Çini evin her yerine girdi

Güncelleme Tarihi:

Çini evin her yerine girdi
Oluşturulma Tarihi: Şubat 25, 2006 00:00

11. yüzyılda Selçuklularla başlayan çini serüveni 18. yüzyılın sonlarında bitti. Batıdan ve doğudan gelen porselen ve karoların etkisiyle çini ocakları arka arkaya kapısına kilit vurdu. Ancak İznik Vakfı bir süredir çininin yeniden hayatımıza girmesi için uğraşıyor. Vakıf Başkanı Işıl Akbaygil çiniyi evlere ve modern hayata sokmak için uğraştıklarını anlatıyor. Bayağı yol da almışlar.

Artık birçok evde ve ortak mekanda çini ile düzenlemeler yapılıyor, dekorasyon dergileri çini ile düzenlenmiş mekanları arayıp buluyor, özel prodüksiyonlar hazırlıyorlar. Ev dekorasyonunda çini kullanmak isteyenler hazır desenlerden de seçebilir, özel tasarım ve üretim de yaptırabilir.

Türk zarafetinin doruk noktası olan çininin yeryüzü sanatlarına etkisini ve bu alemdeki kıymetini anlamak için İznik’te başlayan, Kütahya ve İstanbul’a yayılan macerasına kısaca bir göz atalım. Çininin serüveni bizimle başlamadı. İnsanoğlu ta M.Ö. 3000 yılının ilk yarısında bu işin sırrını çözüp çiniyi mimaride kullandı. İslam mimarisinde ise M.S. 9. yüzyılda rağbet gördü çini. Türkler ilk kez şimdiki Türkmenistan sınırlarında çiniyle uğraşmaya başladı. Selçukluların Anadolu’ya gelmesiyle birlikte Türklerin çiniyle teması arttı. Bu topraklardaki çini sanatı, 13. yüzyılda Selçuk mimarisinin doruğa ulaştığı dönemde gelişti ve ondan sonra pek çok cami, medrese, türbe ve saray duvarları çinilerle bezendi.

Başlıca turkuvaz, kobalt ve mor renklerin kullanıldığı geometrik desenli çini ve çini mozaikler iç mekanlarda tercih edilirken, dışarıda da sırlı veya sırsız tuğlalar kullanıldı. 14. yüzyılda Anadolu Çini sanatı Osmanlılar ile birlikte yeni bir boyut kazandı. Özellikle 15 ve 17. yüzyıllar arasında İznik, önemli bir çini ve seramik üretim merkezi haline geldi. Burada üretilen çiniler de başkent İstanbul’daki saray duvarlarını süsledi. Ardından sivil mimariye girdi. Evleri, konakları süsledi.

Osmanlı’da çini sanatı Mimar Sinan döneminde doruğuna ulaştı. Çünkü Sinan, çinisiz tek bir eser bile yapmadı. Tek tek seçtiği çinileri camilere, medreselere, türbelere, şifahanelere elleriyle yerleştirdi. Hatta bazı köprülerin alınlıklarında bile çini süslemeler kullandı. Sinan, çinili camilerde ibadet eden insanların uhrevi bir yüz ifadesiyle gündelik hayata geri döndüklerini fark etmişti. Rivayete göre, kıymetli taşlar konusunda uzman Endülüslü bir Yahudi’ye bu etkinin nedenini sormuş, Yahudi dostu ona kuvarsın insanların üzerindeki olumsuz cereyanı çektiğini söylemişti. Bunun üzerine Sinan, çinileri hamamlarda da bol bol kullandı.

İznik’te gelişen çinicilik zaman içinde Kütahya ve İstanbul’a yayıldı. Ünlü vezirlerden Nevşehirli Damat İbrahim Paşa İznik’teki çini ustalarını toplayarak 1725 senesinde İstanbul’da Tekfur Sarayı’nda çini imalathanesi açarak çiniciliği tekrar ihya etti. Ancak 19. yüzyılda Batı porseleni çiniciliği yok etti.

İSTEYENE PANO İSTEYENE BANYO

1993’te Prof. Dr. Işıl Akbaygil öncülüğünde kurulan İznik Eğitim ve Öğretim Vakfı çiniciliğin tekrar gündeme gelmesini sağladı. Akbaygil, 1995’te İznik Çini ve Seramik Araştırma Merkezi’ni de kurarak İznik çinilerinin yeniden üretilmesi çalışmalarını başlattı. Vakıf uzun araştırmalar sonucu iki asır önce kaybolmuş üretim tekniklerini buldu. Klasik teknolojiyi kullanarak fırınları yeniden oluşturdu ve üretime başladı. Bunun ardından az sayıda sanatçı irili ufaklı atölyeler kurdu, bu sanata ilgi yeniden canlandı. Böylece evlerde, metro istasyonlarında, işyerlerinde çiniler arzı endam etmeye başladı.

İznik Vakfı Başkanı Prof. Dr. Işıl Akbaygil, çininin sivil mimari ve ev dekorasyonunda da önemli bir yer tuttuğunu belirterek, "Artık çiniyi bir tarihi süsleme biçimi olarak kullanmaktan çıkarıp, evlerin ve gündelik hayatın içine sokmaya başladık" dedi. Son dönemlerde İznik Vakfı ve diğer çini üreticileri evler için özel üretimler yapmaya başladılar.

Vakfın yaptığı ilk ev uygulaması bir müşterilerinin mutfak ve banyosunu çiniyle döşemek oldu. Aynı müşteri ayrıca kahvaltı, çorba ve ikram takımlarını da sipariş etti. Bir başka müşteri ise, evindeki tüm şamdan ve vazoları atarak yerine çiniden imal edilenleri koydu. Ayrıca kendi çizdiği bir avize modelini yapmaları için atölyeye getirdi. Yapılan avizeyi çok beğendi ve New York’taki ofisine de aynılarından yaptırdı. Birkaç ay sonra atölyeye uğrayıp, "Sizin el emeğiniz ve göz nurunuzla Amerika’da bir hayli sükse yaptım" dedi.

ÇİNİ YEMEK TAKIMLARI DA VAR

Bu arada yurtdışındaki büyükelçilikler ve konsolosluklar da dekorasyon malzemesi olarak binalarında çini kullanmaya başladı. Türk kültürünün taşıyıcısı durumunda olan bu kurumlar özellikle çini işlemeli sehpa, şamdan ve duvar panosu talebinde bulunuyor.

Modern sivil mimari de son yıllarda çiniye yöneldi. Duvar panoları, banyo ve mutfaklar için siparişler yağıyor. Ayrıca, villalar için çini süslemeli yemek masaları ve masaların koyulduğu hacme uygun çini pano talepleri gelmeye başladı. Seçenekler sonsuz; tek bir renkten bir tasarıma da sahip olabilirsiniz, klasik desenlerle yapılmış modern bir uygulamaya da. Çini işlemeli sehpa ve masalar bugünlerde evlerde en sık karşımıza çıkan çini uygulamalarından. Çini karoları mutfaklarda altlık, banyoda sabunluk olarak kullananlar bile var.

İznik’te sofra takımları da üretiliyor. Hatırlı misafirleri ve yabancı konukları için porselen yerine çini kullanmayı tercih edenler bu takımları kapışıyor. Sözün kısası, çini artık müzelerden, cami ve hamam süslemesi olmaktan kurtulup gündelik hayatımızda da yerini almaya başladı...

Kırmızıyı bulmak için akla karayı seçtiler

Çinide kullanılan renkler yarı değerli taşların renklerinden etkilenmiş. Örneğin mercanın kırmızısı, malakitin veya firuzenin yeşili, lapis lazulinin koyu mavisi gibi. Çini plaka ve objelerde kullanılan bazı renkler, özellikle de mercan kırmızısı, elde edilmesi ve uygulanışı son derece güç karışımlar. Bu konuda yerli ve yabancı uzmanların araştırmaları yıllardır devam ediyor.

ÇİNİYE GİDEN UZUN VE SICAK YOL

Çini imalatı dünyanın en zor işlerinden biri. İznik çinisi dört katmandan oluşuyor. Birincisine bisküvi tabakası deniliyor. Bu tabakada değerli bir taş olan kuvars kullanılıyor. Kuvars tabakaları kırılıp kil ile karıştırılarak hamur haline getiriliyor. Ahşap kalıplara dökülerek 10 gün kurutuluyor. İkincisine astar tabakası adı veriliyor. İnce taneli ve temizlenmiş kuvars içine, temiz frit ve kil ilave edilerek koyu kıvamlı bir bulamaç hazırlanıyor. Bisküvi tabakası üzerine dökülüyor. 10 gün kurutulup fırına veriliyor ve 40 ila 950 santigrat arasında pişiriliyor.

Bu aşamadan sonra desen tabakasına geçiliyor. Desenler eskiz kağıdı üzerine kurşunkalemle çiziliyor. Desen çizgileri iğne ile nokta nokta deliniyor, eskiz kağıdı üstüne kömür tozu serpiliyor. İğne deliklerinden geçen kömür tozu, deseni nokta halinde karo üstüne aktarıyor. Lacivert ya da siyah boya ile kontur çekiliyor. Aralarda kalan bölümler boyanıyor. Ve artık bu noktadan sonra geçilen sır tabakasına kuvars, kurşunoksit ve sodadan oluşan karışım yerleştirilip yaklaşık 1300 derecede odun fırınına atılıyor, sır denilen cam kütle elde ediliyor. Daha sonra kütle küçük küçük kırılarak porselen bilyeli değirmenlerde öğütülüyor, yıkanıyor, eleniyor, kurutuluyor. Su bazlı organik bağlayıcı kullanılarak sır bulamacı hazırlanıyor. Deseni çizilmiş karoların üstüne sürülüyor, yine üç gün kurumaya bırakılıyor. Sonra yeniden fırınlanıyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!