Bölügiray'ın mektubu

Emin ÇÖLAŞAN
Haberin Devamı

12 Eylül döneminde Adana Sıkıyönetim Komutanı, daha sonra Genelkurmay Sıkıyönetim Koordinasyon Başkanı olarak görev yapan emekli Korgeneral Nevzat Bölügiray'dan aldığım mektubu aynen yayınlıyorum. Bu gibi konularda çok sayıda kitap yazan ve bütün görüşleri doğru çıkan Bölügiray'ın görüşlerine dikkat ediniz:

‘‘Başbakan Yılmaz'ın, irtica ile mücadele için hazırlanan önlemler paketine ait açıklamasında dikkati çeken noktalar şunlardır:

1- Hükümetin geç kalmış olsa da, geçmiş hükümetlere göre irtica ile mücadelede kararlı görünmesi, sekiz yıllık kesintisiz eğitim yasası ve uygulamaları, bazı genelgelerin yayımlanması, yasa tasarılarının hazırlanması, hatta son yapılan atamalar, olumlu gelişmeler olarak değerlendirilebilir.

2- Ancak, belirtilen önlemlerin büyük çoğunluğu geleceğe yönelik ve henüz uygulama aşamasında olmayan konulardır ve gelecekte bunların yaşama geçirilmesi, aşağıdaki nedenlerle, çok kuşkuludur:

a- Var olan yasalar ve yönetmelikler uygulanmazken, başta Mesut Yılmaz olmak üzere bir kısım ANAP'lılar aynen Özal gibi irticayı öncelikli bir tehdit olarak görmezken ve 9 ay gibi uzun bir sürede alınması mümkün önlemler alınmazken, şimdi bir ‘‘önlem paketi’’nin getirilmesindeki samimiyeti anlamak zordur... Çünkü, kendilerinin bile inanmadıkları bu önlemlerin uygulanacağı kuşkuludur.

b- Muhalefetin, hükümeti seçime zorlamak amacı ile Meclis çalışmalarını kilitlemesi ve Meclis'te İslamcı bir cephe oluşturan FP+BBP+DYP+bazı ANAP'lıların kesin karşı çıkacakları düşünüldüğünde bu tasarıların Meclis'ten aynen geçmesini beklemek oldukça zordur.

c- Yılmaz bu paketi Meclis'e götürmekle kendisi aradan sıyrılmakta ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile Meclis'i karşı karşıya getirmektedir. MGK bildirisinde ‘‘yasaların Meclis'ten süratle çıkarılmasının önemi’’nin vurgulanması, bunun ilk işaretidir.

d- Yasaların Meclis'ten geçmesi için uzun bir süre geçebilecektir. Hele muhalefetin olağanüstü engelleri düşünüldüğünde, Yılmaz, bu durumu askerleri seçime kadar oyalamak amacıyla düşünmüş olabilir.

e- Tasarıların Meclis'ten geçmemesi durumunda, hem ‘‘Ben uğraştım ama olmadı’’ diyebilecek, hem de istifa için bir ‘‘gerekçe’’ bularak ‘‘kaçak’’ kompleksinden kurtulmuş olacaktır.

3- Diyelim ki yasalar çıktı ve genelgelerle yönetmelikler yayımlandı. Bunların somut sonuçlarını almak için devletin tüm kurumları ile hızlı ve etkin bir çalışma sürecine girmesi gerekecektir. Geçmişte de bazı yasalar ve genelgeler çıkarılmasına karşın (Refahyol bile irtica genelgeleri yayımlamıştı!) ANAP+DYP+RP'nin yıllardır İslamcı kadrolarla doldurduğu devlet kurumlarının terör ve irtica ile kararlı ve başarılı bir mücadele yapmadıkları/yapamadıkları, tam tersine irticaya ödün üstüne ödün verdikleri dikkate alınırsa, bu hükümetin de çıkaracağı yasa ve genelgeleri tam olarak uygulayacağı çok kuşkuludur. Başbakanlık Takip Kurulu Başkanı'nın tarikatçı olduğuna bakılırsa, gerisini siz düşünün! Bu durumda BÇG'nin kaldırılmamasının ne kadar doğru olduğu da anlaşılır!

4- Bu nedenlerle, ‘‘önlemler paketi’’ bir iyi niyet belgesinden öteye anlam taşımayacaktır. Ya da Yılmaz'ın, durup durup 9 ay sonra ve sıkışınca, çıkmayacağını ve uygulanmayacağını bile bile bunları gündeme getirmiş olması, Türk Silahlı Kuvvetleri'ni seçime kadar oyalama taktiğidir.

***

Bu durumda, Meclis'in önünde üç seçenek olduğu söylenebilir:

1- Meclis'teki partilerin çoğunluğunun, partisel ve kişisel çıkarları bir yana bırakarak bu hükümetle, ya da kurulacak daha geniş tabanlı bir hükümetle 28 Şubat sürecini yaşama geçirip gerekli önlemleri alması. Bu durumda demokratik rejim aksamayacaktır.

2- Bu hükümetle, ya da başka bir hükümetle erken seçime gitmek. Böyle bir seçimde FP+BBP+MHP+DYP ve bazı ANAP'lıların çoğunluğu kazanarak 28 Şubat sürecine karşı çıkacaklarına kesin gözle bakılabilir. Ve sil baştan!

3- Bugünkü bazı partilerin birleşerek ‘‘Biz 28 Şubat sürecini tanımıyoruz’’ diye TSK'ya kesin bir tavır koymaları. Bu amaçla Anayasa ve yasalarda, TSK'nın etkinliğini kaldıran değişiklikleri yaparlar. Bunu yaparken demokratik rejimi riske sokacaklarını (dinci ya da otoriter bir rejim) düşünmek zorunda kalabilirler.

Bu karanlık tablo karşısında TSK'nın da önünde üç seçenek bulunduğu söylenebilir:

1- İrtica ile mücadeleyi gündeme getirmekten, sürekli gündemde tutmaktan ve izlemekten vazgeçmesi, mücadeleyi sivillere bırakması. Gelmiş geçmiş tüm hükümetlerin bu konudaki savsaklamaları dikkate alınırsa, irticanın sigortası olan TSK'nın devreden çıkmasıyla, irticanın tırmanması önlenemeyecektir.

2- İrtica ile mücadeleyi bugün olduğu gibi sürekli gündemde tutmak ve izlemeyi sürdürmek. Bu partiler ve bu liderlerle bugün yaşanan ‘‘kısırdöngü’’nün sürüp gitmesi. Nereye kadar? İp kopuncaya kadar. Bu durum TSK'nın Anayasal çerçevede de olsa, siyasette kalması ve ‘‘darbe-demokrasi’’ tartışmalarının süreklilik kazanması demektir. Bu ise TSK'nın yıpranmasına neden olabilir. Bugün İslamcı kesimin tıpkı bir ‘‘beşinci kol’’ gibi TSK aleyhinde kampanya yürüttüğünü unutmayalım.

Bu süreç, iktidarların irtica ile mücadele için etkili önlemler almalarıyla sınırlı olabilir.

Ancak, 28 Şubat kararlarının üzerinden bir yıl geçmesine karşın, 8 yıllık eğitim dışında hiçbir önlemin alınmamış olması ve gelecekte de alınma olasılığının çok zayıf görünmesi nedeniyle, TSK'nın bu çabalarının boşuna olup olmadığı düşünülebilir.

3- 28 Şubat sürecinin, bu Meclis ve partilerle yaşama geçirilmesinin olanaksız olduğu kanısına varılarak yönetime el konulması.

Bu durumda, belki 28 Şubat süreci yaşama geçirilerek gerici tırmanış önlenir. Ama bu kez de, geçmiş darbelerde olduğu gibi, ülkemiz darbenin getireceği yeni sorunlarla boğuşmak durumunda kalabilir.

Sanırım, TSK şimdilik ikinci seçeneği yeğliyor. Partilerin ise hangi seçeneği yeğledikleri bilinmiyor.’’

Evet, Bölügiray Paşa durumu bütün yönleriyle ortaya koymuş. Üzerinde kim düşünecek?













Yazarın Tüm Yazıları