Bunu yazacağım aklımdan bile geçmezdi

YAŞADIĞIMIZ olay nasıl bir şeydir biliyor musunuz?

Haberin Devamı

Şudur:
Beni, son yıllarda hakkımda en ağır yazıları yazan Yıldırım Türker’den alıntı yapacak hale getiren bir şeydir.
Penguen dergisinin geçen haftaki sayısında, yaşadığımız Gezi olayını şöyle niteliyor:
“Kahkaha devrimi...”
Yazısını şöyle bitiriyor:
“Gezi Parkı’nda başlayan ayaklanma, öncelikle bir Kahkaha Devrimi’dir.
Şehadete değil, kahkahaya inananların başlattığı bir devrimdir.
Lidersiz, otoritesiz bir harekettir.
Yegane borcu, met-üst’e, Yiğit Özgür’e, Latif’e (Demirci) ve onlarca has kahkaha bağımlısınadır.
Devlet’in ağzı açık kalakalmışlığı, bu Kahkaha Devrimi’nin zafer nişanesidir.”
Aynen katılıyorum.
Zaten o yüzden olup biteni anlamakta güçlük çekiyorlar ve artık kargaların bile gülemediği komplo teorilerine, yalan ve iftiralara başvuruyorlar.
  
Bilmiyordum, onun yazısından öğrendim.
İlk Mısır tanrısı dünyayı sözcüklerle değil, kahkahayla yaratmış.
Buna göre “Tanrı kaosla yüzleşiyor ve onu kahkahasıyla uzaklaştırıyor.
Işığın içine sevinç ve coşku dolu bir dünya salıyor.
‘Tanrı güldüğünde, dünyaya hükmedecek yedi tanrı dünyaya geldi.
İkinci kez kahkahaya boğulduğunda sular oluştu, yedinci kahkahasında ruh doğdu.”
  
Biraz geç de olsa, AK Parti şimdi yaşanan krizi anlamaya çalışıyor.
Bu krizi ancak, hareketin içinde, korku duvarını yıkan bu mizahı, bu kahkahayı kavrayarak, bir karşı kahkaha ile aşabilirlerdi.
Ama o kahkaha, hoşgörü olmalıydı. Kucaklayan bir kahkaha olmalıydı.
Onun yerine, hiç yapılmaması gereken şeyi yaptılar.
Mümkün olan en şiddetli, en asık suratlı tepkiyi verdiler.
Hiç olmazsa, Başbakan’ı savunmak için yazılan ‘telekinezi” absürdlüğü ile kendileri de dalga geçmeyi başarabilselerdi, durum bu noktaya gelmezdi.
Evet Yıldırım Türker haklı.
Bu bir Kahkaha Devrimi...
Artık AK Parti de kahkaha atmayı ve attırmayı öğrenmeli.
Gerilen sinir yaylarımızı ancak bu karşılıklı kahkahalar gevşetebilir...

Haberin Devamı

Korkmayan büyükelçiden gelecek rapor bu olacaktır

DIŞİŞLERİ Bakanı dışarıdaki 100 temsilciliğimize talimat vermiş.
Gezi olaylarının nasıl bir Türkiye imajı ortaya çıkardığını rapor etmelerini istemiş.
Bence rapora gerek yok.
Dünya medyalarını ve sosyal paylaşım sitelerini şöyle üstten bile inceleyen bir kişi bu raporu yazabilir.
İsterseniz ben gelecek raporları şimdiden yazayım:
-BİR: Olay Türkiye’nin imajını değil, Başbakan Erdoğan’ın imajını çok kötü etkilemiştir.
-İKİ: Erdoğan hakkında ortaya çıkan imaj şöyledir:
“Ekonomide başarılı. Hâlâ belli bir halk desteği var. Ama...
Diktatör, tek adam, sultan olmak istiyor, İslami bir rejim kurmak istiyor, laiklerin hayat tarzına müdahale ediyor, eski Osmanlı’yı yeniden kurma hayali var, herkesi azarlıyor”.
Buna karşılık bugüne kadar Batı’nın bile küçümsediği Batılı hayat tarzına sahip Türkiye’nin imajı çok olumlu yönde değişti.
Şuna eminim.
Bu olay, Türkiye’nin dünyada yüzyıllardır değiştirilemeyen kötü imajını iyiye çevirdi.
Yeni imaj şudur:
-BİR: Türkiye’nin laik ve Atatürk’e bağlı kesimleri zannettiğimiz kadar küçük ve statükocu değilmiş.
-İKİ: Bu kesim, iyi eğitim almış, yaratıcı, güçlü bir mizah duygusu olan, hayat tarzını korumaya kararlı gençler yetiştirmiş.
-ÜÇ: Düne kadar Türkiye’de en güçlü demokratik talepleri Erdoğan destekçileri dile getiriyordu. Şimdiyse toplumun laikliğe ve hayat tarzına bağlı bu insanlar dile getiriyor.
-DÖRT: Erdoğan artık statükoyu temsil ediyor, Gezi insanları ise Yeni Türkiye’yi temsil ediyor. Evet, durumu tarafsız olarak yansıtmaktan korkmayan büyükelçilerden gelecek olan rapor aşağı yukarı bunun gibi olacaktır.
Bir de tahmin edemeyeceğiniz kadar çok karikatür gelecektir.
Bunların yüzde 80’inde Erdoğan bir diktatör, bir sultan olarak sunuluyor.
Bu karikatürlerin hepsini Başbakan’a göstermeye kim cesaret edebilir bilmiyorum.
Ama hiç olmazsa birisinin sözlü olarak anlatmasında yarar var.

Haberin Devamı

Suyu seven kadının kaç çift ayakkabısı vardır

SON günlerde “Tiffany’de Kahvaltı” filminin harika kadını Audrey Hepburn’e daldım tekrar. Sadece ben değil, bütün dünya tekrar onun sırrını çözmeye çalışıyor.
Düz diyebileceğim, aslında bedeni itibariyle bana hiçbir şey demeyen bu kadını hâlâ efsane olarak yaşatan nedir?
Kadınlar üzerine kitap yazmış bir erkek olarak, Marilyn Monroe’yu çok iyi anlıyorum da, onu hâlâ çözebilmiş değilim.
Harika biçimde taşıdığı güneş gözlükleri...
Sepet çantaları...
Döpiyesleri, mantoları...
Ve tabii ki düz ayakkabıları.
Ben ki Louboutin gibi red sole’u taşıyan hiçbir topuğun yeterince yüksek olmadığına inanan erkek neslindenim. Ben bile düz ayakkabının ona çok iyi gititğini düşünüyorum.
Peki hiç merak etmediniz mi? Gözlükleri ve ayakkabılarını kişiliğinin parçası haline getirmiş olan, böylesine ünlü bir kadının kaç çift ayakkabısı vardır?
Google’da araştırdım.
Mesela eski Filipinler diktatörünün karısı İmelda Marcos’un 400 ile 4000 çift arasında ayakkabısı olduğu yazılıyor.
Vanity Fair mayıs ayında onu kapak konusu yaptı.
Oradan öğreniyorum ki, Audrey Hepburn’ün 30, bilemediniz en fazla 40 çift ayakkabısı varmış.
Niye düz ayakkabı?
Belki boyunun uzunluğundan. Çünkü boyu 1.74’müş.
Veya ayakkabı numarası mı?
39’muş...
Ama yakın çevremden biliyorum, 39 numara ayakkabı ve 1.74 boyla yüksek topuğu çok iyi taşıyan kadınlar var.
Bu arada bir rakam vereyim.
Türkiye’de insanlar yılda ortalama 2.1 çift ayakkabı satın alıyormuş.
Hepburn’ün başka özelliklerini de öğrendim.
-Mesela saat takmazmış. Çünkü bedenine soğuk bir şeyin temas etmesini sevmiyormuş.
-En sevdiği mücevher inci küpe ve kolyeymiş.
Çünkü inciyi sıcak bulurmuş.
-Genç görünme tutkusu hiç yokmuş.
Tam aksine yaşlanmaktan dolayı çok mutluymuş.
“Çünkü kendime ayıracak daha çok zamanım var” diye düşünüyormuş.
-Parfüm kullanmayı sevmezmiş.
Givenchy onun adını taşıyan bir parfüm yarattığı halde, o banyonun içine atılmış tek damla esansı tercih edermiş.
İşte bu sonuncu duyguyu çok iyi biliyorum.
Suyu seven kadınlar...
Farklıdır...
Sırf onun için “Tiffany’de Kahvaltı”yı bir kere daha seyredeceğim.

Yazarın Tüm Yazıları