Bloomberg’ün rezidansında yılbaşı partisi

Güncelleme Tarihi:

Bloomberg’ün rezidansında yılbaşı partisi
Oluşturulma Tarihi: Aralık 21, 2008 00:00

Her yıl kasım ayının dördüncü perşembesi kutlanan Şükran Günü’nden yılbaşına kadar süren tatil sezonunun bu sene New York’ta nasıl geçtiğini herkes aşağı yukarı tahmin edebiliyordur. Ülkede patır patır otomobil fabrikası kapanıyor.

Değil alışveriş yapmak insanlar Noel hediyelerini bile elde hazırlıyorlar. Ve Hearst Corporation, ABC, Viacom gibi devler art arda açıklama yayınlayıp yılbaşı partisi yapmayacaklarını duyuruyorlar. Bu yüzden pazartesi günü katıldığım New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg’ün yılbaşı partisi için, kentin en istisnai aktivitelerinden biriydi diyebilirim.

Bloomberg, partiye kentteki gazetecileri davet etti. Upper East Side’daki Gracie Mansion’da o akşam yaklaşık 200 kişiydik.

Partinin yapıldığı yer, belediye başkanlığı konutuydu. Bir adada yaşıyor olmalarına rağmen New Yorkluların suyla hiç ilgileri yok ama burası bizim İstanbul yalılarına benziyor. Tam Doğu Nehri’nin kenarında, 110 yıllık bir köşk.

Bloomberg’in evli olmadığı için rezidansta kalmadığını öğrendim. İnanmayacaksınız ama belediye başkanının resmi konuta kız arkadaşını davet etmesi, vergi mükelleflerinin parasıyla çapkınlık yapma suçu sayılıyormuş çünkü.
/images/100/0x0/55eb5b78f018fbb8f8bbf39f

Bloomberg, partiye saat 8’de geldi. İçeri girer girmez de evin ana salonunda hazırlanan kürsüye çıktı. Pragmatik ve yeniliğe açık oluşu gibi şeyler dışında aslında gazetelerde Bloomberg hakkında o güne kadar hep kötü yorumlar okumuştum. İki dönemdir belediye başkanı ve yasa gereği 2009’daki seçime katılması mümkün değildi mesela. Kulis yapıp Kent Konseyi’nden aksi yönde karar çıkartınca hakkında edilmedik hakaret kalmamıştı. Ayrıca neredeyse her hafta Bloomberg’in gazetecilerle nasıl kavga ettiğini anlatan haberler çıkıyordu. Aksi, kaba, asık suratlı biri olarak biliyordum Bloomberg’ü.

Yanıldığımı, konuşmaya başlayınca anladım. Önce yardımcısının eline tutuşturduğu politik esprilerle dolu metni, profesyonel bir komedyen gibi hiç gülmeden okuyup salondakileri kırıp geçirdi. O bitti, bu sefer kavga ettiği gazetecilerin hepsini sırayla kürsüye çağırmaya başladı. Hepsine bir yılbaşı armağanı verdi, elini sıktı ve alkışlattı. Berberine kadar her şeyini takip eden, defalarca bağırdığı Observer muhabirine kuru temizleme faturasını verdi ve "Şimdi rahatladın mı" dedi örneğin.

Bitmedi. Sonra aynı şeyi gazeteciler ona yaptı. Bloomberg’e hediyelerini verdi. Aralarından biri, hiçbir etik kaygısı olmayan 16. yüzyıl İtalyan siyasetçisi Machiavelli’nin kitabını verdi ve "Bu adam sizin elinize su dökemez" dedi. Başkan sadece güldü.

Hediyeler, atışmalar derken Bloomberg yaklaşık yarım saat kalıp kürsüden indi. Bir süre öndeki gazetecilerden bazılarıyla konuştuktan sonra da sessizce ayrıldı.

Salondan çıkınca yanımdaki gazetecilerden birine sordum. "Hani Bloomberg için ’çok kaba’ diyordunuz" dedim. Anlamadı ne demek istediğimi. "Burası belediye sarayı değil, yılbaşı partisindeyiz, ne bekliyordun ki?" dedi. "Bizimkiler akreditasyon iptal ediyorlar da, o yüzden şaşırdım" diyecektim. Demedim.

Şampanyaya konserveli kamuflaj

New York’un yılbaşı partileri, şirketler için aynı zamanda bir halkla ilişkiler kampanyası sayılıyordu. Ama kriz kenti öyle vurdu ki, bu sene asıl halkla ilişkiler, parti yapmayıp tutumlu gözükmekte yatıyor. Son 18 yıldır hiç aksatmadan yaptığı partiler, lüks ve israf konusunda bir doruk noktası sayılan modacı Marc Jacobs da, sırf bu yüzden 2008’i kutlamasız kapatacağını açıkladı mesela. Bloomberg’ün partisinde biraz bunun tedirginliğini hissettim. Tam seçim öncesi biri çıkıp da "Kriz varken bu müsriflik neyin nesi" demesin diye en baştan bazı önlemler almışlardı. Örneğin davetiyeye "Gelirken bağışlamak için yanınızda iki konserve de yemek getirin" notu koyulmuştu. Herkes konserveleri girişteki sepete atıp öyle girdi. İçeride özel koşer masası da, şampanya servisi de eksik değildi belki ama konserveler dikkat dağıttı.

Random House’un durumu krizin en iyi özeti

İki hafta önce dünyanın en büyük yayınevi Random House, bünyesindeki "yayıncılık mabedi" Alfred A. Knopf’u da içine alan bir reorganizasyona gideceğini duyurdu. Aslında yapmayı düşündükleri şey tenkisat (azaltma) ama kötü durmasın diye tensikat (düzenleme) demişlerdi. Bir hafta sonra ise New York Times Book Review, 2008’in en iyi 10 kitabını seçti. Kitapların yayınevlerine baktım. 10 kitaptan 7 tanesi, Alfred A. Knopf’un yayınıydı. Geriye 3 kitap bırakmışlar. Onlardan ikisi de Pantheon ve Doubleday’in kitapları. Yani yine Random House şirketleri. Sonuçta iki haberi birleştirince ortaya şöyle bir durum çıktı: Random House, bir yılda 2,5 milyar dolar ciro yapıyor, yılın en iyi 10 kitabından 9’unu basıyor ama yine de ayakta kalmak için masraf kısıyor. Kriz daha iyi özetlenemezdi.

New York’ta mimarlar gerçek birer star

Hafta sonu, New York’un bu aralar emlak açısından en hareketli bölgelerinden Long Island City’yi gezerken inşaatı süren, cam giydirme bir bina dikkatimi çekti. Manhattan manzaralı, yüksek ve estetik bir binaydı. İçeri girip sordum. Görevli ilk önce, kat mülkiyetine dayalı (condominium) bir konut projesi olduğunu söyledi. İkinci cümlesi ise aynen şu oldu: "Lobimizi de ünlü iç mimar Andres Escobar tasarladı."

Mimari, inşaat zengini New York’ta fark yaratmanın en etkili aracı. Projede kimlerin imzasının olduğu, lokasyondan daha önemli. Sadece işlerini pazarlamak isteyen müteahhitler değil... Kurumsal iletişim yapan şirketler için de böyle...

O gün karşılaştığım satış görevlisinin daha ikinci cümlesinde bana Escobar’dan bahsetmesi, New York’ta gazetelerin mimarlara verdiği önemin yanında aslında hiçbir şey. İş o hale gelmiş ki, en ilgisiz haberde bile burada karşınıza mutlaka bir mimar çıkıyor.

New York Times gazetesinin kriz yüzünden geçen yıl taşındığı yeni binayı ipotek edeceğini okuyorum örneğin. Haberi, "Renzo Piano dizaynı bina gidici" diye veriyorlar.

Ya da IAC şirketinin yılbaşı partisini anlatacaklar. "Frank Gehry’nin çizdiği binada parti" diyorlar.

Chanel, ekim ayında korkunç bir para verip Central Park’ta çağdaş sanat sergisi açtı. Eserler iyiydi. Sizi daha serginin dışında karşılayan Chanel ordusu ve Jeanne Moreau’nun sesinden hazırladıkları 1 saatlik sunum ise gerçekten etkileyiciydi. Ama serginin binasını Irak asıllı mimar Zaha Hadid tasarladığından bütün gazeteler aynı başlıkla çıktı: "Chanel Hadid’in pavyonunda".

Her biri marka haline gelmiş, değdikleri her olayda başlığa çıkmaları kesin olan bu mimarlara "starchitect" diyorlar. "Star" ve "architect" sözcüklerini birleştirerek ürettikleri "yıldız mimar" anlamında bir laf.

Kaşeleri milyon dolardan başlıyor. İlla oturup tepeden tırnağa kendilerinin yarattığı bir şaheser (wow binası) ortaya koymaları da gerekmiyor üstelik. Mesela koskoca binada Escobar’a lobiyi çizdirmişler, yetiyor.

Bu durumun kente ne etkisi oluyor diye düşünüyorsanız, şu: Bu projelerin hiçbiri bakmaya tahammül edemeyeceğiniz işler olmuyor. Evet, hepsi de "Ben buradayım" diye bağırıyor. Ama aynı zamanda yine hepsi, kendi içinde mutlaka bir estetik anlayış barındırıyor. En azından durup "Ben şimdi bu binayı beğeneyim mi beğenmeyeyim mi" diye düşünüyorsunuz.

En kıdemli mimar eleştirmeni

Mimarinin New York için ne kadar önemli olduğunu, işi sırf mimarlık eleştirisi yapmak olan gazeteciler bulunmasından da anlayabilirsiniz. Amerika’nın bu konudaki en kıdemli ismi, New York Times yazarı Ada Louise Huxtable. 87 yaşında ve hálá zehir gibi. Geçen ay New York Times, kendi yazarıyla bir röportaj yapmıştı. 57 yıldır kentteki mimarlara sicilini veren yazara yıldız mimarları da sormuşlardı. Aslında korumacı ve muhafazakár biri olarak biliniyor ama abartılı işlere de karşı çıkmadığını söylüyor Huxtable. "Müteahhitler ünlü bir isimle çalışarak daha fazla para kazanabileceklerini gördüler. Neden kötü olsun ki" diyor.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!