Çiller'li dört yıl

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

Tansu Çiller, 1993 yılında DYP Genel Başkanlığı'na seçildiğinde, Türkiye için büyük bir umuttu. Aradan 4 yıl geçti. Bu süre içinde Türkiye'yi getirdiği nokta, yalnızca yıkımdır.

Çiller ise etrafında her gün biraz daha daralan çemberi, ‘‘demokrasi kahramanlığı’’ aldatmacasına başvurarak kırma çabasında.

Oysa, kendisi demokrasi özürlü.

Çünkü iktidarda olduğu süre içinde Türk demokrasisinin içini boşaltmıştır.

Parti içi demokrasiyi işletmediğini, DYP'yi benmerkezci bir anlayışla yöneterek nasıl eritmekte olduğunu izliyoruz.

Daha kötüsü, benmerkezci anlayışı devlet yönetimine de hâkim kılıp, hanedanlığa özlem duyan bir liderlik anlayışı sergilemiş olması.

Demokrasi, yalnızca şekilde işleyen bir sistem değildir.

Demokrasiyi ayakta tutan, şekli kadar özüdür de; gelenekler, ahlaki ölçüler, hesap verilebilirlik ve hukuk düzeninin işleyişi gibi...

Tek tek incelediğinizde, bu kategorilerin hepsinden sınıfta kaldığını kanıtlayabilirsiniz.

Örneğin, seçim kampanyasında ‘‘PKK'yı Meclis'ten attık’’ sloganının kullanılabilmesi için, seçilmiş milletvekillerinin polis marifetiyle Meclis'ten atılması kararı ona aittir.

‘‘Çiller yılları’’, insan hakları ihlalleri ve faili meçhul cinayetler alanında Türkiye'nin dünya sıralamasında Afrika ülkeleriyle rekabet ettiği bir dönemdir.

Aynı zamanda, devletin hukuk dışılığa sapmaya cesaretlendirildiği, çete adaletinin hukuk düzeninin önüne geçtiği, Susurluk gibi skandalların üstünün örtüldüğü bir dönem...

Silahlı çetelerin televizyon kanallarını basmaları, bakanların devlet dairelerine gece yarısı baskınları düzenlemeleri yine onun dönemine rastlamıyor mu?

Daha vahimi, Özal döneminde ahlak ölçülerinde, toplumun değerler dokusunda ortaya çıkan başkalaşma, Çiller döneminde yerini tam bir çözülmeye bırakmadı mı?

Yolsuzlukların başını alıp gittiği, vergi mülekelleflerinin paralarının kamu hizmetine dönmediği, bunun yerine soyguncuların cebine girdiği bir dönemden söz ediyoruz.

Yalan söylemenin ayıp olmaktan çıktığı, yalan söyleyenlerin yüzlerinin kızarmadığı yıllar...

Demokrasinin en büyük düşmanlarından biri olan ‘‘Nepotizm’’, yani aile yakınlarının devlet yönetime karışmaları hastalığının doruğa çıkmış olması, işin cabası.

Bu kötülükler yetmemiş gibi, cumhuriyetin temel değerlerini topluma kâbus yaşatan bir çıkar ortaklığına feda etmek gibi bir ihanet...

Türkiye'nin dış dünya karşısındaki saygınlığının ağır yara alması, ‘‘hasta adam’’ görüntüsünün yeniden canlanması yine onun tercihlerinin bir sonucu değil mi?

Bütün bunlara, son olarak ülkenin hassas dengeleriyle oynayıp, devletin kurumlarını birbirine karşı kıştırma tahrikini ekledi.

Deniz Kuvvetleri karargâhına casus sokarak belge hırsızlığı yapıp, ardından bunu ‘‘Emniyet teşkilatının demokrasimizin bozuk siciline açtığı bir kahramanlık sayfası’’ olarak sunmasında olduğu gibi...

İşte bir demokrasi kahramanının albümünden sayfalar...

Yazarın Tüm Yazıları