Cesetler ortasında dalgalarla dans

BİRAZ ötede sörf yapıyor. Yirmi yaşlarında, çok güzel bir sarışın. Dalgalar sörfe uygun!.. İniyor, çıkıyor.

Bu tarafta cesetler toplanıyor. Tsunamiyle birlikte hayatlarını kaybedenlerin kimliklerini tanımlama çabaları. İşte, orada çalışanlardan birinin telefonu yine çalıyor. Hıçkırıklar arasında bir kadın sesi:

‘Benim oğlumun omzunda dövme vardı, bir bakar mısınız, farklı bir dövmeydi, bakın size anlatayım...’

Biraz ötede o genç sarışın sörf yapıyor. Dalgalar sörfe uygun!..

Bu tarafta ceset tarlasında telefonların ardı arkası kesilmiyor. Herkes, kendi yakınını bulma çabasında:

‘Benim kızımın mavi işlemeli, ortası çiçekli bir kolyesi var, böyle bir kolye buldunuz mu?.. Bulduğunuz kadınlar arasında böyle bir kolyesi olan var mıydı?..’

*

BİRAZ ötede o sörf yapıyor. Dalgalar sörfe uygun!..

Cesetleri tanımak her geçen dakika güçleşiyor. Cesetler şişiyor, yüz hatları şekil değiştiriyor. Ayrıca, sıcak ve nem. Ceset kokusu tüm kenti bulut gibi sarıyor.

Dalgalar uygun, o genç kız biraz ötede sörf yapıyor. Dalga boyunu iyi ayarlıyor, dalgalar iniyor, çıkıyor, dalgalara paralel, dalga boyunda o da iniyor, çıkıyor. O sörf yapıyor, dalgalar uygun!..

Cesetler arasında bir bebek bulunuyor. Karmakarışık bir odada sanki bir eşya aranır gibi, cesetler arasında bir bebek bulunuyor. Aramaya katılanlar arasından bir kadının çığlığı yükseliyor:

‘Bu benim kızım!..’

Tsunamiyle birlikte yitirdiği üçüncü ve son çocuğu. Her tarafını parçalamaya başlıyor, kendini yerden yere atıyor, kendine lanet yağdırıyor:

‘Tanrım, ben neden kurtuldum?.. Tanrım, benim günahım ne, ben neden kurtuldum, neden ben, neden, neden...’

Bayılıyor.

Dalgalar uygun, o kız biraz ötede sörf yapıyor!..

*

PHUKET’te, tsunaminin ağır vurduğu yerlerden birinde, bu olayı öğreniyorum. Aklıma Platoon (Müfreze) filmindeki vahşet geliyor. Vietnam Savaşı’nı eleştiren ünlü filmde, Vietnamlılar ile savaşmak için Amerikalılar denizden karaya çıkarken ve savaşın tam ortasında, Wagner’in senfonik müziğiyle sörf yapan Amerikalı albayı düşünüyorum.

Orada bombalar yağıyor, yüzlerce insan ölüyor, ötede albay efendi sörf yapıyor.

Phuket’te bu kızı bulmam gerek. Söylendiğine göre, hálá orada. Herkes onu konuşuyor, o kimseyle konuşmuyor. Arıyorum, çok arıyorum.

*

SONUNDA buluyorum. İşte karşımda.

Karşılıklı bakışma!.. Bir adım atıyorum ona doğru. Bakışları uzak. Bir adım daha. Görüyor, görmüyor. Durgun. Bir adım daha. Son hamleyi yapıyorum. Anlamaya çalışarak, yumuşak bir tonla soruyorum, sorunun kendisi hırsın ifadesi olsa da:

‘Orada cesetler toplanırken, sörf yapmanın keyfi nerede?..’

Sana ne, diyebilir, demiyor. Mahcup. Üzgün:

‘Biliyorum, herkes beni bundan dolayı suçluyor.’

Gözleri doluyor. Orada mı, yoksa inip çıktığı dalgaların ortasında mı?.. Ama belli, çok uzakta:

‘Sörf yapmıyordum, dalgaların arasında kaybolan sevgilimi arıyordum. El eleydik. O sırada yani. Dalgalar geldiğinde. Dalgalar onu götürdü, ben nasılsa kurtuldum. Onu arıyordum.’

Aradan bunca zaman geçiyor, bulmak biraz güç değil mi?..

‘Tsunamiden birkaç gün önce, onunla sohbet ediyorduk, konu nedense denizden ve ölümden açıldı. Birden bana, denizde ölürsem, beni sörfle ara, sörfü sen de seviyorsun, ben de, dedi.’

Artık gözyaşlarını tutamıyor:

‘Ona verdiğim sözü tutuyorum.’

Olduğum yerde çakılıp kalıyorum.

O denize doğru yürümeye başlıyor, sörf yapmaya!..
Yazarın Tüm Yazıları