Casusların masum aşkı

Güncelleme Tarihi:

Casusların masum aşkı
Oluşturulma Tarihi: Eylül 15, 2013 01:58

1994 yapımı ‘Les patriotes’ adlı filmiyle Altın Palmiye’ye aday gösterilen Fransız sinemacı Eric Rochant’ın yönettiği ‘Karanlık Şerit’, finans dünyasının kirli oyunlarının casuslar tarafından ortaya çıkarılmaya çalışıldığı bir dünyada geçiyor. Bu zor dünya içinde daha da zor olan, masum bir aşkı sürdürebilmek. Başrollerde ünlü oyuncular Jean Dujardin, Cecile De France ve Tim Roth var.

Haberin Devamı

Möbius, biraz ajan hikâyesi, biraz casusluk filmi, biraz dram ama bence çokça bir aşk filmi.
Bana en çok aşk sahnelerinin geçtiğinden belki.

Casusların masum aşkı

En fazla onlarda filmin içine girdiğimden.
Ya da çokça Jean Dujardin’in karizmasından, seksapalitesinden etkilendiğimden.
O arada film boyunca iki kez orgazm olan Cecile de France’ı da unutmamak lazım.
İki başrol oyuncusunun arasındaki kimyanın izleyiciye geçmesinin filmin etkisindeki önemi büyük.

ZOR İKİLİNİN ZOR AŞKI


Siyah beyaz ve sessiz ‘The Artist’ filminde konuşmadan oynadığı rolle Oscar’a uzanan Fransız oyuncu Jean Dujardin burada bir Rus istihbaratçıyı oynuyor.
Özel bir iş için görevlendirilen Gregory, Monako’da çalışmakta olan güçlü bir işadamının yakinen takip edilmesi işinde kilit bir rol oynuyor.
Bu görevin bir parçası olarak, Monako’daki özel bir Rus bankasında çalışmakta olan Alice isimli yetenekli bir finans uzmanı da gizlice görevlendiriliyor.
Kendilerini olduklarından farklı göstermek zorunda olan bu ikili, zaman içinde aralarındaki çekime karşı koyamaz hale geliyorlar.

MONAKO’DA DÖNEN KİRLİ DOLAPLAR

Karanlık Şerit finans dünyasında dönen dolapları ve sektörün tepesinde yaşanan kirli oyunları, karanlık ilişkileri anlatıyor.
Monako’da geçen hikâyede yönetmen Eric Rochant, zenginliğiyle meşhur bu şehrin ışıltılı dünyasının içinde karanlık bir atmosfer yaratmayı başarmış.
Tim Roth’un Rus işadamı olarak karşımıza çıkıp, yüzümüzü güldürdüğü filmin ağır yükü Cecile de France’ın omuzlarında.
Oynadığı karakter bin türlü entrikanın içinde yer alsa da yaşadığı aşkın masumiyetini perdeye yansıtan bir performans sergiliyor.
Masum aşkın diğer tarafında yer alan George rolündeki Jean Dujardin’in de ondan aşağı kalır yanı yok. Kimyadan sınıfı iyi notla geçiyor bu ikili.

ORTAYA KARIŞIK AMA AŞKI ANLAYACAKSINIZ

Karanlık Şerit, tür anlamında ortaya karışık bir film.
İçinde casusluk da var, finans meseleleri de mafya da aşk da...
İşin Rusların RLF ve
Amerikalıların CIA arasındaki ilişkileri ilgilendiren casusluk kısımları sıkıcı ve karışık.
Finans dünyasındaki kirli oyunlar için ne denebilir bir bilenine sormak lazım.
Bu filmden herkes kendine düşen payı alacak olsa da yazının başında da dediğim gibi aşk, romantizm ve erotizmin öne çıktığı sahneler çok daha etkileyici.
Mutlaka izleyin diyebileceğim bir film değil Karanlık Şerit ama izlerseniz de hiç pişman olmazsınız.

Haberin Devamı

Hiçbir zaman Amerikalı bir aktör olamam

Casusların masum aşkı

Haberin Devamı

Sadece bir yıl önceydi. Jean Dujardin sinemanın en prestijli ödüllerinden birine kavuşmuş, ‘The Artist’ filmiyle en iyi erkek oyuncu Oscar ödülünü kazanmıştı. O zamandan beri Amerika’yı fetheden bu Fransız kahraman, süperstar lakabını ona yakıştırmamıza rağmen bu etikete yapışmamak için tedbirli davranıyor. Europe 1’da yapılan bu özel röportajında, oyuncunun projelere geri dönüşünü, basit isteklerini ve gösterişi nasıl reddettiğini okuyacaksınız. Özellikle kariyerini Amerika’da değil de Fransa’da sürdürmek istediğinden çok emin.
Bruce Toussaint

Verdiğiniz röportajlardan anlıyoruz ki İngilizce pek sizin olayınız değil.
- En başta tabii bir reddetme tarafı var. Eski bir kompleks, bir takıntı diyelim. Buna rağmen sinemayla beraber İngilizcem gelişti ama tabii ki tıkandığım yerler oluyor.
O zaman siz henüz Amerikalı bir aktöre dönüşmediniz.
- Hayır, hâlâ Dujardin’im, Dugarden değilim, doğrulanmış bilgidir.
Halbuki Oscar’da büyük başarı kazandınız ve önü daha çok açılan parlak bir kariyeriniz var artık, yine de bu şekilde mi düşünüyorsunuz?

- İnsanlar bunun hakkında çok hayal kuruyor. Marion Cotillard ile aynı mekânda bulunmak falan harika ama ben bunun içinde değilim, hayır. Benim böyle bir hayalim yok. Amerikalı bir aktör olma fikri güzel ama oralarda kariyer yapmak zor bir şey, Amerikalı bir aktör olamam ben. Zaten şu an Fransa’daki yaşantımı çok seviyorum.

BU FİLM NE FRANSIZ NE DE AMERİKAN

Peki, Fransa’da kaldınız, yönetmen Eric Rochant ve oyuncu Cécile de France ile beraber Möbius filmini çevirdiniz. Bir casusluk filmi bu, dokunaklı ve gerçeğe yakın, çünkü sizin hikâyeniz bu. 2013 yılında bir casus neye benzer sizce?
- Zor bir soru. Öncelikle bu erotizm içeren bir gerilim filmi, aslında daha çok bir aşk hikâyesi. Madame Rochant’ın bir isteğiyle başlıyor her şey. Kocasına (Eric Rochant’a) diyor ki; “Bana bir aşk hikâyesi yazsan, zincire vurulmuş mecnun âşıkları anlatan bir hikâye olsa... Tıpkı bir Hitchcock hikâyesi gibi.” O da “Tabii” diyor. Zaten film, Moise (Jean D) ve Alice’in (Cecile F) karşılaşması ile başlıyor. Kadın Monako’da bir ticaret uzmanı, adam ise bir FSB subayı ama Ruslara çalışıyor.
Eric Rochant’ın 20 yıl önceki başka bir casusluk filmi olan ‘Les Patriotes’u izlemiş miydiniz?
- Evet, izledim. Filmin başka bir dönemi ve ritmi vardı. Cüretkâr buldum, biraz Amerikan havası sezinliyorsunuz. Böyle bir projeye dahil olmasında Eric’i çok cüretkâr bulmuştum. Möbius ise öyle değil, ne Fransız ne de Amerikan. Kendine has, özgün bir film.
Moise karakteri soğukkanlı ve güçlü bir ajan. Fakat zayıf bir tarafı var: Bir kadın! Zayıf nokta dedim çünkü Alice’in kollarına düşmeyi kendisi özellikle seçiyor.
- Evet öyle. Moise, Alice ile tesadüfen karşılaşıyor ve ona âşık olmak için bahaneler yaratıyor. Yanlış zamanda yanlış bir birliktelik onların ki. Ajanlıktan sıyrılıp normal bir erkek gibi duygusal bir ilişki yaşamak istiyor. Filmde zevk, arzu gibi olguları çok göreceğiz.
Aslında sizin de bir aşk filmi çevirmek istediğinizi biliyoruz.
- Evet tabii ki bu yüzden kabul ettim. Başta bu bir aşk hikâyesi. Biraz casusluk, biraz aşk, biraz da baştan çıkarma var ki bu enteresandı benim için çünkü yeni bir karaktere girmemi sağladı. Sinemada hep daha anlamlı bir ifadeyle oynamam istenmişti, bu film için aksine Drive’daki Ryan Gosling’in ‘Duvar gibi Surat’ (Stone Face) ifadesini takındım. Nerdeyse hiç gülmüyordum.
Bir ajanla bir komedyenin çok ortak yönü olması enteresan aslında. Rol yapmak, yalan söylemek... vs. Filmi çekerken bunu siz de fark ettiniz mi?
- Emin değilim, bana göre ajan rolünü oynamak bir ‘durdur’ tuşu gibi, yani gerçekten rol kesiyor ve yapmacık davranıyorsun. Tüm bu mizansenlerle kandırmaca yapıyorsun aslında. Ancak o zaman tamamen karakterin içine girip istediğin hikâyeyi anlatabiliyorsun. Mümkün olduğunca az ve abartısız oynamalı ve insanlar izlediğinde bu yapmacıklığı anlamamalı.

ŞÜPHECİ BİR İNSANIM

‘The Artist’ misali, konuşmanın olmadığı yerlerde de oynayabilmek çok önemli değil mi?

- Nicole Garcia’nın bir filminden örnek verirsem, konuşmaktan ziyade Nicole, rolümü oynamama neredeyse izin vermiyordu diyebilirim. Sürekli rolünüze müdahale edilmesi zor bir şeydir. “Ne yapacağım şimdi, o ne diyecek, başlasam mı ara mı versem. Belki de bunu bilebilecek en iyi insan ben değilimdir” diye düşünüyorsunuz. Bir de Eric gibi çok iyi yönetmenler var mesela. Olaylara detayla yaklaşıyor ve sizinle iletişim kuruyor. Çok sıcakkanlı bir adam da değildir gerçi, genelde şöyle konuşur: “İstediğimiz yere henüz varamadık bile!” Ama bu onun samimiyetini gösteriyor.
Jean Dujardin’in çok şüpheci olduğuna dair bir kanı var.
- Evet, normalde şüpheciyimdir. Şüphelenmek iyi bir şey ve bunu korumalıyım. Bazen de çok fazla oluyor ve o vakit çekilmez oluyorum. İnsanlara biraz daha güvenmek için zamana ihtiyacım oluyor. Ama benim yapım bu, biraz zarar verme huyum var.
Peki bu titizliği Oscar’a bağlayabilir miyiz?
- Hayır, artık o tarafla ilgilenmiyorum. O yöne bakmamak lazım. İki seçenek var, ya bu ödüle ömür boyu takılır, övünür ve bir anda ahmak olursunuz ya da şöyle diyebilirsiniz: “İşte bu harika ama tek seferlik bir şeydi, onu orada bırak ve mesleğine geri dön!” Bu konuda olağanüstü bir azimle mesleğime dönüş yaptım, çünkü filmlerinizi satabilmek için çok daha cezbedici olmalısınız, kendinizden bahsetmek ve bahsettirmek için.. Bazen biz bunu unutuyoruz. Mesela Fransa’da film çekmeyi çok özledim. Bu ay çok güzel bir projeye dahil oluyorum.
Bence size dakikada binlerce teklif geliyordur.
- Binlerce olmasa da çok olduğu kesin. Ben senede bir tane film çekebiliyorum, daha fazla değil. O yüzden iyi bir seçim yapmak istiyorum, filmin projesi çok iyi hazırlanmalı ve tanıtımı iyi yapılmalı.

Claude Lelouche’LA FİLM ÇEKMEK İSTERDİM

Oscar’a hazırlık döneminde o girdaba giren birinin hissettiklerini iyi anlamak mümkün değil. Peki kendinize ve Fransız sinemasına karşı güçlü bir sorumluluk duyuyor musunuz? Ya da daha ileriye gidersek, siz artık Fransız sinemasının fedaisi mi oldunuz?
- Bu konuda iyi düşünmek lazım, bu sorudan kaçabilirim aslında. Ben bu şekilde görmüyorum. Mesleğime çok bağlıyım ve bence en önemlisi de bu. Fransa’da sevilen bir aktör olmak beni memnun ediyor ve Amerika’ya gitmek istemiyorum çünkü buradaki yerim bambaşka ve Fransız sinemasına bayılıyorum.
Kimle beraber bir film yapmak isterdiniz?
- Claude Lelouche. Bana birçok teklifte bulundu ama ya bana uygun değildi ya da o hikâyede kendimi iyi hissetmiyordum. Uygun bir film olduğunda sırf onunla çalışmayı deneyimlemek ve ondan öğrenmek için bir Lelouche projesinde yer almayı istiyorum. Bir de ‘Sauvage’ filmi için Jean Paul Rappeneau’ya bir mesaj gönderdim. Fakat hiçbir ilerleme olmadı, inanılmaz meşgul bir adam. Nostaljik bir insan değilimdir ama onlarla çalışmak çok isterim neden olmasın, onları seviyorum. Açıkçası kendi dönemimden aktörlerle aynı filmde yer almayı çok isterim.
Sizin aynı zamanda bir yapımcı kimliğiniz de var. ‘Le Débarquement’ dizisi ve ‘Les Infideles’ (Sadakatsizler) filminin yapımcısı oldunuz, yani sıklıkla projelerin özünde siz de yer alıyorsunuz.
- Evet, benim de hayallerim oluyor!
“Yeri geldiğinde baştan çıkarıcı ve çekici olmalıyım” demişsiniz. Aktörlük dışında size farklı teklifler de geliyor mu?
- Sadece kendimden bahsetmiyorum; aslında bu, tüm aktörler için genel olarak böyle. ‘Les Provinces’te yapılan reklam çekimleri bir filmden daha yorucu olabiliyor bazen.
Tüm bu şöhret ve ilgiden nasıl sıyrılıyorsunuz? Normal bir hayat sürdürebiliyor musunuz?
- Evet tabii, basit şeyleri seviyorum! Paris’te yürümeyi çok severim. Müzik dinlemeyi sever, barlara giderim. Tartare yemeyi de severim. Yani ne kadar sıra dışı şeyler yaparsam, o kadar çok basit şeyleri beğeniyorum. Rutini sevmem. Mesela bir akşam Cannes festivalindeyken, ertesi gün evime dönmeyi seviyorum. Oradayken çok popülersiniz, herkes üstünüze atlıyor fakat ertesi gün sizi kimse tanımıyor, bu hoşuma gidiyor. Dolu dolu yaşıyorum hayatı...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!