Bulantı - 2

SORULAR soruyor, ben dinliyorum kapı ardında.

Haberin Devamı

Solmuş yüzü, arada bir çok sıcakta kuruyan deredeki su gibi sesi var
Annem olsa keşke, beni götürse.
Yanında yaşasam, saçlarımı önüne alıp uzun uzun tarasa, tasla vurmadan kafama yıkasa, sonra o televizyondaki bebekler gibi havluya sarıp kucağında uyutsa...
Babamla pazarlık yapıyor, kenger alacak belli
Ama alsa da, bilmez sanki yapmayı.
Onu alacaksın, soyacaksın, sumakla, sarımsakla meftunesini… Ya da dur, uzun sürer. En iyisi biraz pişirip doğra, üstüne yumurta…
“Pişman olduk diyelim. İade edip, paramızı geri alabilir miyiz?” diyor babama.
Satılan bir mal hiç geri geri alınır mı?
Hem yeyip hem parasını istemek olur mu hiç, gülmem geldi bak
“Götüreceğimiz kişi biraz huysuz... Memnun kalmazsak?” diyor.
Ben pişirseydim hepiniz memnun kalırdınız…
Sen beni al
“Böyle böyle, içinden konuşursan, olurmuş o, çağırırmışsın” dedi Ayşe.
O’nun en büyük hayali okuyup doktor olmak.
Benim hiç hayalim yok.
Keşke okuma yazmayı bilseydim ama...
“Sen beni al götür buradan abla, ben senin kızın olayım” diye yazıp kapının arkasından önüne kağıda yazıp atardım.
Sümbül yenge misafirlere ayran yapıyor.
Benim yaşımda Sümbül, ana gibi olmasa da iyidir o, iyi.
Hiç görmedim ben anamı
Ağamı doğurmuş 13 yaşında.
Bir yıl sonra beni doğururken rahmete gitmiş.
Babamı görmüyorum bu kilidin arkasından ama sesini duyuyorum, bağırıyor.
“Sümbül, Sultan’ı getir.”
Bak gördün mü! Bak gördün mü!
İçimden dedim dedim, duydu beni.
Sümbül, elindeki yayığı bırakıp koşa koşa kapının yanına geliyor, kolumdan tutup içeri sokuyor.
Dizlerimin üstünde yerde, başımı kaldırmayayım diyorum, “Ne edepli kız ben bunu götüreyim benim kızım olsun” der diye.
Ama bakmazsam nasıl çağırayım, nasıl duysun içimin sesini, kızarsa kızsın, ayıpsa ayıp deyip bakıyorum.
“Al beni buradan senin kızın olayım.”
Gözleri kan çanağı, sanki bir kuyudan içeri bakıyor gibi bakıyor gözümün içine, beni duymuyor.
Rengi daha da soluyor “beni almadan gitme.”
Nasıl baktım bilmem, babam diyor;
“Sultan!”
Ya beni döverse misafir gittikten sonra “Demek onun kızı olacaksın ha?” diye.
Duyar mı hiç seni böyle içinden konuşursan, deli olma Sultan, deli olma.
Yerde Siirt battaniyesi var, ona bakıyorum.
Üzerinde kuş var, ev var, güneş var.
Akrebi yakalasın diye seriyoruz biz, teprenemesin diye.
“Fiyatı inmez misiniz biraz daha?”
-hem babana bakacak, hem karılık yapacak, hem.. Sultan’dan başkası kalkamaz altından. 36 bin liradan kuruş inmem.
Baba?
Babaya bakarım da... karılık?
Yapamam.
Karı olunca, karı koca gibi uyursunuz yan yana.
Kaçakçıdan bebek almıştık, onu da aramızda yatırsam kızarlar bana, nereye gizleyeceğim, istemezler değil mi?
Yok beni almaz böyle.
“Bir şey soracağım, ama çocuk olmasın.”
Sümbül, yine kolumdan tutup kaldırıyor dışarı itiyor.
“Dinleme” diyor, “ayıptır.”
“Tamam dinlemem.”
Sümbül gidince yine dayıyorum başımı kapıya.
Babam ne dedi, rengi ölü gibi.
Koşuyorum kapının önüne.
Sanki ben orayı süpürüyormuşum gibi, başımı kaldırınca “Aaaa siz gidiyor musunuz, hiç, işte ben de buraları süpürüyordum, siz biraz daha kalın” der gibi bakarım.
Arkalarından sesleniyor babam:
“Daha aramayın başka yerde. Bundan iyisini zor bulursunuz.”
Doğru söylüyor, hem en ucuz, hem en güzel kenger bizde.
Duruyor.
Beni görmüyor, kenger çuvalının yanına kusuyor.
İçimden bağırıyorum “Buraya bak, ben buradayım, buraya, buraya...”
Bakmıyor.
Ayşe, hani içinden çağırsan gelirdi?
“Bak, al beni, senin kızın ola...”
Hakkari’nin bulutlarına bakıyor, dağına bakıyor. Bana bakmıyor.

Yazarın Tüm Yazıları