. Ama sonucunu iyi hesaplarsanız!Bunları polis-jandarma ile önlemeniz asla mümkün değildir. On binlerce şişe sahte ve zehirli rakı piyasaya boşuna verilmedi. Nedeni, rakı zamları. Bunun adı liberal ekonomi! Arz talep vaziyeti!Bizi yönetenler arasında ‘Madem içiyorlar, gebersin günahkar keratalar’ diyenler bile var. Bu işlerin ve ölen masum insanların vebali acaba en çok kimin, kimlerin üzerinde?
Yazarın Tüm Yazıları