Çünkü asıl öyküler bekler bazı yaşları

Selim İleri yirmi iki yıl sonra Fotoğrafı Sana Gönderiyorum adını taşıyan bir öykü kitabı çıkardı.

Yazımın başlığını, Behçet Necatigil’in belleğimden hiç silinmeyen Açık şiirindeki bir dizeden esinlenerek koydum: "Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları."

Selim İleri
her zaman usta işi öyküler yazmıştır. Ama bu kitaptakiler, önceki yazdıklarını aşan farklılıkta. Kendi yazdıklarına, öykünün ötesinde bir lezzet katmış.

İlk kitabında böyle öyküler yazabilir miydi? Hayır. Çünkü gerek yaşam deneyimi, gerek eserlerindeki kişilerle kurduğu edebi dostluklar, mutsuz ilişkiler, ancak bunca yılın birikiminden sonra, bu zengin içeriği ile öykü biçiminde bize iletemezdi. Onun öyküleri, gerek üslup, gerek içerik gerekse kişileri bakımından, Türk öykücülüğünde örnek olarak sunulabilir.

Peki yirmi iki yıl sonra Selim İleri’nin öykü serüveninde nasıl bir fark bulabilirsiniz?

Cumartesi Yalnızlığı’ndan itibaren bütün yazdıkları, romanları, denemeleri, yeni öyküler kitabının içinde, bazen net bazen flu, varlıklarını sezdiriyorlar. Öykü, günce, deneme türü zaman zaman birbiri içinde kesişiyor, başka bir tür yaratıyor.

Usta bir Selim İleri’nin hem yazarlara ödediği şükran borcunun insanı etkileyen duyarlığı, hem de kendi eserlerine dönüşlerin, oradan bugüne tuttuğu ışık dikkatimi çeken iki özellik. Kimi zaman bir mum alevi kadar zor seçiliyor, kimi zaman da parlak bir projektör altında bütün parlaklığı, bütün netliğiyle görünüyor.

Fotoğrafı Sana Gönderiyorum öyküler toplamının bir özelliğinden söz etmeli. Yazarın diğer kitaplarını bilmiyorsanız, okumamışsanız, sadece öykü ve romanlarını değil, incelemelerini, denemelerini de gözden geçirmemişseniz; bu öykülerin tadını çıkarmakta biraz zorlanacaksınız. Çünkü Selim İleri’nin biyografik izdüşümlerle, kitaplarının, yazdıklarının, okuduklarının birbiri içindeki çetrefil örgüsü sizi zorlayabilir. Ama gene de edebi bir şeffaflığı vardır, okur tuzaklarına tenezzül etmez, gerek yazdıklarını gerek andığı başkalarının yazdığını okuduğunuzda, bir yazarın gerçek edebi kimliğini bulabilirsiniz.

Çocukluktan büyüklüğe, hep mor bir objektiften bakan yazar, kendi eserlerinin de zaman içindeki değişimini, kendisiyle özgül bir hesaplaşma ya da iç söyleşi biçiminde sürdürüyor.

Öykülerin başında Ziya Osman Saba’dan iki dize, bizi yazarın dünyasındaki atmosfere hazırlıyor:

"Hiç olmazsa unutmamak isterdim!

Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar..."

Eski Bir Roman Kahramanı
öyküsünde, bir yazarın kahramanına yıllar sonra bakışının acıklı tavrını buldum. Biten sevgiler, karşılaşmalarda insanı nasıl da tedirgin eder. Soğumuş ilişkilerin ruh donduruculuğu dile getiriliyor bu öykülerde.

"Şahane Bir Tuvalet" geçmiş günlerdeki sahte bir şaşaayı anlattığı kadar, toplumsal sınıfın belirleyici ekonomik katmanlarına da değiniyor. Yalınkat bir okuyucunun, nostaljik notlar olarak saptayacağı Selim İleri’nin öyküleri, İstanbul’daki bir yaşamın tanıklıklarıdır. "Şahane Bir Tuvalet" bugünün kimi okurlarına göre görgüsüzlük belgesi, kimilerine göre de dönemin bir sınıfının yaşamının edebi tutanağıdır. Başka yazarların kitap adlarına göndermeler, onun yararlandığı kaynaklara bir saygı selámıdır.

Aynı zamanda, o kitaplardan esinlenerek nasıl bir eser ortaya çıkarıldığının da atölye notlarıdır.

Hayat Sönüp Giderken, bir Selim İleri klasiği olacak kıratta bir edebiyat çalışması. Eski ile yeni arasındaki valsin, görselliğin edebiyattaki yankısının menevişlerini yansıtıyor.

Perisiz Evler’de; hepimizin ortak bir unutuş isteğini özetliyor: "Fotoğrafları sevmem. Hayalinizi çalar; zamanı, insanı ve mekánı dondurur. Size yalan söyler. Duruk görüntü size geçmiş zamanı, sönmüş bir anı geri getirmişçesine yalan söyler. O an geri gelmez, asla. Fotoğraflar merhametsizdir. Fotoğrafsız yaşadığımı söyleyebilirim. Pek çok fotoğrafı yırttım attım."

"Hangi acılardan, sınavlardan geçtiğini onlar da hissedecekler"
sözünün ardında bütün yazarların imzasız ortak manifestosu gizlenmektedir.

Nar Çatlağı, bir yazarın "ben"inin zaman içindeki değişimini, törpülenişini yer yer kara mizahla anlatan tavrı.

Ölü Hikáyeci, sevecen bir yazarlık kavramına yaklaşımın notları.

Kitabın içindeki farklı ustalıkla bezenmiş Gregor Samsa’nın Elyazısı, görsellikle yazının bir aradaki iyi bir ürünü.

Selim İleri’nin yirmi iki yıl sonra yayınladığı öykülerinin, öykü türünün dar sınırları içinde yorumlanmamasını salık vereceğim. Çünkü bunca kitabın iyi yazarı, okuruna hem kendi dünyasını, hem kahramanlarının oluşum serüvenini anlatıyor, hem de sevdiği yazarlarla sizin aranızda bir bağlantı kuruyor. Eğer daha önceki kitaplarını okuduysanız, bu birçok eserine yeni bir yaklaşımın sırrını veriyor.

Selim İleri’yi yeniden okuma isteği uyandıracak öyküler. Yirmi iki yıllık hasrete de değmiş.

Fotoğrafı Sana Gönderiyorum

Selim İleri

Doğan Kitap


KİTAPTAN

GİTMEK DAİMA GİTMEK

Renklere ve ışıklara tutkundum.

Çocuk, pencereden bakar, tramvayın geçmesini beklerdi.

Ama bunu anlatabilmek için çocukluğun anlatımını bulmak gerekir. Bulamadığım için, çınçınların, çançanların özenti, yapmacık olup çıkacağını duyumsuyorum. Soir de Paris şişesi pek çok kişiye hiçbir şey çağrıştırmayacak.

Çocukluğun dünyasını, söylemini yitirdim. Anlattıklarım ihtiyar ve yorgun. Çocukluğa, gençliğe neresinden tutunacağımı kestiremiyorum. Boş yere şöyle bir cümle kuruyorum:

Çocuk saatleri bilmiyor, tramvayın zamanını ayarlayamıyordu.

Kafamı kurcalayan bir soru:

Niye tramvay, taşıt, yolculuk, gitmek? Daha o zamandan? Öyleyse, daha o zamandan başlamıştı ’gitmek’. Şimdi var olduğum yere gitmek, daima gitmek.

ÖLÜNECEK YER

Yapıyı ören taşlar, yapının görünüşü, senin bilmediğin bir zamanı çağrıştırıyor bunlar, geçmiş bir zamanı, epey öncelerde kalmış. Nedense Rilke’nin acı sayıklamalarını bir kez daha okumak istiyorsun, ailenin tarihi, malikanede boş odalar, ölen soylu kişi, Von bilmem kim.

Ölünecek yer, diyordu Rilke ve her yer, var olduğu, var olmak durumunda kaldığı her yer Rilke’ye ölüm hazırlıyordu. Hölderlin’e cinnet. Kleist’a intihar.

Ürkmüştüm.

Ama, yıllar sonra, zamanın epey geçip gitmişliğinde, ölüm seni eskisi kadar ürkütmüyor. Rilke’yi okumuş olduğun için şükran duyuyorsun. Bazen ölüme de şükran duyuyorsun, bir gün er geç sana el uzatacak.

Yaşadıklarından yıldığın için.

SEN ’YAZI’NIN PEŞİNDESİN

Demek burası...

Fotoğrafın nerede çekildiği...

Hayır, yine yalan. Yaşamın boyunca kendine yalan söyledin.

Kimseyle paylaşmadığın... Paylaşamayacağın iç karanlığını yazdın. İç karanlığına ’yalnızlık’ ismini taktın. Fraulein’ı, çiçek resimlerini, ’yazabilmek’ için uydurdun. Bundan sonra da uyduracaksın.

Fotoğraf her yerde çekilmiş olabilir.

Fotoğraf önemli değil. Sen ’yazı’nın peşindesin.

Sözlerin yaşamıyla ayakta kalmak isteyenler, yeryüzündeki can çekişmelerine omuz silkmeli. Sen silkmedin. İnsanları sevdin, insanların ardından koştun. İnsanlar senden çekip gidince, çiçek resimleri gösteren fraulein’ı yarattın. Çiçeklerin Frankeştayn’ı. Senin Frankeştayn’ın hangi zifiri geceden geliyordu? Saksılı balkona çıkmasını şimdi boş yere bekliyorsun.

BÖCEK BİLE OLAMADIM

Fotoğraftaki Selim Gregor Samsa’ya bakıyorsun.

Yahudi miydi?

Dünya onun yazdıklarını hiç önemsemedi.

Yeraltından Notlar:

"Şimdi aziz okuyucularım -dinlemek isteseniz de, istemeseniz de- size, niçin bir haşere olamadığımı anlatmak gönlümden geçiyor. Tamamıyla ciddi olarak söyleyeyim ki, böcek olmayı çoğu zaman arzuladım. Yazık ki buna bile layık olamadım."

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Enis BaturPlati-Bir Ada DenemesiSel

David Behar-Tolga İslamİstanbul’da "Soylulaştırma"İstanbul Bilgi Üniversitesi

Ahmet AdaKantolarŞiirden

Patrick WhiteVoosLiteratür

Jean BotteroKültürümüzün Şafağı BabilYKY
Yazarın Tüm Yazıları