Bu Türkler artık çok oluyormuş

ALLAH’ım! Keşke şu Ahmet Hakan kuluna “zayıf bir hafıza” vereydin de, birilerinin dün yazdıkları ile bugün yazdıkları arasındaki farkı görmeyeydi ve “zavallı”nın sinir katsayısı tavan yapmayaydı.

Haberin Devamı

Fakat heyhat!

“Kuvvetli hafıza” devrededir maalesef...

Cengiz Çandar, Yasemin Çongar gibi yazarların Ahmet Davutoğlu hakkında daha dün neler yazdıkları akıldadır.

* * *


Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun “radikal”, “İslamcı” politikalar izlediğini, Türkiye’yi Batı’dan koparacağını yazıp çizen?

Bunlar değil miydi ABD’den gelen “İran ve Suriye’ye mesafe koyun” baskısına boyun eğilmesi gerektiğini söyleyen?

Bunlar değil miydi Ahmet Davutoğlu’nun sürekli arıza çıkardığını haykıran?

Bunlar değil miydi Ahmet Davut-oğlu’nun ekseni kaydırdığını öne sürüp Tayyip Erdoğan’a “Davutoğlu’dan kurtul” diye çağrıda bulunan?

Şimdi de çıkmışlar yarımşar sayfalık övgüler düzüyorlar.

“Davutoğlu sen çok yaşa” diyorlar... “Bu Türkler artık çok olmaya başladı” diye başlık atıyorlar...

Övüyorlar, övüyorlar.

* * *

Haberin Devamı


Keşke hafızam nisyan ile malul olsa idi de yaman çelişkiyi fark etmeseydim.

Ama maalesef, şanssız bir kulum...

O nedenle çelişkiyi fark ediyor ve öfkeyle söyleniyorum:

Sizin aklınıza uyulsaydı, Davutoğlu’nun zamanında kurduğu süreçler kesintiye uğrayacak ve bugün uranyum konusunda gelinen noktaya gelinemeyecekti.

İnsan övgüde aşırı giderken hiç olmazsa işin bu kısmını düşünür, değil mi ama?

Tayyip Erdoğan ve Kılıçdaroğlu

Kılıçdaroğlu acemiliğinin talihini yaşıyor, Erdoğan ise ustalığının talihsizliğini.

Kılıçdaroğlu yeni başlayan bir Erdoğan gibi villasızlığın havasını atıyor. Erdoğan ise o aşamaları çoktan geçmiş olmanın kadersizliğini...

Kılıçdaroğlu halkla arasında büyülü bir ilişki kurmak için yola çıkıyor. Erdoğan ise büyüyü bozmamak için çabalıyor.

Erdoğan efelik döneminin ilk fedaisi... Kılıçdaroğlu ise alçakgönüllük döneminin ilk zeybeği...

Erdoğan boşluklardan yararlanan bir isim... Kılıçdaroğlu ise boşlukları doldurmaya aday bir isim.

Erdoğan öfkenin kahramanı... Kılıçdaroğlu ise sükûnetin...

Gel Fehmi Abi gel

FEHMİ Abi... Artık şuna ikna oldum: Sen ya laftan anlamıyorsun ya da anlamamış gibi yapmak işine geliyor.

Gel, gel de sana olup bitenleri üç maddede anlatayım:

BİR: Fehmi Abi, hiç kimse sana “Aydın Doğan’dan randevu aldın... Gittin, çocuk gibi kendini acındırarak ‘Beyefendi lütfen onları atın, beni alın’ diye ricalarda bulundun” demedi. Sana denilen şu: Bir değil, iki değil, üç değil, birçok kez “Onları at/beni al” anlamına gelen yazılar yazdın. O kadar açıktı ki yazdıkların sadece ben değil, okuyan herkes bu kanaate vardı.

İKİ: Fehmi Abi, madem medyaya çekidüzen vermeye bu kadar meraklısın, ne diye hükümeti savunan medya ile ilgili tek bir yazı bile yazmıyorsun? Neden senin aklın fikrin Doğan Grubu’nda? Doğan Grubu için beş bin yazı yaz. Ama Allah için bir tanecik de hükümet yanlısı medyaya yaz... Hiç mi problem yok o tarafta? Madem sen medya duayenisin, neden bütün enerjini Aydın Doğan’ın gazetelerine harcıyorsun ki? Sen Aydın Doğan’ın parasız danışmanı mısın? Biraz da sizin tarafın patronlarına akıl versene... O muhteşem akılları sadece bir patrona harcamak, haksızlık değil mi?

ÜÇ: Fehmi Abi... Bana “Sığıntı çocuk” demişsin... Aslında benim burada “sığıntı” olmadığımı bal gibi biliyorsun. Burada “sığıntı” gibi dursaydım, çok rahat edecek, çok sevinecek, çok mutlu olacaktın. Ama hadi diyelim ki ben “sığıntının teki”yim... Peki ya senin durumun ne olacak Fehmi Abi? Sürekli uğraştığın grup ve çevre içinde olmak istediğin o kadar aşikâr ki? Bak, senin bulunduğun çevrede hiç böyle dertleri olmayanlar var. Onların ne Aydın Doğan, ne Ahmet Hakan, ne Ertuğrul Özkök gibi bir sorunları var. Ama ya sen? Parfümlü fotoğraf çektirmenden, eşi dostu toplayıp iki de bir Papermoon’a gitmenden heveslerinin ne olduğunu anlıyorum. Doğal da karşılıyorum. Ama sen heveskârsın diye, bir türlü o heveslerin karşılanmıyor diye öfkeli bir şekilde heves ettiğin çevreye saldırmanı anlamıyorum. Bu durum gittikçe daha da hastalıklı bir hal alıyor, haberin olsun... Kıyma kendine Fehmi Abicim... Bak, kaç yılın gazetecisisin, onca birikimin var... Aklını fikrini böyle şeylere harcayarak “Takıntılı heveskâr” görüntüsü verdiğini o kadar çok belli ediyorsun ki yazık oluyor sana.

Ve Ajda Twitter’da

SUNSET’te Ajda Pekkan ile yediği yemeği ballandırarak anlatan arkadaşım Cengiz Semercioğlu’na nazire yaptım.

Ve artık kadim dostum olan Nilgün Belgün’le birlikte Ajda ile Sunset’te “dostların arası / güneşin sofrası” kıvamında buluştuk.

Süperliğin, starlığın falan bir tarafa bırakıldığı bir sohbet.

Laf döndü dolaştı, Twitter’a geldi.

Ajda’ya “Sen de gelsene Twitter’a...” dedim.

“Çok istiyorum” demesin mi?

Twitter’ı dışarıdan izliyormuş... Orada olup bitenleri bir tür “zihinsel meydan okuma” olarak algılıyormuş... Ve böylesi bir meydan okumanın içinde olmak istiyormuş.

Ne güzel!

Bazı çabuk havaya girmiş şarkıcılar, “Twitter’da starlığımı kaybettim ayol, önümde titreyenler bile bana ‘sen’ dediler... Kaçtım, kurtuldum” falan diyerek Twitter’ı terk ederken...

Türkiye’nin süper starı Ajda, ancak meydan okunarak star olunabileceğini gösterdi ve Twitter’a girdi.

Bir de şu saptamayı yaptı: “Artık dokunulmaz kalınarak değil dokunularak star olunuyor”.

Meraklısı için Ajda’nın Twitter adı şudur: “Pekkan1”.

Yazarın Tüm Yazıları