Bütün meczuplar dinci değildir

BİR 10 Kasım günü Anıtkabir’de yapılan törende devlet erkánının önüne atılıp tekbir getiren adamdır meczup.

Ya da beline silahını taktığı gibi, memleketin bir ucundan başka bir ucuna giderek türban yasağını savunan baro başkanını öldüren adamdır.

Demirel’i öldürmeye kalkan eczacı da meczuptur, Anıtkabir’e uçakla saldırı girişimi planlayan şapşal da...

Almanya’nın Köln kentindeki zevksizlik abidesi üç katlı binada, etraflarına topladıkları üç beş gariban ‘gurbetçi’yle güya devlet kurup, adına ‘Anadolu Federe İslam Devleti’ diyen adamlar, eğer şakacı değillerse, tabii ki meczupturlar.

Sözde tarikat liderinin çorabını öpüp koklayarak sevap elde edeceğini düşenen sözde mürit, ‘zararı kendine’ bir meczuptur.

Ama...

Fatih Camii’nin avlusunda toplananları hilafet çağrılarıyla gaza getirmeye çalışan ‘karanlık adam’, eğer ‘maşa’ değilse, topluma zararlı bir meczuptur.

Hepsinin ortak özellikleri şunlardır:

Haşhaş çekmiş gibidirler...

Büyülenmiş gibidirler...

Mantıkları savuşmuştur...

Ve ‘tehlikeli bir kararlılık’ içindedirler.

Hemen söyleyeyim:

Çok tırsarım, çok korkarım bu tür adamlardan.

Çünkü meczup cesaretinin önüne geçilemez.

Çünkü meczubun devreye girdiği anda, ne sözün kıymeti kalır, ne de yazının.

***

Peki, bu örneklerden yola çıkarak, meczupluğun ‘din-iman’ eksenli bir hastalık olduğu kanısına varabilir miyiz?

Hiç sanmam...

Eğer öyle olsaydı...

Solculukla bağlantıları, çıkardıkları dergiye ‘Türk Solu’ adını vermek ve birkaç Deniz Gezmiş afişi bastırmaktan ibaret olan ‘ladini’ grubun, ‘Ey Türk halkı’ diye başlayan ‘cezbe ürünü’ manifestoları için ne diyeceğimizi bilemezdik.

Oysa...

Elimizdeki metin, bal gibi de bir meczup abuklamasıdır.

Düşünün: Vatanını seven, kardeşliği gözeten, sorumluluk sahibi bir insanın aklına şunları yazmak gelir mi?

Her Türk, alışverişini Türk’ten yapmalı. Kürt’e aktarılan para PKK’ya gider.

Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Şehri istila eden Kürtler, kendi dillerini hakim kılmaktadırlar.

Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir. Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır.

Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir.

Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan ’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır.

Bu ‘meczup abuklaması’nın iki tuhaf tarafı var:

BİR: Bu önerilerin yayınlandığı derginin yazarları arasında, meczup olmağına inanmak istediğimiz Yekta Güngör Özden gibi bir isim bulunmaktadır.

İKİ: Halkı ırk farkı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa sevk eden bu öneriler nedeniyle henüz hiçbir savcı harekete geçmemiştir.

***

Sözde ‘sol’ hareketten meczup çıkar da, ‘Sevr dayatılıyor’ önermesini kesin bir inançla kabul eden ‘aşırı milliyetçi’ kesimlerden çıkmaz mı?

Tabii ki çıkar...

Poşetin içindeki ekmeğe sakladığı silahla başbakan öldürmeye kararlı adam, tipik bir meczup değil midir?

‘Bu ülkede herkes haddini bilecek!’ diye nara atan bu adamın, ‘ürkütücü kararlılığı’ karşısında kanımız donmuyor mu?

Kendisi gibi düşünmeyenlerin hain olduklarına o kadar inanmış ki, iş üstünde yakalandığı halde, sanki kendisine büyük bir haksızlık yapılmış gibi çırpınıyor, bağırıyor, öfkeleniyor.

Tırsmamak elde mi?

Bu tür meczupluklar karşısında, insan ister istemez kendi kendine ‘Aman, bulaşma! Çalıyı dolaş’ diye telkinde bulunur.

Aslında ‘ürkütücü büyülenmişlik’ halini görünce, ben de kendi kendime böyle dedim.

Ama son tahlilde insanız ve bazen olayın üstüne üstüne gitmek gibi tuhaf bir cesarete sahip oluruz.

Benim durumum budur.

Yani...

Meczuplardan fena halde tırsmakta olan yazarınız, cezbeye gelmiş gibi olayın üstüne balıklama atlamıştır.

Ve şimdi korkak bir şekilde ‘Dur bakalım ne olacak?’ diye beklemektedir.
Yazarın Tüm Yazıları