Bırakın ateistlik iftirasını, ‘Türkler Kábe'yi bombaladı’ bile demişlerdi

Irak'lı aşiret reislerinden Mecid Ali Süleyman, önceki gün ‘‘Türk askeri ateisttir, dua etmeleri yasaktır ve dinleri de yoktur’’ diye sözler etti ve bu sözler bazı gazetelerimizde ‘‘Küstah şeyh saçmaladı’’ gibisinden başlıklarla yeraldı.

Aynı şekildeki çok daha büyük yalanlar Mekke Şerifi Hüseyin'in 1916'da bize karşı yayınladığı bildirilerde de yeralmıştı ama Hüseyin'in askerimizi ‘‘dinsizlikle’’ suçlayan bildirilerinin Arap dünyası üzerinde etkisi büyük olmuş ve bize Ortadoğu'yu kaybettirmişti. Dolayısıyla, Mecid Ali Süleyman'ın söylediklerini ‘‘küstahlık’’ değil, Irak'a gidecek askerlerimiz için ‘‘potansiyel bir tehlike’’ olarak yorumlamamız gerekir.

IRAK'taki Geçici Hükümet Konseyi'nin 'Türk askeri istemiyoruz' teranelerinden sonra sazı Mecid Ali Süleyman adında bir aşiret reisi aldı ve 'Türk askeri ateisttir, dua etmeleri yasaktır ve dinleri de yoktur' gibisinden sözler etti.

Mecid Ali Süleyman, Irak'ta sayılarını sadece Allah'ın bilebileceği şeyhlerden biriydi, Türk birliklerinin gideceği söylenen bölgeler arasında bulunan El Anbar'da bir hayli güçlüydü ve Amerikan yanlısıydı.

Şeyh Süleyman'ın sözleri, bana bundan tam 87 yıl önce yayınlanan ve askerlerimizi aynı şekilde 'dinsizlikle' suçlayan iki ayrı bildiriyi, Mekke Şerifi Hüseyin'in beyannamelerini hatırlattı.

İşte, Mecid Ali Süleyman'a ilham veren 1916 tarihli bildirilerin ve bu bildirilerden sonra bize karşı açılan 'cihad'ın kısa öyküsü:

Bizim 'Şerif Hüseyin' dediğimiz Hüseyin bin Ali, 1856'da Mekke'de doğdu. Sultan Abdülhamid'in iktidarı sırasında bağımsızlık hülyasına ve Arap Krallığı hayallerine daldığı farkedilince evinden dışarıya çıkması yasaklandı, senelerce göz hapsinde tutuldu ama Abdülhamid'i deviren İttihadçılar akıl almaz bir iş yapıp Hüseyin'i Mekke'ye 'Emir' tayin ettiler.

Derken Birinci Dünya Savaşı patladı ve Hüseyin'in İngilizler'le senelerdir devam eden teması 1916'nın 26 Haziran'ında semeresini verdi: Bir bildiri yayınladı, Osmanlı Devleti'nde iktidarı elinde tutan İttihad ve Terakki'yi 'dinden çıkmakla' suçladı ve 'Türkler, Kábe'yi bile bombaladılar' yalanını ortaya attı. Şerif Hüseyin aynı senenin 10 Eylül'ünde bir başka bildiri yayınlayacak, Şam'da bulunan Cemal Paşa'nın İslamiyet'e hakaret ettiği ve önde gelen Arap ailelerin kızlarını fuhşa zorladığı yalanlarını sıraladıktan sonra 'İslam dünyasındaki bütün kardeşlerimi bu yıkıcı, bozguncu, aptal ve alçak kişilere itaat etmemeye çağırıyorum' diyecekti.

Şerif Hüseyin'in isyanını İngiliz casusu Lawrens'in dağıttığı altınlar sağlamıştı. Arap çöllerinde savaşan onbinlerce Türk askeri Hüseyin'in 'cihad'ı yüzünden arkadan hançerlenerek can verdi. Hüseyin ise önce krallığını, derken hiláfetini ilán etti. Ama halifeliğini kendisine bağlı birkaç kabile dışında kimseler tanımadı, sonra talihi tersine döndü ve tahtını 1924'te Suudi Arabistan'ın şimdiki hákimi olan Suudi hanedanının kurucusu İbn-i Suud'a terkedip Kıbrıs'a, oradan da Amman'a kaçmak zorunda kaldı.

Aşağıdaki kutuda, Şerif Hüseyin'in bizi dinsizlikle suçlayan bildirilerinden bazı paragraflar yeralıyor fakat bir hususu unutmamamız gerekiyor: Ortadoğu'yu kaybetmemizde Şerif Hüseyin'in bildirilerinin büyük rolü olmuştur, Hüseyin'in iddialarının üzerinden gerçi 87 sene geçmiştir ama her iki bildirinin ruhu Arap dünyasına hálá hákimdir ve Ortadoğu'nun Türkler'e bakışında o zamandan buyana hiçbirşey değişmemiştir. Dolayısıyla, Mecid Ali Süleyman'ın söylediklerini 'küstahlık' değil, Irak'a gidecek askerlerimiz için 'potansiyel bir tehlike' şeklinde yorumlamamız ve tedbirimizi de ona göre almamız gerekir.

Bu iki bildiriyle bize ‘dinsiz’ iftirası atmışlardı


ŞERİF HÜSEYİN'İN İLK BİLDİRİSİ: '...Mekke şerifleri, İslam birliğinin güçlenmesi maksadıyla Osmanlı Devleti ile yakın ilişki içerisinde bulunan Müslüman liderlerin hemen en başında yer alırlarken, Araplar da Allah'ın kitabındaki emirleri yerine getiren Osmanlı hükümdarlarına her zaman sadık kaldılar. Bunu, tarihten anlayan herkes bilir.

Ama İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin iktidarı ele geçirmesinden sonra bu durum değişti. İmparatorluğun her yanında düzensizlikler başgösterdi, özellikle son savaşa girilmesiyle, devlet de son derece tehlikeli bir duruma düştü. Kutsal topraklarda yaşayanlar bile büyük sıkıntı çeker oldular.

İttihadçılar, yaptıklarıyla yetinmeyerek Allah'ın kitabını da tahrif etmeye kalkıştılar. İmparatorluğun başkenti olan İstanbul'da yayınlanan 'İçtihad' gazetesi Sultan'ın, sadrazamın, şeyhülislámın, vezirlerin ve parlamanterlerin gözleri önünde peygamberimize hakaret etmekten çekinmedi. Kur'an'ın áyetlerini, özellikle miras hukukuyla ilgili hükümlerini bozmaya cesaret etti.

Yaptıklarını káfi görmeyen İttihadçılar, İslam'ın beş şartından biri olan oruç tutmayı da ortadan kaldırmak istediler. Mekke'de, Medine'de ve Şam'da bulunan askerlere Ramazan ayında oruç tutmamaları emredildi. Bütün Müslümanların yanısıra yabancılar da bu durumun şahididirler.

Koskoca Osmanlı İmparatorluğu Enver, Cemal ve Talat Paşa üçlüsünün eline düştü. Biz, Müslümanlar arasında bir bölünme yaratmamak için bu duruma şimdiye kadar ses çıkartmadık ve tepki göstermedik. Ama İslam ulemasının önde gelen isimleri, Cezeyri, Şahabi, Şefik el Müeyyed, Şükrü Bey, Abdülvahab, Tevfik Bey, Zaravi, Arisi ve daha birçok kişi, yargısız bir şekilde idam edildiler. Nice aileler, liderlerin serhoş vaziyette verdikleri emirlerin uygulanması neticesinde perişan oldular.

Mekkeliler'in hayatlarına ve şereflerine karşı yapılan saldırıları protesto maksadıyla düzenledikleri bir gösteride, İttihadçı bir kumandanın emriyle halkın üzerine ve Kábe'ye top ateşi açıldı. Kutsal Hacer-i Esved'in bir ve üç metre ilerisine iki mermi düştü. Kábe'nin örtüsü, bu mermiler yüzünden alev aldı. Vaziyeti gören halk, ateşi söndürmek için Kábe'nin üzerine tırmanmaya çalıştığı sırada askerler topları yeniden ateşlediler ve masum halktan birçok kişi şehid oldu. Halk günler boyu Harem-i Şerif'e giremedi ve Kábe'de namaz kılınamadı.

Hicaz halkı işte bu gibi sebeplerle ve İslam'ın geleceğini böyle kişilerin ellerine bırakmamak düşüncesiyle artık bağımsızlığını ilán etmeye karar vermiştir. Gücünü imanından ve kahramanlığından alan halkımız, yeni kahramanlıklarını tarihin sayfalarına altınla nakşedecektir! 26 Haziran 1916'

ŞERİF HÜSEYİN'İN İKİNCİ BİLDİRİSİ: '...İmparatorluk savaşa girmekle büyük hata etti. Bugün Osmanlı entellektüelleri ve aklı başında olan hiç kimse savaşa girmemizi doğru bulmuyor. Askerler Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından buyana bir cepheden ötekine gönderiliyorlar.

İktidarda bulunan İttihad ve Terakki, savaş bahanesiyle halkın üzerindeki baskılarını daha da arttırdı ve koskoca imparatorluk bu diktatörlerin şeytani emellerine álet edildi.

İttihadçılar'ın liderlerinden olan Cemal Paşa, Şam'da canının istediği kişiyi asıyor yahut vurduruyor. Orada açtığı bir gece kulübünde Şam'ın önde gelen ailelerinin kızlarını hizmetkár gibi kullandırıyor. Skandallarla dolu bu içkili umumhanede toplu seks partileri düzenleniyor ve Paşa subaylarına kendisine refakat etmelerini emrediyor. Verilen demeçlerde dini ve milli duygularımıza hakaretler ediliyor. Cemal Paşa'nın bu davranışları İslam dinine, Türk ve Arap ádetlerine saygısızlığın tam bir örneğini oluşturuyor.

İşte bu yüzden, İslam dünyasındaki bütün kardeşlerimi bu yıkıcı, bozguncu, aptal ve alçak kişilere itaat etmemeye çağırıyorum. Allah'a itaat etmeyenlere itaat edilmez! 10 Eylül 1916'

Çocuklarının hiçbiri yatağında can veremedi


ŞERİF Hüseyin 1931'de, Amman'da, sürgünde öldü. Başında bekleyenler son dakikalarında 'Osmanlı'ya kılıç çekmemeliydim' diye sayıkladığını ve liderliğini yaptığı isyanın ailesinin üzerine bir lánet, bir şeamet getirmesi endişesi içinde öldüğünü anlattılar.

Çocuklarının ve bazı torunlarının yataklarında can verememiş olması, Hüseyin'in endişesinde haklı olduğunu gösteriyordu:

Irak Kralı olan oğlu Faysal, 1933'te İsviçre'de basit bir ameliyat için hastahaneye yattı ama ameliyat masasından kalkamadı. Yerine geçen oğlu Gazi sadece altı sene hüküm sürebildi ve 1939'da bir otomobil kazasında can verdi. Gazi'nin oğlu olan İkinci Faysal ise, 1958'deki Irak ihtilálinde ailesiyle ve akrabalarıyla beraber parça parça edildi. O sırada, henüz 23 yaşındaydı.

Şerif Hüseyin'in diğer oğlu Abdullah, Ürdün tahtına oturdu ve 1951'de Kudüs'te bir suikaste kurban gitti. Abdullah'ın oğlu Talál babasının tahtında bir sene kalabildi, akli dengesini kaybettiği için tahttan indirildi, yerini Ürdün'ün şimdiki kralı olan Abdullah'ın babası Hüseyin aldı. Talál bir sene sonra İstanbul'a sürgüne yollandı. Ortaköy Şifa Yurdu'na kapatıldı, 1972'deki ölümüne kadar tam 19 sene burada yaşadı. Sabık kralın şifa yurdunun balkonuna çıkıp vakitli vakitsiz ezan okumasını Ortaköylüler hálá tebessümle hatırlarlar.
Yazarın Tüm Yazıları