Bush’un Ortaköy’de konuştuğu yerde Sultan Abdüláziz’i öldürmüşlerdi

ABD Başkanı George W. Bush’un geçen salı günü Galatasaray Üniversitesi’nin rıhtımında yaptığı Ortaköy Camii ve Boğaz Köprüsü dekorlu konuşma, Türkiye’nin gündemini daha uzun süre meşgul edecek.

Bush’un konuşmasını yaptığı yer bundan tam 128 önce de bugünlerde Türkiye’nin gündeminin ilk sırasındaydı, zira Bush’un konuştuğu rıhtımın hemen gerisindeki binada siyasi tarihimizin en kanlı cinayetlerinden biri işlenmişti: 1876’nın 30 Mayıs’ında tahtından indirilen Sultan Abdüláziz, 4 Haziran günü bu binada öldürülmüş; geçen salı günü Başkan Bush’u dinlemeye gelenlerin beklediği rıhtımı ise, cinayet günü devletin bütün üst düzeyi doldurmuştu.

ABD Başkanı George W. Bush’un geçen salı günü Galatasaray Üniversitesi’nin rıhtımında yaptığı ve bütün dünyanın TV’lerden canlı olarak seyrettiği Ortaköy Camii ile Boğaz Köprüsü dekorlu konuşmasını hálá tartışıyoruz ve bu konuşma Türkiye’nin gündemini galiba daha uzun zaman meşgul edecek.

Bush’un ekranlarda görünmesinin hemen ertesi günü yazmıştım: Konuşmanın yapıldığı mekánın yanıbaşında bulunan ve bugün Galatasaray Üniversitesi’nin kullandığı bina, Dolmabahçe ile Çırağan Sarayları’na iláve olarak inşa edilen ‘Feriye Sarayları’ denilen yapılardan biriydi ve Dolmabahçe’den Ortaköy’e uzanan bütün bu sarayların bulunduğu sahil, batılılaşma tarihimizde çok önemli bir yere sahipti.

Sultan Abdülmecid’in 1839’da ilán ettiği Tanzimat Fermanı ile batılılaşma yoluna giren Türkiye’de saray hayatı da Avrupai bir çizgiye kaymış, Dolmabahçe ile Ortaköy arasındaki bütün eski ahşap saraylar yıktırılmış ve yerlerine batılılaşma çabalarıyla modanın eseri olan yeni binalar inşa edilmişti. Ama bu inşaatların tamamı, Avrupa’dan yüksek faizle alınan borç paralarla yapılıyordu.

SARAYLAR ZİNCİRİ

Sahile dikilen ilk bina, Dolmabahçe Sarayı idi. Bir an önce Avrupa tipi bir sarayda yaşamak isteyen Sultan Abdülmecid’in emriyle yapılan saray, 10 Haziran 1856’da hizmete girdi. Dolmabahçe’yi, Abdülmecid’in yerine geçen Sultan Abdüláziz’in inşa ettirdiği Çırağan Sarayı takip etti ama saray halkı bütün bu yeni saraylara bir türlü sığamayınca başka mekánlara ihtiyaç duyuldu ve Çırağan Sarayı’nın Ortaköy’e uzanan tarafına yeni binalar inşa ettirilip ‘ikinci derece’ yahut ‘yan’ anlamına gelen ‘Feriye’ adı verildi. Bu isim zamanla ‘Feriye Sarayları’ yahut ‘Feriye Sarayı’ halini aldı ama saray hizmete girmesinden sadece birkaç sene sonra, 1876’nın 4 Haziran’ında çok üst düzeyde bir cinayete, Çırağan’ı ve Feriye’yi inşa ettiren Sultan Abdüláziz’in katledilmesine sahne oldu.

Türkiye, bundan tam 128 yıl önce, bugünlerde, Feriye’de yaşanan bu kanlı olayı konuşuyordu ve hadisenin meydana geldiği yerin merkezi, Başkan Bush’un geçen salı günü bütün dünyaya hitap ettiği rıhtım ile hemen gerisindeki binaydı.

İşte, Türkiye’deki askeri darbe geleneğini başlatan ve siyasi tarihimizin bu en kanlı cinayetlerinden biri olan bu hadisenin kısa öyküsü:

Sultan Abdüláziz tahta çıkalı 15 sene olmuş, savaşsız geçen bu müddet zarfında ordu, özellikle de donanma güçlendirilmiş ama Avrupa’dan devamlı alınan borç yüzünden ekonomi sıkıntıya girmişti.

Zamanın hükümet merkezi olan Babıali’de, birbiriyle hiç durmadan didişen iki grup vardı: Liderliğini eski başbakanlardan Mahmud Nedim Paşa’nın yaptığı Abdüláziz’in bir dediğini iki etmeyenler ile başında ‘serasker’ yani o zamanın Genelkurmay Başkanı olan Hüseyin Avni Paşa ile Midhat Paşa’nın bulunduğu ve hükümdarın tahtından indirilmesini isteyenler...

Abdüláziz’in 1876’nın 12 Mayıs’ında Mütercim Rüştü Paşa’yı sadrazam, yani başbakan yapmasından sonra hükümdara karşı olanlar daha da güçlendiler ve Mayıs’ın sonlarına doğru padişahın tahtından indirilmesi konusu hükümette bile açıkça konuşulur oldu. Hüseyin Avni Paşa, hükümdara nefretten de öte bir kin içerisindeydi ve Sadrazam Mütercim Rüştü, Midhat ve Bahriye Nazırı Kayserili Ahmed Paşa ile beraber artık cunta gibi hareket etmeye başladı. Şeyhülislám Hasan Hayrullah Efendi’yi de yanlarına alan paşalar, Mayıs ayının sonlarına doğru Abdüláziz’i tahtından indirmeye karar verdiler ve hükümdar 30 Mayıs gecesi yapılan bir darbe ile devrildi.

DARBELERİN ÖNCÜSÜ

Padişahın en ince ayrıntısına kadar uğraşıp yoktan várettiği donanma, o gece Dolmabahçe Sarayı’nın önüne demirledi, topların namluları saraya çevrildi ve saray kara tarafından da kuşatma altına alındı. Haremde uyumakta olan padişah uyandırıldı, karar tebliğ edildi ve Abdüláziz’den Dolmabahçe Sarayı’nı derhal terketmesi istendi. Devrik hükümdar sarayın rıhtımına yanaşan bir kayığa bindirilerek Topkapı Sarayı’na götürülürken, yeğeni Şehzade Murad Efendi ‘Beşinci Murad’ olarak tahta çıkartılıyor, bu sırada Sultan Abdüláziz’in Dolmabahçe’de bırakmış olduğu serveti ile annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın mücevherleri yağma ediliyordu.

Senelerden beri kullanılmayan Topkapı Sarayı harap vaziyetteydi ve Abdüláziz, yine bir darbeyle canından olan Üçüncü Selim’in dairesine kapatılmıştı. Devrik hükümdar, Topkapı’ya nakledilmesinin hemen ertesi günü yeni padişaha bir mektup göndererek içerisinde bulunduğu içler acısı vaziyeti anlatıp bir başka yere gönderilmesini istedi. Beşinci Murad’ın karar verememesi üzerine bir gün sonra bir başka mektupla talebini tekrar etti ve kendi yaptırttığı Feriye Sarayı’na gönderilmesini istedi. Hüseyin Avni Paşa’nın liderliğindeki cuntanın da talebi kabul etmesindan sonra, Abdüláziz, 2 Haziran günü Topkapı Sarayı’ndan yine bir kayıkla Feriye’ye götürüldü.

Devrik hükümdar iki gün sonra, 4 Haziran sabahı annesi Pertevniyal Valide Sultan’dan ‘sakalını düzeltmek’ için makas istedi ve dairesine kapandı. Bir müddet sonra içeriden iniltiler duyulması üzerine kilitli olan kapı kırıldı ve Abdüláziz, her iki bileğinin damarları kesilmiş vaziyette bulundu. Sabık hükümdar, doktorlar geldiği sırada hayata çoktan veda etmişti.

Dört gün önce tahttan indirilen bir hükümdarın ölümü intiharı andırsa da ortalığı birbirine sokabilecek bir hadiseydi ve darbeyi yapmış olan cunta İstanbul’un hemen her köşesinde tedbirler alırken, devletin bütün üst düzeyi de Feriye Sarayı’na akın etmeye başladı. İlk gelen, cuntanın lideri Hüseyin Avni Paşa idi ve ilk emri, Abdüláziz’in cesedinin etrafından ağlamakta olan cariyeleri odalarına kapattırmak oldu.

Sonra, oğlunun cesedine sarılmış olan Valide Sultan’ı da odasına göndertti ve cenazeyi hemen ileride bulunan ve bugün restoran olarak kullanılan Feriye Karakolu’na taşıttı. Birkaç gün öncesine kadar devletin hákimi olan Sultan Abdüláziz’in cenazesi, karakolun kahve ocağına götürüldü, askerlere ait bir ot yatağa kondu ve üzerine de pencerelerden kopartılan bir perde örtüldü. Hüseyin Avni Paşa, birkaç dakika sonra ölüm raporu vermeleri için getirilen doktorlar heyetinin önüne dikilip ‘Bu cenaze Ahmed Ağa’nın, Mehmed Ağa’nın değildir. Bir padişahındır, onun her tarafını açıp size gösteremem’ diyerek sadece kesilmiş bileklere bakmalarına izin verdi ve doktorlar ‘intihar etmiştir’ şeklinde alelácele yazılmış bir rapor yazmak zorunda kaldılar.

Karakolda bütün bunlar olup biterken, devlet ricali Feriye’nin rıhtımında bekliyordu. Bu rıhtım, hadiseden 128 sene sonra, geçen salı günü, ABD Başkanı’nın konuşmasını dinlemek için gelenlerin saatler boyu kalacak oldukları rıhtımdı.

ZİNDANDA BOĞDURULDU

Feriye’de, 1876’nın 4 Haziran’ında yaşananlardan sonra olup bitenleri de kısaca söyleyeyim: Abdüláziz’in kayınbiraderi Çerkes Hasan, hükümdarın ölümünden 11 gün sonra, 15 Haziran günü Hüseyin Avni Paşa’yı kurşunlarla delik deşik etti. ‘Delirdiği’ söylenen Beşinci Murad, aynı senenin 31 Ağustos’unda tahttan indirildi ve yerine kardeşi Abdülhamid getirildi.

Abdülhamid, amcası Sultan Abdüláziz’in katledildiği iddiasıyla, 1881 ilkbaharında başta Midhat Paşa olmak üzere hadiseye karışan herkesi tutuklattı ve Yıldız Sarayı’nda kurduğu özel bir mahkemenin karşısına çıkarttı. Mahkeme, Abdüláziz’in intihar etmediğine, öldürüldüğüne karar verdi ve başta Midhat Paşa olmak üzere dokuz kişiyi idama mahkûm etti; Abdülhamid idamları müebbed hapse çevirdi, mahkûmlar şimdi Suudi Arabistan’ın sınırları içinde kalan Taif şehrine götürülüp bir kaleye kapatıldılar. Midhat Paşa, burada 1884’ün 6 Mayıs gecesi boğularak öldürüldü ama ölüm emrini kimin verdiği bugüne kadar hiçbir zaman anlaşılamadı.

Bush’un geçen salı günü bütün dünyanın seyrettiği konuşmasını yaptığı cami ve köprü manzaralı mekánın geçmişinde, işte böylesine kanlı bir hadise ve darbe geleneğimizin ilk zinciri yatıyor...
Yazarın Tüm Yazıları