Bu hikaye beni dağıttı!

Şu hayattan tek beklentim (evet belki tek beklentim olmayabilir, resmen yalan söylüyorum ama neyse şimdi) huzur.

Haberin Devamı

Ailemle huzur, işimde huzur, sevgilimle huzur, arkadaşlarımla huzur, geleceği düşününce huzur, geçmişi düşününce huzur...

Hani “Bilinmeyenin heyecanı” ile motive olanlar vardır ya, kesinlikle onlardan değilim. Bir yanım acayip garantici.

Dolayısıyla bir yandan, hep önümü göreyim, isterim.

Hayatta en nefret ettiğim anları sorsanız kesinlikle “hayatım gözüme belirsiz göründüğünde” derim. Sabırsızım, her şey hemen olsun bitsin isterim, beklemekten tiksinirim...

Öyle büyük bir olay gerekmiyor, okuldayken sınav sonuçlarını beklerken de aynı hisleri yaşardım. Sürekli bir azap hali yani!

Belirsizlik hakikaten delirtici bir his yaşatıyor bana ve benim gibilere.

Tabii öte yandan böyle bir “her şey hemen olsun, kesin olsun, önümü göreyim, arkamı göreyim” beklentisi biraz manasız.

Yarın başına bir felaket gelmeyeceğini ya da ömrünün en güzel gününü yaşamayacağını nereden biliyorsun, değil mi yani.

Bu iki uç arasında yaşayıp durmak da “bilinmeyenin heyecanı” oluyor herhalde.

Sadede geleyim, insan ilişkilerinde her şeyin mümkün olduğunu görüyoruz. Sevgililik ya da karı kocalıkta da “yapmaz, olmaz” dediğimiz her türlü tatsızlıkların yaşanabileceğini, çok sevdiğimiz bir insandan dahi her şeyi bekleyebileceğimizi tecrübe ediyoruz. Dolayısıyla kabuğu kalın, dayanıklı insanlara dönüştüğümüzü sanıyoruz ama bırakın yaşamayı, bazen bir hikaye bile insanı hayli dağıtabiliyor.

Biliyorsunuz son zamanlarda gıptayla bakılan ünlülerin çirkin boşanmalarını, kadın ve erkek aldatmasının sebeplerini konuşuyoruz.

Dün, buradan hareketle hurriyet.com.tr yazarlarından Ayşe Aral, “Alın size aldatma” demiş ve kendi hikayesini yazmıştı. Güzel, huzurlu bir günde evinde otururken “ikinci kadın”ın baskınıyla başlıyor hikaye. Konuyu özetlemeyeceğim, bunu yaşayanın kaleminden okumanızı öneririm...

Yalnız şu kadarını söyleyeyim, bu hikayeyi bence her kadının okuması gerek.

Hiç abartmıyorum, film gibi gözümün önünde oynadı anlattıkları.

İbretlik diyeceğimiz cinsten olması bir kenara, kırılmış bir kadının, kendisinin tarifini o kadar güzel yapmış ki...

İpucu vermeyeceğim, anlatmayacağım çünkü baştan sonra oturup dikkatle okumanızı istiyorum.

Üşenmeyin, hurriyet.com.tr’ye girin, Ayşe Aral’ın “Alın size aldatma” yazısını bulun, okuyun.

Anlattıklarını da hep aklınızda tutun.

Haberin Devamı

Vatkalara ölüm!

Haberin Devamı

Sivri vatka modasını sevdiniz mi? Giyer misiniz?

Ooof, of ben ölesiye nefret ettim, hayatta giymem arkadaş.

Gözlerini kısıp baktığında “Hah, Roswell’de UFO’su düşünce kaybolan arkadaş da geldi, ekip tamam” hissi yaratan bir moda olmaz olsun.

Zaten giyip nereye gideceğim, “Yaş 15”in basın toplantısına mı çok afedersiniz.

David Beckham’ın karısı da değilim.

Eğer gece mece çıkarken böyle bir ceket giyersem insanlar bana omuzlarıyla gülerler. (Hanedan’daki Linda Evans’a selam ederim ayrıca. Joan Collins ile adeta “kim daha vatkalı kıyafet giyecek” yarışı yaparlardı. Oyum her zaman Evans’a...)

Şimdi efendim bu omuz coşmasının kilolu kadınlar açısından faydası, dikkati popo ve belden alıp omuzlara vermesiymiş.

Ayrıca bu tuhaf vatkalar maskülen, güçlü bir ifade yaratıyormuş. 80’lerin “Power dressing” meselesinin güncel versiyonu yani.

Güçlü ifadeyi o topik omuzlarla yaratacaksam olmaz olsun öyle iş. Nerede benim tayyörüm. Lüzum olduğunda tayyörümü giyer, yumruğumu masaya indiririm.

Öteki türlü omuzlarla yalan olur güçlü kadın imajı.

Bu arada, bu konuyla ilgili en güzel tespiti de Daily Mail gazetesinden Leah Hardy kardeşim yapmış. “Evet, kimse bel ve poponuza bakmıyor çünkü omuzlarınıza gülmekle meşguller”...

Sahi, bir insan niçin kum saati gibi görünebilecekken ters eşkenar üçgeni tercih etsin?

2010 bahar koleksiyonlarının da önemli bir parçasıymış bu tuhaf Amerikan futbolcusu görünümü. Yandık.

Delirdi bu moda tasarımcıları ayol. O kıyafetleri giymem, giyeni de sevmem.

Yazarın Tüm Yazıları