Bugün 24 Nisan, neşe doluyor insan

Ben ilkokuldayken İlyas Tüfekçi’ye aşıktım. Benimkisi maalesef platonik sahada (!) bile bir imkánsız aşktı. Zira ben fena hálde GS’lıydım ve fakat İlyas, FB’de oynuyordu.

İlerki yıllarda, GS’a transfer olduğunda yaşadığım coşku, Neuchatel Xamax maçında GS’ın sıfıra karşı beşinci golünü attığında yaşadığıma benzer bir coşkuydu.

Bütün saadetler mümkündür manasında...

Benim ergenliğime tekabül eden dönem 80’lerin ikinci yarısıdır ki...

Özal’ın ‘Yaparız abi, ederiz abi’ demlerinin, ‘Hele biz bir yola çıkalım, bütün kaleleri fethederiz abi; başarı bizim karakterimizdir, saldırınca oluyor abi; nasılını bir yana koy, neden olmasın ki abi?..’ düşüncesinin GS sayesinde teyidinin alındığı dönemdi.

Leş gibi açtık başarıya, başarmazsak ölecektik.

Ve Galatasaray, işte, başarmıştı...

Gávur değil, bu kez bizimkiler yapmıştı...

Kazanmıştık. En güzeli de: Bizim takım kazanmıştı...

Sonrası ütopya gibi geldi.

Yenildik ama ezilmedik demlerinin ardından, Real Madrid’i yenmecesine, UEFA Kupaları, Süper Kupalar geldi.

Daha ne olsundu? Daha ne gelsindi?

Geçtiğimiz pazar, ayıptır söylemesi, Galatasaray-Diyarbakır maçını, öncesinde oynanan Rüya Takımlar maçının efsanevi oyuncularıyla birlikte izledik.

Önce onların maçını huşu içinde, her birinin varlığına duacı olarak izledik, sonra da hep birlikte lig maçını izledik.

Oturduğumuz koltuk, tam diplerindeydi.

Kulak, göz, ne varsa kabart işte... Tribünde o şekilde konuşlanacak derecede talihliydik.

Sahada, daha sonra başlayacak ve 90 küsur dakika boyunca saçımızı başımızı yolduracak, 8-0 bitecek maçın 1-0’la sonlanmasına neden olan basiretsizliği düşünüyorum da...

5-3 sonlanan Rüya Takımlar maçı, hakikaten sezon boyunca izlediğimiz pek çok maçtan çok daha zevkliydi. Metin Üstündağ’ın söylediği gibiydi; GS taraftarlarının 24 Nisan’ı, bir nev’i 23 Nisan bayramı gibiydi...

Hagi’yi yine sahada izlemekti... Ötesi yok.

Maça yine konç monç iplemez düşük çoraplarıyla çıkan, álemlerin en şahane sol ayağı Cevat Prekazi’yi, (Ergün Penbe’ye de maçtaki performansına rağmen, bir ömürlük saygılar...) şakaklarına düşmüş kırlarıyla, burun mesafesinde gördük, sahaya mı bakalım, sırf ona bakıp transa mı dalalım, muallağa düştük.

Yıllar pek az şey götürmüş pek çoğundan. Hatta o kadar değişmemişler ki Uğur Tütüneker ve İsmail Demiriz’in saç modelleri bile değişmemiş! Gözlerimiz Semih’i aramadı desek yalan olur; 80’li yıllar futbolcu saç politikasının ‘saç (!) ayağı’nı oluşturur hesabına...

Solumda Öner Kılıç, Ali Güneş, Tanju, Simoviç, Prekazi, Arif Kocabıyık, az ileride yukarıda Hayrettin, Falco, Uğur Tütüneker, İsmail, Kovaçeviç, Erdal Keser, Stumpf, az aşağıda Kubilay Türkyılmaz, sağımda Yasin...

Fakat her şey bir yana, istemenin sonu yok biliyorsunuz.

Bir yandan Vatan Gazetesi için Jupp Derwall ile röportaj yapan Devrim Sevimay’ı da deli gibi kıskandığımı inkár edecek değilim.

‘Fenerbahçe’yle her maçımızda sinir olurdum’ başlıklı röportajda Derwall, futbolcuları nasıl motive ettiğini şöyle anlatıyor:

‘Eğer insanları kendinize inandıramazsanız onları kazanamazsınız da. Bana inandıkları için dediklerimi de aynen yaptılar. Biz orada tiyatro oynamadık, futbol oynadık. Bizi seyreden futbolseverlerin de görmek istediği buydu zaten.’

Futbol olsun; futbol gibi olsun.

Tiyatro olsun; tiyatro tiyatro gibi olsun. Aynen, görmek istediğimiz, budur.

FİT kuruluyormuş, futbolun MİT’i babında bu arada; hayırlısı olsun.

Çirkef muhabbetinden çok sıkıldık; gerekli mercilerin haberi olsun..
Yazarın Tüm Yazıları