Çöpçatan DNA’lar

Bu gezegendeki yaşantı gittikçe garipleşiyor. Ismarlama çocuklar, insan ötesi yaratıklar, robotlar falan.

Bir de, "Gördüklerinize, duyduklarınıza sakın inanmayın. Arkasında başka gerçekler olabilir" deniyor. Yine de, bir İngiliz müzikalindeki gibi "Durdurun dünyayı inecek var" demeye dilim varmıyor. Her şey öylesine güzel ki hálá, eminim bir dursa kimse inmez, ama mutlaka binen olur.

Bizden iki kuşak öncekiler bebekleri leyleklerin getirdiğine inanırmış. Annem, her şeyin çiçekler ve böceklerle anlatılmasından yanaydı. Biz, 1968 kuşağıydık, "gerçeği ve sadece gerçeği" söyledik. Bizden sonrakiler nasıl açıklayacak. "Sen bir tüp bebeksin" demek nispeten kolay da, "Seni internetten satın aldık" demek biraz zor.

Geçen yıl, ABD’de Teksas San Antonio’da bir klinik ilk insan embriyo bankasını kurduğunu ilan etti ve döllenmiş insan yumurtaları satmaya başladı. Yumurta ve sperm sahiplerinin ırkını, eğitim derecesini, kişilik özelliklerini seçmek, bebeklik, çocukluk, hatta kimi zaman erişkin hallerinin fotoğrafını görmek mümkündü. Şirketin sahibi bayan Jennalee Ryan "Çocuğu olmayan çiftlere, bekar kadınlara yardımcı olmaya çalışıyoruz. Üstelik hazır embriyo satın almak, tüp bebek yapmaktan hem daha hızlı, hem de daha ucuz. Kadınlarımız en az lise, erkeklerimiz üniversite mezunu" açıklamasını yapınca, doğal seçilim yanlılarının eleştiri oklarına hedef oldu. Sarışın ve mavi gözlülerin sayıca giderek azalmasından yakınanlar ise bu girişimi destekledi.

Tüketiciyi koruma derneklerinin başvurusu üzerine embriyo bankasının bulunduğu apartman katını ziyaret eden Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi FDA’nın müfettişleri konunun kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmadığına karar vererek işin içinden çıktı. Daha önce, birkaç kez ad değiştirerek değişik eyaletlerde evlatlık bulma şirketleri kuran Jennalee Ryan gazetelerin birinci sayfasında, ayrıca ulusal TV kanallarında bir süre boy gösterdikten sonra sessiz kalmayı yeğledi. 90’ından sonra çocuk sahibi olmuş Hz. İbrahim’den esinlenerek "İbrahim’in Yaşam Merkezi" adını verdiği şirketin artık embriyo pazarlamayacağını, sadece yumurtalarını satmak isteyen kadınlarla, kiralık anne olmak isteyenleri müşterileriyle buluşturacağını ilan etti. İnanıp inanmamak size kalmış.

SÜPER İNSANLAR KAPIDA

İnternet üzerinden sağlıklı embriyo satışı, uzunca bir süredir küllenmiş öjenik tartışmalarını yeniden alevlendirdi. İnsanın kalıtımsal özelliklerini, tıpkı bir hayvan ya da bitkiymişçesine iyileştirmeyi, bedensel ve zihinsel olarak daha üstün nitelikte bireyleri hedefleyen öjenik akımının, İngiliz ve Amerikalılardan esinlenmiş, Yahudi karşıtı bir Nazi ideolojisi olduğu sanılmasın. Taraftarları, özellikle 1950 öncesinde, Japonya’dan Arjantin’e, Rusya’dan Meksika’ya kadar çok geniş bir coğrafyada, bu arada Türkiye’de de önemli köprübaşlarını tutmayı başarmış, kimi uygulamalar göklere çıkartılmış, kimileri yerin dibine batırılmıştır.

Yakın akrabalar arasındaki evliliklerin engellenmesini, doğum öncesi genetik taramaları, hatta çiçek, felç, boğmaca aşılarını öjenik olarak değerlendirenler çıksa da, daha sağlıklı bebeklerin doğmasını istemekten, sakatlık ve ölüm riskini azaltmaktan daha önemli ne olabilir?

Ancak gelecekte, uygulamaların bunlarla sınırlı kalmayacağını, genetik değişikliğe uğratılmış daha güçlü, daha zeki, daha uzun ömürlü (hatta ölümsüz) bir avuç süper insanın, kainata hükmedeceğini, bu nedenle her türlü genetik araştırmanın yasaklanmasını isteyen o kadar çok kişi var ki. Bırakın bunları, "Karbon yerine silisyum, su yerine amonyak kullanan insan ötesi yaratıklar türer, bunlar alıp başını dünya dışı gezegenlere gider. Biz de buralarda insansı robotlarla baş başa kalırız" diye kabus görenler bile var.

Halbuki, geçen ay İsviçre’de, Ecole Polytechnique Federale de Lausanne’ın "Mavi Beyin Projesi"nde çalışan bir grup nörobilimci IBM’in sağladığı en hızlı bilgisayarı kullanarak silikondan insan beyni yapmakta olduklarını açıkladılar. Bakarsınız, yukarıda sıralananlar hayata geçmeden, bilgisayarlar insanları hepten esir alır.

Bana sorarsanız, ne süper insan olmak, ne de başka bir gezegene gitmek istiyorum. En yakın zamanda, Carnegie Mellon Üniversitesi’nin Claytronics adlı üç boyutlu ışınlama projesinde çalışan Metin Sıttı, Burak Aksak ya da Emre Karagözler’i bulacağım. Durmadan seyahat etmekten öylesine yoruldum ki, nano boyutlarda milyarlarca robot birbirine yapışıp şeklimi alsa, benim yerime toplantılara katılsa, ikram edilenleri yiyip içemese de çok keyif alacağım.

EŞİN POSTA KUTUNDA

"Büyük umutlarla çıktığınız birisi hayallerinizi yıktı mı? Evlendiğiniz kişiden kısa zamanda boşandınız mı? Artık size uygun eşi aramaktan vazgeçin. Kendinizi bilimin güvenilir kollarına bırakıverin." Hangi kadın bu ilana kapılmaz, hangi kadın evleneceği erkekle ömür boyu birlikte olmak istemez? Büyüklerimiz, "Kavun değil ki, koklayıp da alasın" derdi, kokunun kadın erkek ilişkisindeki önemini bilerek.

Henüz internetten embriyo ısmarlama noktasında değil, çocuk sahibi olmak için babadan kalma usulleri tercih eden muhafazakárlardansanız bu yıldan itibaren işiniz çok kolay. Çünkü, iki aydır Eric Holzle, kokusunu beğeneceğiniz, ömür boyu birlikte olmaktan tat alacağınız, üstelik ondan doğacak çocuklarınızın da sağlıklı olacağı bir eş bulmaya söz veriyor. Yaptığı iş, "Kadınların erkekleri beğenmesi için koku önemlidir", "Kadınla erkeğin DNA’ları, dolayısıyla bağışıklık sistemleri ne ölçüde farklı olursa birbirlerini de o kadar beğenirler" ve "DNA’lar ne kadar farklı olursa, doğacak çocuklar da o oranda sağlıklı olur" hipotezlerini kanıtlamaya çalışan bilimsel araştırmalara dayanıyor.

Kredi kartınızla 1.995 Amerikan Doları, yani yaklaşık 2 bin 300 YTL yatırırsanız size ucuna pamuk sarılı bir çubuk gönderiyor, çubuğu yanağınızın iç tarafına sürtüyor, zarfa koyup iade ediyorsunuz. DNA sonuçlarınızı (korkmayın, gizli tutuyor), bankasındakilerle (yani evlenecek hanım arayanlarla) karşılaştırıyor. Birkaç hafta içinde size uygun adayların fotoğrafı, boyu bosu, huyu suyu, parası pulu, dini imanı, son 10 yıllık adli siciliyle birlikte posta kutunuza geliveriyor. Eh size de, artık birini seçmek kalıyor. Gönlünüzü ferah tutun, bankadaki erkekler arasında evvelce cinsel suç işleyenler yokmuş.

Kel kafa ve kurabiyelerin öyküsü

Bundan 2500 yıl kadar önce damadına gönderdiği her mektup düşmanın eline geçen Miletli Histiaeus’un tepesi atmış, en sadık kölesinin saçını kazıtıp kafasına "Perslere karşı ayaklanın" dövmesi yaptırmış. Adamın saçları uzayıp yazıyı örtünce damadına yollamış. O da kölenin saçlarını yeniden kazıtıp mesajı okumuş.

Steganografi’nin, yani bilgiyi görene, gördüğü şeyin içinde önemli bir başka bilgi olduğunu fark ettirmeme, bilgi içine bilgi gizleme ustalığının pek çok örneği var. Çin lokantalarında, yemek sonrası önümüze konan "müessesenin ikramı" kurabiyeler de onlardan biri.

Efsaneye göre, Moğol imparatorluğunun hükümranlığında yaşayan Çinliler, yaklaşan Ay Festivali’nde isyan etmeye karar vermiş ve eylem planını festival sırasında dağıtılan ay çöreklerin ortasına saklamışlar. O gece binlerce Çinli, çöreklerden çıkan plana göre hareket etmiş, Moğol boyunduruğundan da böylece kurtulmuşlar.

Bir özgürlük simgesini, kimilerimiz "Neyse halim, çıksın falim’" diyerek kırsa ve içinden çıkan küçük kağıtta geleceğini bulmaya çalışsa da, bir steganografın bugünlere gelebilmesi hoş bir şey. İnsan zekası, bilgi içine bilgi saklamak için kel kafa ve kurabiyelerden başlayarak, filmi çekilen savaş esirinin, gözlerini mors alfabesine uygun şekilde kırparak işkence gördüğünü anlatmasına, hatta şifreli DNA parçacıkları sentezleyip toplu iğne başı büyüklüğündeki kağıtlara emdirdikten sonra bunları, ilgisiz bir metnin yer aldığı mektup kağıdının bir yerine (örneğin ilk "i" harfinin noktası) monte ederek göndermeye varıncaya kadar, her türlü olanağı başarıyla denemiştir. Yeter ki, bilgiyi görmesini istediğiniz kişi açacak anahtarı bilsin.

ESİR ASKERLERİN AYIP FOTOĞRAFLARI

Amerikan USS Pueblo gemisi, Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore ilgili bilgi toplamak üzere Tsuşima Boğazı’na gönderilmişti. 23 Ocak 1968 günü Pueblo, Kuzey Kore gemilerinin ve MIG jetlerinin saldırısına uğradı. Bir denizci öldü, pek çoğu yaralandı, gemi komutanı Lloyd M. Bucher dahil olmak üzere 83’ü esir alındı. Kuzey Koreliler 11 ay boyunca ellerinde tuttukları Amerikan askerlerinin casusluk yaptıklarını kabul ettiğini ve kendileriyle işbirliğinde olduğunu kanıtlamak üzere film ve fotoğraflarını çektiler, konuşmalarını kaydettiler.

Halbuki esirler, Korelilerin, Amerikan dil ve kültürünün ince ayrıntılarına hakim olmadığını fark etmişti. Propaganda amaçlı her ses ve görüntü kaydında, bu durumdan olabildiğince yararlandılar, işbirliği yapmadıklarını, morallerinin yüksek olduğunu anlatmaya çalıştılar. Komutan Bucher, gördüğü işkenceler işe yaramadığında, askerlerinin en gencinden başlamak üzere gözü önünde infaz edileceği tehdidi üzerine, steganograflarla dolu bir itirafname yazıp imzalamıştı. Örneğin "Kuzey Kore devletine şükrederiz. Büyük lider Kim II Sung’a şükrederiz" derken, "şükrederiz" karşılığında kullandığı "we paean" sözcüğü, ses olarak "üstüne işeriz" anlamına gelen "pee on"a benziyordu. Pueblo’nun Kuzey Kore karasularına girdiğini kabul ettiği cümle, Amerikan askeri ceza yasasındaki "ırza geçme" tarifiyle harfiyen örtüşüyordu.

Komutanlarının bu yöntemini fırsat buldukça askerleri de tekrarladı. Toplu fotoğrafları çekilirken, ellerini işaret dilinde "snow job", yani "kandırma" anlamına gelecek şekilde tuttular, orta parmaklarını, sinkaf (arapça s ve k harflerinin okunuşları) anlamına gelecek biçimde kameramana doğru uzatarak poz verdiler. (Bu sonuncular, o yıl bütün dünya gazetelerinde yer bulduğu halde, Amerikan gazeteleri "ayıp olur" diyerek basmamıştır).

Pueblo’nun mürettebatı iade edildiğinde bir askeri soruşturma geçirdi, gemiyi ve içindeki bilgileri yeterince koruyamadığı gerekçesiyle komutanın yargılanması istendi. Savunma Bakanlığı buna izin vermedi. 20 yıl sonra Bucher, bir beyanatında "O tarihte, Pasifik’in batısında muazzam bir askeri gücümüz bulunmaktaydı. Bize beş dakika uzaklıktaydılar ama, her nedense orada olduğumuzu unuttular" demiş, 1989’a kadar savaş tutsağı oldukları kabul edilmemişti. Komutan 2004’te öldü. Gemisi, hálá Kuzey Kore’de ve turistlere gezdiriliyor. Google’un harita kısmına gidip "USS Pueblo" diye arama yaparsanız, demirli olduğu yeri görebilirsiniz.

STEGANOLU TERÖRİSTLER TRUVA ATLARINA KARŞI

2007’deki ilginç gelişmelerden biri, teröristlerle mücadelede sert yöntemleriyle tanınan Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble’nin, Alman polisine "Truva atı" gizlenmiş yazılımlar kullanma izni girişimiydi. Bay Schauble, maliye bakanlığı ya da sosyal hizmet bürosu gibi resmi bir makamdan gönderilecek bir e-posta ile internete bağlı kişisel bilgisayar ve sunucuların sabit disklerine bir Truva atı sokmayı, böylece uzaktan ve habersizce yasadışı faaliyetleri izlemeyi planlıyordu. Gazeteciler ve insan hakları savunucuları teklife hararetle karşı çıktı. Hukukçular da, araştırılan sabit disklerin Almanya dışındaki bir ülkede olabileceğinden bahisle konunun uluslararası bir skandala dönüşeceğini ileri sürdü.

Aslında, Truva atlarının bir işe yaramayacağı açık. Çünkü uzunca bir süredir internetten gönderilen fotoğraf, müzik ya da video dosyalarının içine bilgi gömülüyor ve şifreyi bilen alıcıdan başkası, örneğin bir aile fotoğrafının içine bir havaalanı planının saklandığını fark etmiyor.

Şimdilerde, internetten indirilebilen beş yüz kadar basit yazılımla içine bilgi gömülü veriler gönderilebilir, alınanlar da görülebilir oldu. (Meraklısı, "VeriGizle.com: Kem Gözlerden Korur!" sitesinde deneyebilir). Ancak dikkatli olun, internette dolaşan steganografi analizcisi adli bilişim uzmanı polislerin sayısı hiç de az değil. Halen görüşülen "Bilişim Ağı Hizmetlerinin Düzenlenmesi ve Bilişim Suçları Hakkında Kanun Tasarısı" kabul edildiğinde sayıları daha da artacak. Çünkü El Kaide örgütünün bu yöntemi kullanarak haberleştiği dedikodusu çıkalı beri, gönderilen her fotoğraf, müzik ya da videoya kuşkuyla yaklaşılıyor. Devir, internette oyun oynama zamanı değil.
Yazarın Tüm Yazıları