Biz Heybeli’de

Bizans çöplüğü’nü hatırlar mısınız? Bilenler bilmeyenlere anlatsın. Dolapdere’den Elmadağ’a yükselen o kokular, İstanbul’un yüz karasıydı.

Haberin Devamı

Sahildeki beyaz uzun donlular’ı hatırlar mısınız?

Bilenler bilmeyenlere anlatsın.

Boğaz kıyılarındaki o işgal, halk dalkavukluğu’nun simgesiydi.

Yok canım.

O kadar gerilere dönmeye ne gerek? Gidin Gümüşsuyu’na Park Otel denen o utanç abidesini görün. Ve lütfen bilenlere sorun: Nedir bu kümbet? Niye bekliyor? Niye yapılmıyor, niye yıkılmıyor?

Niye atılmıyor, niye satılmıyor? Nereden geldi başımıza bu belâ?

***

Merak edenlere İstanbul’u karış karış gezdireyim.

Küçük Bebek Yokuşu’nun tepesindeki o harabeden başlayıp, Kağıttepe’ye (Kağıthane’ye) oradan Dolma Sarayı’na (Dolmabahçe’ye) oradan da Çatkapı’ya (Topkapı’ya) kadar Türkiye’nin en pahalı arsalarının nasıl ziyan olduğunu göstereyim.

O kafa’yı yılarca yazdım.

O kafa.

Deniz’in üstüne KİT binaları, bankalar, genel müdürlükler konduran kafa o... Fay Hattı’nın tam üstüne sanayi kurduran

85 yıllık kafa da aynı kafa.

Haberin Devamı

Neyse ki Kuruçeşme kıyılarındaki odun kömür depolarından son dakikada kurtulduk. Hele Dalan, o kazıklı yolları açmasaydı görürdünüz halimizi.

***

Belediye işleri, artık İstanbul’u aşmış, devleti bile sollamıştır.

Çamur, çukur, çöp.

Ay, siz hâlâ orada mısınız? Ben hiç olmazsa Bahçe Oteldeyim. Yâni Park Oteldeyim. Buradan bakınca su altı ve su üstü trafiğini görebiliyorum. Ne demek su üstü? Söylemem.

Hayâl etmek, yarı yarıya yapmak demektir. Biz Heybeli’de her gece mehtaba çıkmasaydık, onlar zor giderlerdi ay’a.

Yazarın Tüm Yazıları