Bu otelin odaları dönüyor manzarası değişiyor

Antalya’daki The Marmara, akşam odanızın penceresinde deniz manzarasıyla yatıp, sabah dağ manzarasıyla uyanacağınız sıradışı bir otel.

Dört katlı bina, iki saatte bir tur atıyor. Dönüşü gözle ayırt etmek zor. Otelin ivmesi değil, günbatımı manzarası ve restoranındaki lezzetler insanın başını döndürüyor.

Ben, "temiz bir yatakla, akan bir duş olsun da yeter" diyen takımından değilim. Kaldığım otelde, yatak ve duş dışında başka konforlar da ararım. Otellerin işlevi, evin yerine geçmek, evi aratmamak, hatta daha fazlasını sunmak değil midir zaten!.. Onun için otel seçimlerimde ince /images/100/0x0/55ea267cf018fbb8f86e4b84eleyip, sık dokurum. Bir otele alışınca da, onu kolay kolay değiştiremem. O yöreye her gidişimde hep aynı mekanda kalmaya özen gösteririm. Çünkü kötü sürprizlerle karşılaşmayacağımı bilirim.

The Marmara otelleri de bunlardan biridir. Türkiye’de gittiğim yerde bu otel varsa, tercihimi onlardan yana kullanırım. En beğendiklerim, Antalya’daki ve Bodrum’daki The Marmara otelleridir. Özellikle Antalya’daki otelin dönen bölümünde kalmayı çok severim. Dönen bölümü anlatmadan önce işe otelin girişinden başlamam gerekiyor. Otelin adını boş yere aramayın çünkü hiçbir yerde yazılı değil. Yöneticiler bunun nedenini şöyle açıklıyor: "Burada siz bizim konuğumuzsunuz. Ayrıca bu mekan sizin eviniz sayılır. İnsanın evinin adı olur mu?" Güzel bir yaklaşım ama bunu Antalyalı taksicilere de iyice anlatmak gerekiyor. Çünkü her seferinde otelin yerini tarif edebilmek için akla karayı seçiyorum.

Otelin girişindeki pembe renk, daha başlangıçta sizi sımsıcak sarmalıyor. Lobi bir alt katta. Hem sabah kahvaltısının yapıldığı, hem öğle yemeklerinin sunulduğu bu mekan, şaşırtacak kadar modern çizgi ve renklerle bezenmiş.

MÜŞTERİLERİN İMZA VE SLOGAN SÜTUNU

Sütunlardan biri kütüphane şeklinde dizayn edilmiş, buraya konuklar için gazete, dergi ve kitaplar konulmuş. Okudukları kitapları bu sütundaki raflara bırakan müşteriler de, kütüphanenin zenginleşmesine yardımcı oluyor. Benim de bu lobi kütüphanesine azımsanmayacak katkıda bulunduğumu belirtmek isterim. Beyaza boyanan diğer bir sütun ise duvar yazılarına ayrılmış. Burada müşterilerin adları, mesajları, imzaları, sloganları yer almakta. Diğer sütunda ise kavanozlar içinde çeşitli baharatlar ve çeşitli yiyecekler sergilenmekte. Lobinin tam ortasındaki bilgisayarlar, müşterinin dünyayla bağlantısını sağlıyor. Mailler okunuyor, MSN’den yazışılıyor, ülke gazetelerine göz atılıyor, eşe dosta haber gönderiliyor.

Otelin dönen bölümü, ana binayla deniz arasında. İlk geldiğimde bu dönen odalara çok şaşırmıştım. Dünyanın birçok yerinde, Kanada’da, Norveç’te, Dubai’de, İsviçre Alpleri’nde dönen restoranlarda yemek yemiş, her tabakta değişen manzara çok hoşuma gitmişti. Yemeğin bitiminde kentin, karlı dağların veya fiyortların dört bir yanını görmüştüm. Sohbetin her anına bir başka manzara eşlik etmişti. The Marmara’da ise ilk kalışımda odadan uzun bir süre çıkmak istememiş, değişen manzarayı hayretle izlemiştim. Sonraki gelişlerimde, sadece sabah kalktığımda odamın nereye baktığını merak eder oldum.

Tamamen Türk mühendislerinin yapımı olan döner otelin yapılış öyküsünü, teknik detaylarını birkaç kez dinledim ama aklımda pek kalmadı. Karmaşık bir sistem. Eğer gidecek olursanız size detaylarıyla anlatırlar. Olimpik boyutlardaki yüzme havuzunun hemen yanındaki dört katlı bu bina, iki saatte turunu tamamlıyor. Yani odanızın penceresinden görünen manzara her an değişiyor. Kimi zaman muhteşem Bey Dağları’nı kimi zaman denizi, kimi zaman da havuzu karşınızda buluyorsunuz. Çok dikkatli bakmazsanız odanızın döndüğünü hissetmiyorsunuz.

NANELİ LİMONATA İLE GÜNBATIMI

Döner otelin odaları çok sade döşenmiş. Basit malzemeler çok işlevsel ve şık kullanılmış. Tuvalet ve duş bölümleri renkli camla odadan ayrılıyor. İki lavabo ve küvet, yatağın baş ucundaki boşluğa yerleştirilmiş. Mini bar, plazma televizyon ve rahat koltuklardan oluşan bölüm ise odaya başka bir şıklık katıyor.

The Marmara’da denize, falezlerin üstüne yapılmış özel platformdan giriliyor. Falezleri tahrip etmemek için olağanüstü bir çaba sarf edilmiş. Tüm şezlonglar güneşleyenlere çok güzel manzaralar sunuyor. İsteyen Akdeniz’in maviliklerine, isteyen Bey Dağları’nın eşsiz güzelliklerine karşı güneşlenmenin keyfini çıkarabiliyor. Plaj barında ise her türlü meyve suyunu veya içkiyi bulmak mümkün. Ben güneşlenirken serinlemek için, özel olarak yapılan naneli limonatayı tercih ediyorum.

Dünyada en çok sevdiğim manzara, gün batımında Bey Dağları’nı seyretmektir. Güneş güne veda ederken, bu dağlar birbirine yaslanır, morarır, zirvelerin siluetleri masal dünyasını andırır. The Marmara’da kaldığım sürece her akşam plaj barında, beyaz şarap eşliğinde bu manzarayı doya doya seyrederim.

The Marmara’da yeme-içme faslı da oldukça iştah açıcıdır. Sabah kahvaltısında hemen her damağa uygun yiyecekleri bulmak mümkün. Yöre peynirlerinden oluşan zengin peynir tabağı benim en favorilerim arasında yer alıyor. Zaten sıcak simit ve örgü peyniri benim için vazgeçilmez ikiliyi oluşturuyor. Açık büfe olarak sunulan akşam yemekleri ise gerçekten çok lezzetli. Ben oldum olası açık büfelerden çekinirim. Ama burada kaldığım her akşam kendime bir başka ziyafet çekerim. Şef Ümit Usta, artık damak zevkimi öğrendiği için arada bir masama özel bir tabak bırakmayı ihmal etmez. Bu tabağın içinde, kimi zaman koca bir grida kafasından yapılmış bir balık çorbası, kimi zaman şişe dizilmiş lağos, kimi zaman küçük bir içli köfte olur. Yemeğin yanı sıra servis elemanlarının sıcak ilgisi de beni mutlu eder.

Son olarak otelin modern aletlerle donatılmış fitness merkezini ve spa’sını da anımsatmam gerekiyor. Spora ve masaja düşkün olanlar için, çok büyük olmayan ama görevini yerine getiren mekanlarda, işinin ustaları insanı enerji ile dolduruyorlar.

Başta da söylediğim gibi, saydığım tüm bu nedenlerden dolayı kaldığım otellerden kolay kolay vazgeçemem. Ama alıştığım kalitenin olmadığını görürsem de oraya küserim, bir daha kapısından içeri girmem.

Mehmet YAŞİN
Yazarın Tüm Yazıları