Böyle şımarık bir gazeteci olur mu?

Şibam’da Lawrence’ı oynamak, bir hafta sonra Monaco’da Fitzgerald’ın kahramanına dönüşebilmek... Bunlar belki ancak çok şımarık bir ruhun tebdili kıyafet halleri olabilirdi. Bu şımarıklığı harikulade bir hayat oyununa çevirmeye çalıştım.

Haberin Devamı

Böyle şımarık bir gazeteci olur mu

Şu yukarıda gördüğünüz fotoğrafı çektirirken, kendimi F. Scott Fitzgerald’ın harika kahramanı Great Gatsby gibi hissediyordum.
Zengin, yakışıklı, cömert, renkli, çılgın, her an her şeyden vazgeçmeye hazır, her an her şeyi vermeye de hazır bir haldeyim..
Yanımda Güneri Cıvaoğlu...
Ben değilsem o... Ağır Gatsby yani...
Her zamanki gibi; zamansız, yaşsız ve renkli...
Monaco’dayız.
Toprak sahada tenis turnuvasını izleyeceğiz.

KİM BU YANIMIZDAKİ KARİZMAMIZI ÇİZEN YABANCI

Yanımızdaki façamızı dağıtan, karizmamızı bozan yakışıklı adam ise Fernando Verdasco.
Üç İspanya şampiyonluğu, bir Davis Kupası...
Dünyanın 24’üncü tenisçisi.
Tarih dersen, 1930’larda, 1940’lardayız...
Gatsby time yani...
Tenisin V yaka beyaz kazaklarla oynandığı, tenis raketinin harika bir aksesuar olduğu, kadınların kısa beyaz eteklerinin altından hafifçe külotlarının göründüğü yıllar.
Bana dikkat. Her şey özel seçilmiş.
İçimde mavi bir gömlek, üzerinde pembe bir V yaka kazak.
Tabii ki blazer ve altında açık renk pantolon.
Başımdaki şapka zaman tüneli gibi. Başımı da alıp gitmiş.Yıkılıyor...

Haberin Devamı

Böyle şımarık bir gazeteci olur mu

YAHU BEN BİR HAFTA ÖNCE LAWRENCE OF ARABIA’DIM

Geçen hafta cumartesi günü Monaco’da bu pozu verirken, biraz ilerimde sanki ‘Venedik’te Ölüm’ filminin bir sahnesini görüyorum.
Silvano Mangano en aristokrat, en baştan çıkarıcı haliyle beni alıyor ve aristokrat bir dünyanın bahçesine sokuyor.
O an düşünüyorum.
Kimim ben Allah aşkına...
Bir hafta önce Yemen’de, çölün ortasında Pink Floyd dinliyordum.
Münzevi bir oryantalist, biraz Lawrence of Arabia’ydım.
İçimdeki bonobo, hayatımın kim bilir kaçıncı rolünü oynatıyordu bana.
Orada, bir Bertolucci filmi kahramanıydım. ‘Çöl’de Çay’ı’ oynuyordum.
Bir hafta sonra Avrupa aristokrasisinin ortasında Büyük Gatsby’im.
Sevdiği kadını uzaklardan seyreden çılgın bir âşıkım adeta.
Aşk uğruna ölmeli...aşk” şarkısını, dünyanın bütün dillerinde söyleyen bir film kahramanıyım.
Belki siz inanmayacaksınız ama ben inanıyorum.
Kendimi bir film kahramanı olduğuma samimi olarak inandırıyorum.
Tek kişilik gezginci bir tiyatro topluluğuyum.
Çoğu zaman da ‘Tek kişilik bir tarikat...’
Geçen hafta ‘Monte Carlo Rolex Masters’ turnuvasını seyrederken işte bu ruh halindeydim.
Kendi senaryosunu kendi yazan, kendi cast’ını kendi seçen, kendi filmini kendi çeken ve kendi filmini kendi oynayan hayalet bir kahraman.
Gerçeklerden kaçan bir ‘Fugitif...’

Haberin Devamı

İÇİNİZDEKİ BONOBO’YU SERBEST BIRAKIN PİŞMAN OLMAZSINIZ

Yemen harikaydı.
Monaco da harikaydı.
Şibam’da Lawrence’i oynamak, bir hafta sonra Monaco’da Fitzgerald’ın kahramanına dönüşebilmek...
Bunlar belki ancak çok şımarık bir ruhun tebdili kıyafet halleri olabilirdi.
Bu şımarıklığı harikulade bir hayat oyununa çevirmeye çalıştım.
Yirmi birinci yüzyıl gazetecisinin, bu lüksü kamu meydanına taşıma hakkının bulunduğunu ispat etmeye uğraştım.
Bu fotoğraf, işte böyle bir gazetecilik meydan okuyuşunun ve becerikli bir şımarıklığın tasviridir.
Size de tavsiye ederim.
İçinizdeki bonoboyu serbest bırakın.
İster lumpenleşsin, ister aristokratlaşsın...
İkisi de güzel duygudur...
Korkmayın şımarık bir oyun, şımarık bir bakış, herkesin hakkıdır...

Haberin Devamı

ZENGİNLİĞİN SHOW ROOM’UNDA HARİKA BİR HAFTA SONU

Yukardan denize doğru inen arazide, Hollywood dekoru gibi geçici bir kasaba yaratılmış.
Beyaz çadırlar, küçük kulübeler ve ortasında bir tenis kordu.
Tribünler portatif. Zemin kırmızı toprak.
Her taraf güzel kadın ve erkek dolu.
Zenginlik akıyor.
VIP kısmına geçiyoruz.
Her çadır tanınmış dünya markalarına ayrılmış. Turnuvanın sponsorları.
Rolex, Façonnable, Fedcom, Sergio Tacchini, Mercedes-Benz, BNP Paribas...
Turnuvanın yapıldığı yerin önünden geçen arabalara bakıyorum. Rollce Royce, Bentley, Ferrari, Lamborghini...
Burası zenginliğin Show room’u.

EN PAHALI YERLER OYUNCULARIN ARKASINDAKİ LOCALAR

-Turnuvanın yapıldığı tesisin 4 ayrı girişi var. Biri VIP ve oyunculara ait.
-Bu küçücük tenis kasabasında 7 restoran var.
-Ayrıca sponsor firmaların çadırlarında yemek veriliyor.
-Tribünlerde 5 ayrı kategori var. En pahalısı localar.
-Futbol sahalarının aksine, en kıymetli yerler oyuncuların arkasındaki localar.
-Biz maçı oradan seyrettik. Yani Nadal ve Djokoviç’in üç metre yakınından.
-Locaların tamamı sponsorlar tarafından kapatılmış.

Haberin Devamı

ARKADAŞ HÂLÂ NİYE İÇKİ SERVİSİNE BAŞLAMIYORSUNUZ

Yarı finallerden önceki gece turnuvanın balosuna davetliyiz.
Koyu renk elbise mecburi. Ama bazı zenginler bunu takmıyor.
Kapıda kırmızı halı var.
Fashion TV gelenlerle röportajlar yapıyor.
Geleneksel gül balosunun yapıldığı büyük salondayız. Salonun arka tarafındaki dev camekândan Monaco’nın ışıklı gecesi içeri doluyor.
Özenle hazırlanmış masalarda bardaklar yan yana duruyor. Tabii ki şampanya ile başlayacağız.
Saat 8 oluyor, içki servisi yapan yok.
Garsonlarla göz göze gelmeye çalışıyoruz. Hepsi birer buz.
Saat 20.30’a geliyor.
Bizim masa dışında homurtu yok. İçki servisi de yok.
20.45 civarında bir hareketlenme oluyor. Bir anons:
“Son excellence Prens 2. Albert...”
Monaco Prensi içeri giriyor ve arkamızdaki masanın ortasında bir yere oturuyor.
İşte o an içki servisi başlıyor ve harika bir geceye dalıyoruz.
Anlıyoruz ki, Prens gelmeden içki servisi başlamıyormuş...

Yazarın Tüm Yazıları