Daha sıcak bir dünya

KORKU filmlerindeki gibi. Hava değişiminin ya da depremlerin yol açtığı felaketler, 2005’te akılda belki de en çok kalacak olayların başında geliyor.

Amerika ve Karayipler’de kasırgalar, Güney Avrupa’da kuraklıklar, Orta ve Kuzey Avrupa’da sel baskınları. Güney Asya ve Güney Amerika’da tropikal fırtınalar. Bunun yanı sıra, yakın ve uzak Asya’daki depremler.

Sel baskınları ve kuraklık gibi, birbiriyle çelişen doğal felaketlerin her biri, ülkelerin gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, büyük sayıda can ve mal kayıplarına yol açıyor. Doğal felaketler uygarlıkları tehdit eder hale geliyor.

OTUZ YILDA BİR DERECE

Ölçümlere göre, dünyada karbondioksit oranı son onbeş yılda yüzde onüç artıyor. Çok ciddi bir kirlenme.

Hava değişiminin yol açtığı felaketlerde, bu kirlenmenin etkisi büyük.

Ancak, asıl sorun dünyanın ısınması. Kömür, petrol ve doğalgazda artan tüketimle birlikte, dünya her geçen gün biraz daha ısınıyor. Gerçi, dereceye vurulduğunda, konuya uzak olanlar için, artan sıcaklık derecesi, hiç de öyle telaş edecek gibi durmuyor.

Çünkü, son otuz yılda havadaki ısı sadece bir derece artıyor. (Hamburg Meteoroloji kayıtlarına göre). Ama, uzmanlar bu artıştan kaygılı. Nedeni, iklim değişikliği.

Bu noktada çok ilginç bir saptama var.

KORKUTUCU OLAN

Uzun döneme bakıldığında, iklim değişikliği grafiği pek öyle korkutucu değil.

Sık tekrarlanmayışına rağmen, korkutucu olan kasırga, sel baskınları ve kuraklıkların şiddeti ile verdiği zarar.

Her doğal felakette, yıkım gücü daha şiddetli, verdiği zarar daha büyük.

Felaketin şiddeti ve verdiği zarar, havanın ısınmasına paralel. Hava ısındıkça şiddet, dolayısıyla zarar artıyor.

Eğer, havanın ısınması böyle devam ederse, 2006’dan başlayarak, hep birlikte durumumuz şu:

Önümüzdeki on yıl yıkım gücü daha şiddetli kasırga, sel baskını ve kuraklıklar var. Dünyada her bölge bundan nasibini alıyor, her toplum derinden etkileniyor.

Bir kabus. Hepimizi bekliyor. Eğer, havadaki ısınma böyle sürerse.

ÖTEKİ ISINMA

2006’ya adım atarken, dünya bu tür tatsız olaylara gebe ise, pek çok şey değersiz kalıyor.

Günlük insan ilişkilerinde birbirini yemeler, sonu gelmeyen hırslar, bitmeyen kin ve nefret. Yalan dolan. Kazık atma. Başkasının kuyusunu kazma. Yağcılık. Körü körüne inanç. Şiddet.

Bu duyguları besleyen insanlara, hangisi, ne kazandırıyor?.. Ufukta bekleyen doğal felaketten çok önce, insanı bu duygular kıskıvrak yakalıyor. Doğanın değil, insanın kendi eliyle kurduğu felaketin kucağına atıyor.

Bunlara bir de politika eklendiğinde...

Her yılbaşında insan kendine yeni bir yol haritası çiziyor. Yeni yılda ben nasıl olmalıyım, ben neler yapmalıyım, hesaplaşması.

Dünya ne kadar ısınırsa ısınsın, siz siz olun, 2006’da kendi elinizle kurduğunuz tuzaklara düşmeyin. Başkalarının tuzaklarına da, aldırmayın.

Yeni yılınız kutlu olsun.

Hassas günler takvimi

GÜN ve ayları gösteren normal takvimler dışında, herkesin kendine göre bir takvimi, yani programı var.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün de, böyle bir takvimi var. Yılın hangi gününde polis alarma geçmeli ve ona göre önlem almalı gibi, bir takvim.

Bazı kutlama ya da anmalarda gösterilere karşı hazırlıklı olma refleksi.

Bu takvimde Nazım Hikmet’in de ölüm günü yer alıyor. Polis Nazım’ın ölüm gününde olay çıkabilir beklentisiyle, 3 Haziranı da hassas takvime işliyor.

TBMM’de Nazım Hikmet’i yeniden vatandaşlığa kabul çalışmaları sürerken, Türkiye’nin en büyük şairi Nazım, aziz Türkiye Cumhuriyeti için hala hassas!..

Kaldı ki, çağımızda bu gibi bürokratik, otomatik takvimler artık geride. Türü ne olursa olsun, herhangi bir eylem artık takvim dışı.

Batı’da güvenlik güçleri eylem beklentilerini takvim dışına çıkartıyor.

Hassasiyet takvimde değil, gelişmelere ayak uydurmadaki ağırlıkta.
Yazarın Tüm Yazıları