Bu kıyılarda sadece zenginlik yok, mesen kültürü, merak kültürü, hoşgörü kültürü de var

Görmeyeli büyümüş serpilmiş diyeceğim ama değil.

Gelişmiş, güzelleşmiş? O da değil.

Geçmiş, göçmüş? Iıhh o da değil.

Haberin Devamı

Yirmi beş yıl aradan sonra geldiğim Güney Fransa sahilleri için bu nitelemelerin hiçbiri doğru değil. Ama ne yalan, buraları da yirmi beş yıl önce bıraktığım gibi değil.

O zaman insanın aklına çocukların dikkatini ölçmek için çizilen ve aradaki yedi farkın bulunması istenilen resimler geliyor.

Hani sahilde bir adam balık tutar, oltanın ucunda iri bir balık sallanır, yoldan geçen kedi ağzını şıpırdatarak balığa bakar, arka planda bir yelkenli ile onun el sallayan kaptanı vardır da iki adet tıpkı basım gibi duran resme bakıldığında ilk resimdeki kedinin patisinin, balığın yüzgeçlerinden birinin, yelkenlinin kıçındaki bayrak direğinin farklı olduğu anlaşılır ya; işte yirmi beş yıllık zaman zarfında bu coğrafyada ilk bakışta kolay anlaşılmayan ama dikkat kesilince görülebilen böyle değişiklikler olmuş.

Kıyı şeridi hem başkalarını hem kendilerini kıyasıya eleştirmeye bayılan Fransızlar’ın r’leri döndüre döndüre söyledikleri gibi rrrrrrezalet boyutunda değilse de epey hırpalanmış.

İtalya kıyısındaki Menton’dan İspanya yakınındaki Toulon’a kadar deniz kenarındaki kremalı pasta benzeri apartmanlar yerlerini rezidans tabir edilen kimi güzel kimi hafazanallah yapılara bırakmış.

Arada bu çılgınlığa direnen eski binalar da olmasa insan buraların özgün mimarisini hepten unutabilir.

Buna karşılık sahilden içerilere, özellikle dağ köylerine gidildiğinde iki resim arasında tek fark bulabilene aşk olsun.

Her şey değil yirmi beş neredeyse yüz yıl önceki gibi. Dağ etekleri ve yamaçlar ise zenginlerin, öyle sıradan da değil Forbes listesinde boy gösteren zenginlerin alanı.

Yüksek duvarlarla çevrili ve insanın bahçe demeye dilinin varmadığı geniş parkların ortasında yükselen ve hiçbiri diğerine benzemeyen malikaneler, görenlere o hayatların ne menem hayatlar olduğu kadar bu kıyıların neden bu denli gözde olduğunun da ipucunu veriyor: Malum zenginin malı züğürdün sadece çenesini yormuyor, hayal gücünü de besliyor.

Ne kadar değişirse değişsin, ne kadar hırpalanırsa hırpalansın, sahilleri ne kadar halka açılıp yaz aylarında orta sınıfın saldırısına uğrarsa uğrasın bu kıyılar zenginlerin ya da başka deyişle zenginliğin kıyıları.

Paranın satın aldığı ve alabileceği her şey var burada. Kumar var. Kadın var. Yemek var. İçki var. Uyuşturucu var. Jigolo var. Gösteri var. Yat var. Kat var. Altın, pırlanta, elmas... Paha biçilmez kuyum var.

Mebzul miktarda Ferrari, Bugatti, Lamborghini var.

Yıllık aidatı bol sıfırlı rakamlarla telaffuz edilen kulüpler, akşamüzeri uzanılsa bile çarşafları değiştirilen oteller, iki delik arası milyon dolarlık iş görüşmelerinin bağlandığı golf sahaları var.

Velhasıl her yerde, her köşede, hatta havada bile sefahat var.

Bu kadarla bitse iyi.

SEFALET GÖRGÜSÜZLÜKTE YOKSULLUKTA DEĞİL

Zenginliğin tek ölçütünün banka hesabının kabarması demek olmadığını bilen zenginler tarafından işgal edildiğinden mi yoksa bu topraklar evvel emir ressamından yazarına yığınla sanatçının izini taşıdığından mı neden bilinmez bu şatafata eşlik eden sağlam bir kültür de var.

Yeme içme kültürü gibi yaşama kültürünün yanı sıra dünyanın sayılı modern sanat koleksiyonlarından birini dağın tepesindeki alçakgönüllü eve konduran ve kökü Rönesans’a dayanan Maeght Vakfı benzeri bir mesen kültürü, farklı dilde yazan yazarları bulup tanıma, basıp tanıtma gibi görev üstlenen yayıncılarıyla dünyayı okumayı iş edinen bir merak kültürü, her sokağında bir galeri, her kilisesinde bir konser, her meydanında bir heykel yoksa kendini eksik hisseden ve yöneticilerini bunları sunup sunmadıkları ile seçen bir vatandaşlık kültürü, sevse de sevmese de beğense de beğenmese de ötekini anlamaya çalışan, dışlamak isteyenleri eninde sonunda dışlayan bir hoşgörü kültürü var.

Kültürü var da dikeni yok mu?

Var.

Sefahati var da sefaleti yok mu?

O da var.

Ama...

Diken ortada olsa da revaçta değil.

Sefalet görgüsüzlükte... Yoksullukta değil.

Bütün bunların yanı sıra bir de Tanrı’nın lütfu doğa ve iklim var.

Doğa, insan eli değen yerlerde mutat olduğu üzere yok olmamış. Bırak yok olmayı, fışkırıp, çıldırmış.

Her ne kadar yap-boz parçacıkları gibi fazla düzenli, fazla ahenkli ise de ne yalan, güzel.

Hatta fazla güzel.

İnsan elinin değmediği yerlere gelince... Öyle bir yer yok. Dağların tepelerinden yalıyarların diplerine kadar insan eli değmedik yer yok.

Her köşe öyle düzgün, öyle estetik, öyle düzenli ki, yabani dedikleri yerler bile evcil kediler gibi.

İklime gelince... iklim bildik iklim.

Akdeniz iklimi.

Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı diye bellediğimiz, ezberimizin bozulduğunu son yıllarda yaşayarak öğrendiğimiz iklim.

İşte o iklim 2005 yılından beri buralarda fazla oynaklık yapmamış. Ülkenin kuzeyini yaz boyunca karartan bulutlar ve insanları çıldırma noktasına getiren yağışlar bu yaz buralara uğramamış...

Yaz efendi gibi yazlığını yapmış... Tarladaki ekin zamanında sararmış... Bağdaki üzüm zamanında sulanmış...

Ne yerli ne yabancı turist sayısında bir azalma olmamış.

GERÇEK GEZGİNLER BİR FİKRİN PEŞİNDE GİDER

İşte kabaca tarif etmeye çalıştığım kıyılar böyle kıyılar ve ben yirmi beş yıl aradan sonra, eylül ayının ikinci yarısını geçirmek üzere buradayım.

Nice’te...

Kuzinimin evinde..

Annemle ve Fadik ile birlikte...

Aman hakkını yemeyeyim bir de Yusuf var elbette.

O olmasa Nice’e mıhlanıp kalmış, değil çevre kasabalarını keşfetmek, yüzyıl başında iklimi güzel diye gelip buraya yerleşen ve yerleşir yerleşmez uzun yürüyüşlere çıkan adalılardan miras İngiliz Yolu olarak adlandırılan caddeyi bile boydan boya katedememiştik.

Sayesinde İtalya sınırından Aix en Provence’a kadar gidilebilecek her yere gittik.

Gerçek gezginler ülkelerin bir fikrin ucuna takılıp gezilmesini önerirler.

Tarihin, doğanın, eğlencenin, yemeğin, şarabın, alışverişin, dinlencenin velhasıl insanı mutlu eden herhangi bir fikrin.

Biz hepsinin peşine takılma gafletine düştük.

Ama ne yalan iyi yedik, iyi gezdik, köşe bucağı gördük.

Ne yiyip içtiklerimizi ne gezip gördüklerimizi kendime saklama niyetim yok.

Dilim döndüğünce anlatacağım.

Ama haftaya.

Yazarın Tüm Yazıları