Boyner’in cevabı

Salı günkü “Avcılık meselesi üzerine” yazıma Cem Boyner yanıt verdi. Bizim eleştirme hakkımız olduğu kadar, onun da cevap hakkı var. İşte Boyner’in yanıtı.

Haberin Devamı

Sevgili Melis Hanım,
Salı sabahı Hürriyet’teki yazınızdan dolayı teşekkür etmek istiyorum. Araştırmış, inceleyip veri toplamışsınız ve kendi içinde son derece tutarlı bir avcılık eleştirisi yazmışsınız. İyi ve sert bir eleştiri; açık ve dürüst görüşünüz için teşekkür ederim.
Sizi avlanmanın doğruluğu konusunda ikna etmeye çalışmayacağım. Avcılığı dahi size savunmayacağım. Hepimizin görüşü, düşüncesi kendinin. CEO&Life’taki yazım istek üzerine bir hobi dergisine yazdığım bir yazı...
Avı öven, teşvik eden, savunan bir yazı değil... Denizcilerin hikayeleri deniz ile ilgilidir, kimisinin askerlikle ilgilidir, kimisinin seyahat ile ilgilidir. Benden yazı istendiğinde diğer uğraşlarımın yerine av anekdotu seçmemin belalı bir tercih olduğunu şimdi çok iyi anlıyorum.
Son günlerde gazetelerdeki alıntılar maalesef, tam da yazmış olduğunuz gibi CEO&Life’taki yazımın sadece av ve ölüm ile ilgili bölümlerinin ballandıra ballandıra abartılması yoluyla olmuş; iyi de olmamış.
Kaldı ki, ana akım medyada herkesin gözüne, üstelik hiç ağzımdan çıkmamış sözleri manşet yaparak sokmak gibi bir niyetim hiç olmadı.
Yani, filmin sadece seçilmiş karelerini izlerseniz, algı da, tepki de böyle olur, olağan karşılıyorum.
Ben genç yaşlardan beri ava gidiyorum. Dünyada 40 milyonun üzerinde avcı var. Av için izinler var. İzin verilen bölgeler var. Kotalar var. Yüzlerce kural, yasak var. Avlanabilmek için sınava girmenizin mecburiyeti var.
Etik ve kanuni kurallar çerçevesinde sadece yaşlı ve üreme kabiliyetini kaybetmiş erkek hayvanları avlamak mecburiyeti var... Benim tercihim bütün bu kanuni kısıtların yanında yalnızca eti yenen hayvanları avlamak. Türkiye’de 3,5 milyon av ruhsatlı insan var. Sayımızın çokluğu asla haklı olduğumuz manasına çekilmesin. Ama bizleri vahşi insanlar sürüsü diye damgalamadan önce bir düşünmenizi rica ediyorum.
Bundan 30-40 yıl önce misafir geldiğinde kümesimizden tavuk keser, tüylerini yolar, pişirirdik. Misafire kuzu keserdik. Şimdi süpermarkette plastiğe sarılı et parçaları alıyoruz. Her şey steril ve plastik.
Küçükken oğlum tabağında yemek bıraktığı zamanlar “Tabağındaki balık senin için öldü. ‘Madem yemeyecektin, ben niye öldüm o zaman’ diye arkandan ağlar” dediğimizde alelacele bitirirdi tabağındaki yemeği. Biliyor musunuz, ilköğretim son sınıftaki çocukların sınıfça mezbaha ziyareti mecburi olsun isterdim. Görsünler ki, marketlerden plastiğe sarılı aldıkları o et parçaları gerçek canlı bir hayvanın boğazlanması sonucunda elde ediliyor. Belki tüyleri diken diken olur, belki bir daha et yemeyip vejetaryen olurlar. Bunu kabul edebilirim ama yedikleri etin bir canlının hayatına son vererek sofralarına geldiğini bilmemelerini asla... Saygı duymalılar alınan cana... Bu benim görüşüm.
Size bugünün şartlarında naif gelebilir ama ben şartlar izin verse soframa konan bütün otlara, mantarlara kadar da kendim toplamak isterdim.
Aslında dünya kurulduğundan beri hayat başka canlılar pahasına sürüyor. Bu duymak istemediğimiz bir gerçek; yüzleşmekte zorluk çektiğimiz bir gerçek.
Benim anlattıklarımın en rahatsız edici yanının bu gerçekliği tüm çıplaklığıyla ortaya koyması olduğunu da düşünüyorum. Bu üslubun birçok insan için rahatsız edici olduğunu da, beni de hedef tahtasına oturttuğunu da görüyor ve anlıyorum. Ancak afiyetle oturup kebap yediğimizde mezbahadaki hayvanların ne kadar genç olduğunu hiç düşünüyor muyuz? Veya hayvan çiftliklerinde ‘bizim için özel yetiştirilen’ hayvanların hiç doğayla alakası olmamış, çayırlarda hiç özgürce koşturamamış olduklarının farkında mıyız? Veya oltaya takılan balığın su üstüne çekilirken can çekiştiğini?
Tüm bunların zor ve çelişkili bir tartışma olduğunun farkındayım. Ancak vahşet veya hayvanseverliğin ölçüsü gerçeklerden ne kadar mesafeli durduğumuzla ölçülmemeli diye inanıyorum.
Görüşlerimi sizinle paylaşmak istedim.
Sevgi ve saygılarımla...
Cem Boyner

Yazarın Tüm Yazıları