Cumhuriyet ve onlar

BAŞKA bir eleştiri nedeni bulamayınca "İsmet İnönü, paraların pulların üstüne Atatürk’ün resmi yerine kendininkini koydurmuştu" diyenleri bilirsiniz.

Onlara yanıt olarak merhum İnönü’nün anlattıklarını bu sütunda birkaç kere yazdığımızı anımsarız.

Cumhuriyetin 85’inci yıldönümü dolayısıyla yazılanlar bizi bir an için o konuya götürdü.

İnönü, pullara, paralara neden kendi resminin konduğunu ve resmi dairelere neden kendisini gösteren tabloların asıldığını, Demokrat Parti döneminde bu konunun Meclis’te tartışıldığı bir gün, aralarında benim de bulunduğum birkaç gazeteciye CHP’nin Meclis Grup Odası’nda özetle şöyle anlatmıştı:

"Cumhuriyeti kurduktan sonraki ilk meselemiz, bu yeni rejimi yaşatmayı başarıp başaramayacağımızdı. O yüzden Cumhuriyet’in 10’uncu yıldönümünü idrak etmeyi çok önemsedik. Bayramın çok büyük törenlerle ve büyük bir heyecan içinde kutlanması için her imkánı kullandık. Ama o zaman Cumhuriyet’in kurucusu başımızda idi. Kurucumuz gittikten sonra da Cumhuriyetin yaşayabilmesinin koşulu onun ’kurumlaşması’ idi. Bunun da yolu kurucumuz olmadan da bu devletin ve Cumhuriyet’in yeni sembollerle yaşadığını göstermekti. Atatürk’ten sonraki Cumhurbaşkanı olarak benim resimlerimin paralara, pullara, devlet dairelerine konulmasının sebebi budur."

Cumhuriyeti
kuranların korkularının nedeni, 600 küsur yıl boyunca bu ülkeye hükmetmiş padişahlık yandaşlarının, bir şekilde saltanatı geri getirmeye çalışacakları düşüncesi olmak gerekir.

Şükranla belirtmeye değer ki Osmanlı hanedanı mensupları böyle bir çılgınlığa hiçbir zaman teşebbüs dahi etmemişlerdir.

Nitekim Cumhuriyet rejimi bugün -Osmanlı rüyasıyla yaşayan birkaç tahtasız dışında- tüm toplum tarafından paylaşılan ve sahiplenilen bir değerdir.

Ama tıpkı Cumhuriyet’in ilan edildiği 1923’te olduğu gibi, birtakım zıpırların bu büyük değişimi küçümsedikleri de bir gerçektir.

Onlara sorarsanız Atatürk’ün askeri ve diplomatik zaferleri ile devrimleri ve bir "ulus-devlet" inşa etmesi de öyle fazla önemsenecek şeyler değildir. Hatta daha 1923 yılından itibaren Türkiye’de demokratik rejime geçilmemiş olması Atatürk’ün -özellikle İsmet İnönü’nün- büyük kusurudur.

O dönem Türkiye’sinin yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen, kişi başına yılık gelir ortalaması bazı kaynaklara göre 45, bazılarına göre 100 ABD Doları olan; altyapı, refah, insan hakları, hukuk, ekonomi gibi kavramların varlığını bile bilmeyen (1927 nüfus sayımına göre) 13 milyonluk bir geri ve yoksul toplum olduğunu görmezler. Bu tabloyu 700 yıllık İngiliz demokrasisi ile kıyaslarlar.

Onlara göre Türkiye’de uygulanan "laiklik" modeli de yanlıştır. Hıristiyan Batı’nın geçirdiği evreleri sanki biz de geçirmişiz ve cami, siyasal amacından vazgeçmiş gibi, tutarlar "devletin İslami kurumlarla bağlarını kesmesini" isterler. O yolun İran’a gittiğini göremeyene "aydın" denebilir mi?

Neyse ki Sayın Süleyman Demirel’in ve son olarak tarihçi Erik Jan Zürcher’in dediği gibi "Cumhuriyet’in temeli çok sağlam"dır. Kervan o sayede yoluna devam etmektedir.
Yazarın Tüm Yazıları