CMK değişikliklerini nasıl atladık

TARİH, 4 Aralık 2004 Cumartesi. TBMM 22’nci dönem 3’üncü yasama yılı 27’nci birleşiminin dördüncü oturumu saat 20.05’te açılıyor. Birleşimi bugün hayatta olmayan TBMM Başkan Vekili Ali Dinçer yönetiyor.

Haberin Devamı

5237 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun, Özel Yetkili Mahkemeleri düzenleyen 250, 251 ve 252’nci maddeleri görüşülüyor bu oturumda.

Bu maddeler üzerindeki görüşmeler ve yasanın geçiş şekli, bugün kamuoyunda özel mahkemelerin yetkileri ve ayrıca tutukluluk süresinin en çok 10 yıl olarak düzenlemesi konusundaki tartışmaları anlamak açısından önemli izdüşümleri taşıyor.

DGM’LER YENİDEN Mİ KURULUYOR?


Oturumda 251’inci madde görüşülürken, CHP grubu adına söz alan Malatya Milletvekili Muharrem Kılıç, eleştirel bir konuşma yaparak, şunları söylüyor:

“Bu düzenleme ile kendi halkımızı ve AB’yi mi kandırıyoruz? DGM’leri sırf onların istediği olsun diye anayasadan çıkarttık, ama bizim devlet güvenlik mahkemelerine benzer mahkemelere yeniden ihtiyacımız mı var diyorsunuz. Bunu ağzımızda gevelemeyelim, gelin açık açık söyleyin, ‘Devlet güvenlik mahkemelerini yeniden kuruyoruz’ deyin. Çünkü bu mahkemelerdeki hakim ve savcıların yetkileri farklı, gözaltı süreleri de iki katı...”

Kılıç, CHP grubu olarak 250-251 ve 252’nci maddelerin aleyhinde oy kullanacaklarını söylüyor.

Kılıç’ın bu eleştirel sözleri üzerine dönemin Adalet Bakanı Cemil Çiçek söz alarak, neden bu düzenlemeye ihtiyaç duyulduğunu anlatıyor, şunları söylüyor:

“Bu konuşmayı dinleyen kamuoyu Türkiye’de yeni bir olağanüstü mahkeme dönemi başlıyor gibi bir kanaate varabilir. Bu kesinlikle doğru değil. Mahkemelerimizin ihtisas sahibi olması gerekmektedir... Lütfen sizler de emin olmalısınız ki, olağanüstü mahkemeler dönemini bu parlamento kapatmıştır. Yapılan düzenleme ihtisaslaşmaya doğru giden bir düzenlemedir. Tıpta ihtisaslaşma var, genel cerrah diyoruz, şimdi onun kaç çeşit alt branşı çıktı. Hukukta da yapılmak istenen budur...”

SON ANDA GELEN ÖNERGE

Başkan, düzenlemeyi oylamaya sunuyor ve madde CHP’nin ‘hayır’ oylarına karşılık iktidar partisinin çoğunluktaki ‘evet’ oylarıyla geçiyor. Ve sıra bugünlerde Türk kamuoyunun gündemini işgal eden ünlü 252’nci maddeye geliniyor.

Bu madde, özel yetkili mahkemelerle ilgili davalarda duruşmalarda uygulanacak esasları düzenliyor.

Tam bu sırada Başkan “Bir adet önerge vardır” diyor ve iktidar partisinden 7 milletvekilinin verdiği bir önergeyi okutuyor. Bir cümlelik bu önerge, özü itibarıyla devlete, anayasaya ve milli güvenliğe karşı işlenmiş suçlar söz konusu olduğunda, “Kanunda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır” hükmünü taşıyor.

Yani, CMK’nın 102’nci maddesinde getirilen toplam 3 yıllık uzatmayla zaten 5 yıla kadar artırılabilen tutukluluk süresi böylelikle bazı suçlarda 10 yıla çıkartılıyor.

Adalet Bakanı Çiçek, hükümet olarak önergeye katıldıklarını belirtiyor. Bu sırada dönemin Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkan Vekili Sadullah Ergin, önergenin gerekçesinin okutulmasını istiyor. “Örgütlü suçlarda duruşmanın kısa sürede bitirilememesi nedeniyle düzenleme yapılmıştır” şeklindeki kısa gerekçe okunuyor.

BASIN FARK ETMEYİNCE
TBMM tutanakları şöyle devam ediyor: “Başkan: hükümetin katıldığı önergeyi oylarınıza sunuyorum. Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.”

Bu kadar kritik bir düzenlemenin muhalefetten hiçbir itiraz gelmeden, hiçbir ciddi tartışmaya sahne olmadan geçmiş olması Türkiye’de yasa yapma sürecinin işleyişi hakkında yeteri kadar fikir veriyor.

Tabii mesele yalnızca iktidar ya da muhalefetle sınırlı değil. O dönemin gazete arşivleri tarandığında, basının büyük bir bölümünün de bu gelişmeyi fark edip kamuoyunun dikkatini çekme yönünde uyarı görevini yapmadığı da görülüyor. O dönemin Hürriyet Ankara Temsilcisi olarak kendimi de sorumlu tuttuğumu belirtmek isterim.

Haberin Devamı

DÜZELTME: Bugün özeleştiri günü. Dün yayımlanan “Dış Politikamız 2010’da Nereye Gitti” başlıklı yazımda vahim bir hata yaptım. Türkiye’nin geçen yıl haziran ayında BM Güvenlik Konseyi’nde hem İran’a yaptırım kararında çekimser oy kullandığını, hem de İran’la birlikte saf tuttuğunu yazdım. Bu zaten çelişkili bir ifadeydi. Oysa Türkiye, bu oylamada çekimser kalmamış, Brezilya ile birlikte kararın aleyhinde oy kullanan iki ülkeden biri olmuştu. Bu oylamadan sonra 11 Haziran tarihinde “Türkiye Çekimser Kalmalıydı” başlıklı bir yazı kaleme alıp aleyhte oyu eleştirmiş bir gazeteci olarak bu hatayı yapmış olmamım hiçbir mazereti olamaz. Okurlarımdan özür dilerim. S.E.

Yazarın Tüm Yazıları