Bugün ben Addis Ababalıyım

AYAKLARI artık kanamıyor. Ayaklarında artık acı hissetmiyor. Ayakları kendisini taşıyor, ama artık kendisine ait değil.

Nasırlaşmış?.. Değil!..

Keçeleşmiş?.. Değil!..

Kabuk bağlamış?.. Değil!..

Ömür boyu çıplak ayakla yük taşımak, herhalde insanın ayaklarını kendinden kopartıyor. Karşımda, işte o kadınlardan biri. Kendisini taşıyan, ama artık ayakları kendisine ait olmayan, binlerce kadından biri. Yıllar yılı çıplak ayakla onca yükü sırtlamak, çıplak ayakları artık tuhaf bir biçime büründürüyor. İşte, karşımda.

Addis Ababa’da...

*

BELKİ, bir zamanlar Anadolu manzaraları. Belki, bir zamanlar bizi acıyla öfke arasında sallayan gerçekler. Belki, bir zamanlar bize yabancı değil. Belki, benzer manzaralar Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez köşelerinde hálá var. Hatta, belki o kadar uzakta da değil.

Ama, bir ülkede, başkentin göbeğinde, işte bu manzaralar!..

Kadınlar ve eşekler, ikisi de yük taşıyor!..

Addis Ababa’da gün boyu değişmeyen bu manzaralar, insanı insanlıktan utandırıyor.

Kadınlarla birlikte yürüyen çocuklar sadece para istiyor.

Kentin tepesinde okaliptüs ağaçları var. Okaliptüsün dallarını kopartıyorlar. Aşağıda yakıt olarak kullanmak üzere.

Okaliptüsün yüz kilosu bir dolar. Bir dolar için yirmi kilometre yol yürümek. Sırtında çalı çırpıyla. Bir dolar için yirmi kilometre. İki büklüm. Çıplak ayakla.

Kadınlar ve eşekler, ikisi de yük taşıyor!..

*

AĞIR ağır Addis Ababa’nın tepesine tırmanıyoruz. Tepede, geçen yüzyıldan kalan kral sarayı var.

Saray mı, gecekondu mu?.. İple tutturulmuş, sağa sola sallanan, daracık çinko bir kapıyı itince, çöpten geçilmeyen bir bahçe. İki katlı, tahta bir baraka. Saray niyetine!.. Bir zamanlar bile, bugünden farklı değil. Derme çatma.

Oysa, tepeden Addis Ababa, yeşillikler içinde, su kaynağının göbeğinde. Hatta, bu nedenle kentin adı eskiden Fin Fin, su kaynağı anlamında. Ama, kent bugün susuzluktan kırılıyor!..

*

SARAYIN bahçesinde bir Ortodoks kilisesi var.

Adamın biri, iki elini omzuna götürüyor, secdeye varıyor, ayağa kalkıyor, iki elini omzuna götürüyor, secdeye varıyor, ayağa kalkıyor... Otomatiğe bağlamış gibi, bu hareketleri hızla tekrarlıyor. O adam, sarayın bahçesindeki kilisede günah çıkartıyor.

Ama, daha ilginci, sarayın yanında sergilenen Kral ve Kraliçenin giysilerinin, takılarının bulunduğu oda. Bir anlamda müze. Müze dediysem, sanmayın ki, müze!.. On-on beş metrekarelik bir alanda eski eşyalar sergileniyor. O küçük odanın iki yanında, iki kişi. Ellerinde birkaç metrelik, tavana kadar uzayan sopalar. Sopalarla, müzeden içeri giren kuşları kovalıyorlar!..

Addis Ababa içimde bir yara!.. Bugün ben Addis Ababalıyım.

Günlerdir gözüme uyku girmiyor... Çünkü, bugün ben Addis Ababalıyım.
Yazarın Tüm Yazıları