GeriSeyahat Bugünü dünsüz yaşayamaz
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bugünü dünsüz yaşayamaz

Bugünü dünsüz yaşayamaz

Ancak peri masallarına yakışan Galata Kulesi'nin balkonunda yürümek, bütün İstanbul'u, bir çırpıda gezmeye benzer. Kent en iyi buradan gözetlenir. En iyi sorular buradan sorulur. Yıpranmış mahallelerle lüks semtler, Boğaz'ın mavi sularındaki balıkçılarla karanlık sokak aralarındaki seyyar satıcılar, Karadeniz'e uzanan yeşil tepelerle kibrit kutusu görünümünde, dip dibe villalar, sadece birkaç saniye arayla belirir. Sanki, her biraraya geldiklerinde, sorun çıkaran, uyumsuz aile fertleri gibi, zoraki bir aile fotoğrafı çektirmek için toplanmışlardır. Aralarında çok azı objektife gülümser...Kulenin balkonu, bir kaleydoskop gibidir. Etrafını her dönüşte, görüntüler farklılaşır; kilise bahçesinde oynayan çocuklar, Boğaz'da sürat teknesiyle gezenler, balkonlarda halı döven kadınların yanından sarkan atletli adamlar, Bebek'te şık eşofmanlarıyla yürüyüş yapan sağlıklı kentliler, mahalle aralarında evden eve asılan çamaşırlar, Boğaziçi Köprüsü'nde sıkışıp kalanlar... Kent yaşamına hakim olan Galata Kulesi bu keskin tezata aldırmaz da onun en başa çıkamadığı sistir. O zaman, canı fena halde sıkılır. Bir asır öncesine dalar ve hemen aşağıdaki İngiliz Karakolu'na getirilen mahkûmların, hücre duvarlarına, neler yazmış olabileceklerini düşünür... Mimar Nadire Hanım, bugün artık restoran olan, 1904'ten kalma hapishaneyi gezdiriyor. ‘‘Burada sorgulama olurmuş, biz oturma odası yaptık. Burası da hücre, epey küçükmüş...’’ Bir zamanların dökülen semti Galata'nın, bir süredir üzerine titreniyor. Son yıllarda, mahalleyi sahiplenen, restore ettikleri eski evlere yerleşen mimarlar, yazarlar, gazeteciler ve sanatçılar sayesinde, burası yeniden doğdu. Artık Galata ‘‘moda’’ ama sokaklarında dolaşmak eskisinden de keyifli. Karaköy'e inerken, Cenevizliler'den kalma binaların yanından geçip, Kamondo Merdivenleri'ne geliyorum. Hayat, işte tam da bu güzel kıvrımlardan akıp gidiyor.Eminönü'nden kalkan vapurların sirenleri Galata'dan duyulsa da bacalarından çıkan dumanlar Galata Kulesi'yle yarışamaz. Galata Köprüsü'nün bir tarafında kuğu gibi süzülen Boğaz vapurları, kentin ‘‘her şeyin yolunda olduğu’’ semtlerine doğru, gururla turistleri taşır. Haliç tarafındaysa, sık aralıklarla dur kalk yapan, Haliç motor botları vardır. Görkemli Boğaz vapurlarının yanında biraz üvey çocuk gibidirler. Kentin, köhne, kenara itilmiş tarafına aittirler çünkü... BEYOĞLU'NDA GEZERKEN‘‘Bu şişme bebek, saçlı, üç işlevli ve titreşimli... Bunu seçerseniz, ayrıca şişirme pompası da yanında hediye’’ diyerek ciddiyetle satış yapıyor, Sıraselviler'in hemen girişindeki Erotic Shop elemanlarından biri. Çaprazındaki fast food restoranların arkasından, Aya Triada Rum Kilisesi'yle birlikte, 24 saat açık Kızılkayalar büfede pişen tava hamburgerlerin dumanı yükseliyor. İçeride, sabah erkenden, atom enerji kaynağı içmeye gelenler var. Turist, ayakkabı boyacısına yaklaşıp ‘‘İstiklal?’’ diye sorarken, boyacı, ‘‘hey boss!’’ diyerek onun ayakkabılarını boyamaya başlıyor bile... Hálá Beyoğlu için çok erken. Birkaç kepenk sesi yankılanıyor. Büyükparmakkapı Sokak'taki Uluslararası Ufo Müzesi'nin ve sabah dörde kadar açık, hip- hop çalan barın, erkenci olmak için pek fazla nedeni yok. Beyoğlu'nun bazı eğlence yerleri uzun soluklu, bazılarının kaderiyse bir sokak lambasındaki ilanda sonlanıyor: ‘‘Sahibinden satılık bar.’’ Beyoğlu'nun arka sokaklarında her an Yeşilçam emekçilerine rastlanır. Yıllar geçmiştir ama buralardan ayrılamamışlardır. 1950'de, 15 yaşındayken Yeşilçam'a giren, Yeşilçam'ın Paladayısı'yla bir arka sokakta tanıştım. Tam 203 filmde oynamış. ‘‘Ne Ekmek Teknesi, ne de Kurtlar Vadisi, hiçbirine çağırmadılar, ayıp değil mi?’’ diyor. Yeşilçam Sokağı'ndaki Emek, Beyoğlu'nun en sevdiğim sinemasıdır. Belki biraz görkemli tavan süslemelerinden, belki şık ve kibar yer göstericilerinden, bunca yıldır tek salon kalmakta ısrar ettiğinden, otopark yapılmaktan kılpayı kurtulduğundan ve en çok da Hikmet Bey'den... Hikmet Bey, yer göstericiliğinden sinema yöneticiliğine gelmiş. Mesleğine olan tutkusu ve sinema kapısındaki güleryüzü, Emek'i, herkesin bilmesi gereken, bir Beyoğlu klasiği yapar.Beyoğlu'nda, geceyle birlikte gelen başkalaşım, dolunayda, kurtlaşan insandaki değişime benzer. Karanlıkla birlikte, sokaklar her şeye gebedir artık. Çiçek Pasajı bir başka alemdir, bir fasıl cennetine dönüşür. Öyle ki, yensin içilsin, keyifler hep çakır olsun diye, bazı lokantalar isimlerini koyarken oldukça dikkatli davranmışlardır: Kime Ne ya da Sev İç bunlardan sadece ikisi... Öğlene doğru, insan seli olur sokaklar. Her adımda bir başka telden çalar, müzik dükkanları. Ama Beyoğlu'na birkaç kez gelen, bu caddenin klasik bir melodisi olduğunu da farkeder. Balık Pazarı'nın içinde, manavların arasında Üçhoran Ermeni Kilisesi vardır. İçeri girince, Beyoğlu'nun uğultusu bıçak gibi kesilir. Kiliseden çıkarken de yine sokakların kaosu sarar insanın her yanını. Elhamra Pasajı'na girdiğimde, Kemal Bey, 40 yıl önce, Kristin Hanım'dan devraldığı dükkanının vitrinini düzenliyordu. Pırıl pırıl bir gelinlik, biblolu düğün şekerleri ve tüllü şapkalar var. Her şey daha mutlu bir düğün için... TARLABAŞI BAMBAŞKABeyoğlu'na hemen paralel olan caddeyi geçince, Tarlabaşı'nda peruk dükkanları var. Bu civarda peruk müşterisi çoktur. Tarlabaşı'ndaki Eski Çeşme Sokağı'nda, genç bir kadın ‘‘bıktım mücadeleden’’ diyerek, çığlıklarla yerden yere atıyor kendini. Her sokakta, evden eve çamaşırlar asılmış. Hava Hoş Sokağı'yla Sakızağa Sokağı'nın kesiştiği yerde güzel ama bakımsız evler var. Yıkılmak üzere olan bazı evlere, metal direklerle destek çıkılmış. Yürürken, kır saçlı bir kadın önüme çıkıyor; ‘‘böyle dolaşma, soyarlar seni’’ diyor...Mahalleme giderken, köşede pilav üzeri nohut satıyor seyyar satıcı. İsteğe göre, bir güzel de ketçap sıkıyor üzerine. Cihangir'deki dükkanların önünden geçerken, gazete kağıdı üzerindeki boş midye kabuklarından ve sıkılmış limondan anlıyorum. Günbatmak üzere... Üsküdar'da bir evin camın da yanıyor sanki güneş. İstanbul'u selamlıyorum, o da beni selamlıyor. Sakladığı sırlar içinde, çözebildiklerim çok az. Ancak bir açık veriyor ve o zaman anlıyorum; o da bugünü dünsüz yaşayamayanlardan...BEN OLSAYDIM BUNLARI YAPARDIMİstanbul'un Cihangir, Çukurcuma, Kuzguncuk ve Arnavutköy gibi yaşayan eski mahallelerini dolaşmak Boğaz vapurunda dışarıda oturup martılara simit atmakBoğaz Köprüsü'nden geçerken, aşağı bakıp, Ortaköy'deki caminin pencerelerinden denizi görmekGalata Mevlevihanesi'nde bir sema gösterisi izlemekKaraköy'deki Yeraltı Camii'nin bir kapısından inip diğer kapısından denize çıkmakÇukurcuma'da antikacıları ve yeni tasarımlar satan dükkanları dolaşmakBeyoğlu'nda bir sinemada gece 12 seansına gitmekKuruçeşme'den Rumeli Hisarı'na yürüyüp, Hisar'daki kafelerde kahvaltı etmekSıraselviler'in girişindeki büfelerde tava hamburger yemek, atom içmekKüçüksu Kasrı'nı, bir de Boğaz'dan görmek Boğaz'ın Karadeniz'e açıldığı Anadolu Feneri'nde balık yemekGünbatımında, Salacak'tan Sarayburnu'nu seyretmekTophane'deki kafelerde nargile içmekGalatasaray Hamamı'nda yıkanmakÜsküdar'daki Atik Valide Külliyesi'nin muhteşem avlusunda kuş sesleri arasında mola vermek
False