Casusane

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Çalışma hayatına ilişkin çok toplu sözleşme işittim ama, doğrusu böylesini hiç duymamıştım. Haberi okuyunca hayretten donakaldım. Küçük dilimi yuttum.

Efendim, Polonya Gizli Servisi UOP'un şefi General Andrej Kapkowski kurum mensuplarıyla müzakere masasına oturmuş ve yeni sendikal mukaveleyi imzalamış.

Buna göre, Leh casusları sabah sekizden akşam dörde kadar haftada toplam kırk saat çalışacaklarmış. İzdi, takipti, gözetlemeydi falan derken eskaza bu sürenin dışına taştıkları takdirde de derhal fazla mesai ücreti alacaklarmış.

Aynı şey, mesleki mecburiyetle coğrafya ve iklim değiştirmek veya sürekli sıcaktan soğuğa geçmek zorunda kalan ispiyonlar için de geçerli olacakmış.

Öte yandan, telefon dinleme gibi ‘ruhi gerilimli’ meşgalelerle uğraşanlar için günlük mesai saati altıya inecekmiş. Ayrıyeten ek prim ödenecekmiş.

Ne demeli, böyle casusluk dostlar başına...

* * *

EFENDİM, tüm Slavlar gibi lisan yeteneklerinin çok gelişmiş olmasından mıdır nedir, aslında bu Polonyalılardan gayet işinin ehli ajan çıkar.

Nitekim, Sovyet İmparatorluğu döneminde Rus KGB'si Leh servislerini yoğun biçimde kullanmıştır. Ancak, durumun bazen tam tersine de döndüğü olmuştur.

Örneğin, Albay Ryzard Kuklinski 1972'den itibaren on yıl boyunca Amerikan CIA'sına Varşova Paktı'nın bütün belgelerini sızdırmıştır ki, muhtemelen son dönem Soğuk Savaş'ın en önemli köstebeği olan bu zat sayesinde Washington karşı tarafta ne olup bittiğini anında öğrenmiştir. Brejnev'i bile izlemiştir.

Daha geriye gidildiği takdirde ise, hafızam yanıltmıyorsa, İkinci Savaş sırasında Almanların kullandığı ve çözülemezliğine pek güvendiği o ünlü şifre makinası ‘Enigma’nın sırrını ilkin Polonya istihbaratı keşfetmiştir.

İngilizler de Lehlerden gelen bilgi ertesinde aparatı bülbüle çevirmiştir.

Açıkçası, Polonya casusları bütün tarih ve kariyerleri boyunca, toplu sözleşmede en iyi hakları elde edecek kadar erbab davranmışlardır.

* * *

MADEM bahis casusluktan açıldı, biraz da bizim ülkemizden söz edeyim.

Yok, Şark Ekspresiyle ‘Pera Palas’a inmiş fettan Mata Hari'ye veya İttihatçı Talat'ın kurduğu ‘Teşkilat-ı Mahsusa’ya kadar uzanacak değilim.

Ama Türkiye'den öyle bir casus geçmiştir ki kitapta baş köşeye oturmuştur.

Arnavut asıllı Elyesa Bazna, İkinci Savaş sırasında İngiltere'nin Ankara Elçisi olan Sir Hughe Knatchbull-Hugessen'in yanına oda uşağı olarak girmiş ve sör beyimizin aymazlığından yararlanarak, Kahire Konferansı tutanaklarından Normandiya çıkartması tarihine kadar Müttefiklerin en hayati sırlarını, bu kez Almanların bizim nezdimizdeki ünlü sefiri Franz von Papen'e satmıştır.

Fakat Allahtan Nazilerin salaklığı tutmuştur. Berlin, ‘Cicero’ kod adını verdiği Bazna'nın getirdiği ve son derece gerçek bilgilere güvenmemiştir.

Savaş bittiğinde ise uyanık Arnavut müthiş hayal kırıklığına uğramıştır.

‘Leica’ makinadan çıkan fotoğraflar için Almanların kendisine ödediği Karun serveti paranın aslında sahte İngiliz lirası olduğunu anlamıştır.

‘Cicero’, Mankiewicz'in ‘Beş Parmak’ adıyla beyaz perdeye uyarladığı ve hem sinema tarihinin en efsanevi casus filmlerinden biri olan, hem de şehrimiz peyzajlarını en mükemmel biçimde yansıtan ekrana bakarak avuç yalamıştır.

Üstelik, Polonyalılarınki gibi cömert sosyal haklar içeren toplu sözleşme imzalamamış olduğundan da Münih'te biçare bir otel kapıcısı olarak ölmüştür.

* * *

NEREDEN nereye...

Bugün ‘casusane’ yazayım dedim...

Yazarın Tüm Yazıları