Çankaya’da düğün hazırlıkları

BAKMAYIN siz "Taşrada Düğün Hazırlıkları"na gönderme yapan şu "Kafkaesk" başlığa.

Karmaşık bir durumdan söz etmeyeceğim.

Konumuz son derece basit:

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kızının düğünü...

Mevzu şu:

Acaba yeni Cumhurbaşkanımız, iki bin beş yüz kişiyi bir araya getirmek suretiyle planladığı görkemli düğünün hazırlıklarını sürdürürken, bazı olası tatsızlıkları göz önünde bulundurdu mu?

"Ne derler? Nasıl algılanır? Ne tür malzemeler sunarız? İstismar ederler mi?" falan diye hiç düşündü mü?

Mesela...

"Falanca davetli ama falanca değil" şeklinde yapılacak dedikodulara karşı bir hazırlığı var mı?

Mesela...

"Tam da askerlerimiz şehit olurken düğün yapıyorlar" şeklinde yıpratıcı yaklaşımlara karşı koyacak enerjiye sahip mi?

Mesela...

"Çıkın dolaştı / Çıkın dolaşmadı" türünden bir merak duygusunun ayaklanmasına karşı önlem aldı mı?

Mesela...

Davetliler arasında "türbanlı / türbansız" dengesinin soruşturulması girişimini kaldıracak bir sinir sistemine sahip mi?

Mesela...

Bu düğünün Tayyip Erdoğan’ın oğlunun düğünü ile mukayese edilebileceği olasılığını hiç göz önünde bulundurdu mu?

İnsan merak ediyor...

Hıncal Uluç’un karartması

KONU önemli değil.

Bir süre önce bir yazı yazmıştım.

Bunun üzerine Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz da, gayet nazik bir şekilde yazdığım konuya itiraz etmiş ve benim amacımı aştığımı belirten bir yazı yazmıştı. Birkaç gün sonra...

Yani dün...

Hıncal Uluç da topa girmiş.

Ama olaya ortadan başlıyor.

Yazıyı benim yazdığımı belirtmiyor, hikáyenin başını anlatmıyor, adımı vermekten ısrarla kaçınıyor.

Ele aldığı konu tamamen benim yazdığım yazıyla ilgili olduğu halde.

Sadece Mehmet Y. Yılmaz’ın adını geçiriyor.

Aklı sıra bana "karartma" uyguluyor.

Yine aklı sıra...

Benim adımı vermeyerek bana prim vermekten kaçınmış oluyor.

Köşesinde adı geçen herkesin meşhur olacağına o kadar iman etmiş ki, bu şekilde beni şöhret yapmak istemiyor.

Herkese medya dersleri vermeye meraklı bir "meslek büyüğü" olarak Hıncal Uluç, işte böyle devri çoktan geçmiş küçük hesaplara tevessül ediyor.

Gerçi adımın Hıncal Uluç’un köşesinde geçmemesi, geçmesinden evladır ama insan yine de bu banal taktiğe, bu basit numaraya, bu köylü kurnazlığına takılmadan edemiyor.

Ne diyelim?

Hıncal Uluç olgusunu gün geçtikçe daha iyi kavrıyoruz.

DTP bitmiştir, çünkü...

BİR: Şiddetle aralarına mesafe koyamadılar... Şiddeti çözüm olarak gören terör örgütüne itiraz etmeyi başaramadılar.

İKİ: Kendi başlarına karar alabileceklerine dair tek bir işaret veremediler... Umut kırdılar.

ÜÇ: Silahlı şiddet uygulayan bir terör örgütüne, bir türlü "terör örgütü" bile diyemediler.

DÖRT: İnisiyatifin kendilerinde olmadığına dair sayısız örnek sergilediler. İmralı’dan gelen uyarılar üzerine bazı konularda geri adım attılar.

BEŞ: Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunmak yerine, dağa ve İmralı’ya selam göndermeyi tercih ettiler.

ALTI: Laf cambazlıklarıyla işi idare etmeye çalıştılar. "Barış" kelimesini bile terör örgütüne selam göndermenin aracı kıldılar.

YEDİ: Terör örgütü ile Türk Ordusu’nu aynı kefeye koyan açıklamalar yaptılar... "İki taraf da silah bıraksın" türü yaklaşımlarla savaşı daha da körüklediler.

SEKİZ: Demokratik açılım ve hakların artırılmasını savunmak yerine, dağdakilerin haklarını savunma yolunu seçtiler. "Dağdakiler kardeşimiz" diyerek toplumsal barışı zedelediler.

DOKUZ: Çözümün peşinde koşmak yerine, çözümsüzlüğün dinamiti oldular. Meclis’te olmaları, bırakın herhangi bir yaraya merhem olmayı, yarayı daha da kaşıdı.
Yazarın Tüm Yazıları