Bir komutanın soruları

NİHAYET bir askerden cesur ve realist sözler işitiyorum. Fenerbahçe yönetiminden ayrıldığından beri, Atilla Kıyat Paşa’yı izlemiyordum.

Önceki gün Radikal Gazetesi’nde, Funda Özkan’ın sütununda onunla yapılan bir sohbeti okuyunca, onu ihmal ettiğimi anladım.

Çünkü yıllardır Ankara’ya yönelttiğim bazı soruların cevabını onun da aradığını gördüm.

* * *

Ben o soruları sorarken, cesur bir iş yaptığımı düşünüyordum.

O nedenle, görüşlerimi biraz ürkekçe, merak ettiğim sorular şeklinde ambalajlamıştım.

Atilla Kıyat Paşa, benden daha cesur davranıp açık açık kendi görüşü halinde anlatıyor.

Daha, Türkiye’nin ‘kırmızı çizgi’ politikaları, olmazsa olmaz doğrular olarak sunulmadan önce bir soru sormuştum:

‘Türkiye, Kuzey Irak’ta bir Kürt oluşumuna neden karşı?’

Bu çok basit soruma, henüz ikna edici bir cevap almış değilim.

Ben cevap almadım, ama Kuzey Irak’ta bu oluşum adım adım gelişiyor.

O nedenle son günlerde Ankara’dan artık ‘kırmızı çizgi’ gibi laflar işitmiyoruz.

* * *

Bir soru daha sormuştum.

‘Bir Patrikhane’nin ekümenikliğine neden karşıyız?’

Bu da bir kırmızı çizgi.

Bu soruya da Ankara’dan ikna edici bir cevap yok.

Bunun yerine, cevap olarak kaba bir provokasyon geliyor.

Yani ifade kabiliyeti kıt insanların tek cevap biçimi.

Bakın şimdi emekli bir komutan Türkiye’nin kırmızı çizgileri hakkında neler söylüyor:

* * *

‘Dış politikada da, Erdoğan ile görüştüğümüzde de anlattım. Türkiye’nin ayrı Avrupa Birliği, ayrı Kıbrıs, ayrı Irak, ABD politikası yoktur. Dış politika bir bütün olmalıdır.

Yıllar boyu korkularımızla yaşadık. Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurulacak, Ermenistan bizden tazminat alacak, sonra Kars’ı, Ardahan’ı alacak. Yunanistan Ege’yi alacak, Kıbrıs elimizden gidecek diye. Batı da hep bu korkularımızı bilerek hareket etti, yeri geldi bu korkularımızı bize karşı kullandı. 2 milyonu açlık sınırında yaşayan Ermenistan’ın bizim için bir tehlike olması mümkün mü? 3.5 milyon Kürt’ün bir devlet kurması halinde benim ülkemin vatandaşları için cazibe merkezi yaratacağının düşünülmesi bile ağırıma gidiyor. Yarın Başbakan çıksın desin ki
‘Ermenistan sınır kapısını açıyorum. Ermenistan komşum düşmanım değil.’ Kürtlere de şunu söylesin: ‘Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayım. Ama Kürt devleti kurulursa da ilk tanıyan ben olurum. Benim uzattığım eli istismar edersen, Türkiye’den toprak koparma hevesine kapılırsan da yumruğu yersin.’ Yunanistan’a dönüp, ‘Gel oturalım masaya, iki büyük devlet olarak yaşadıklarımız bize yakışmıyor. Gerginlik ne senin ne benim işime yaradı. Silah tüccarları kazandı’ desin, dünya şaşkına döner. O zaman Başbakan dünyanın oyuncaklarını elinden almış olur.

Bir ülkenin kendisini olduğundan güçlü görmesi de, gücünün farkında olmaması da tehlikelidir.’

* * *

Bu sözlerin altına ben de imza atıyorum.

Ama itiraf edeyim, bu görüşlerin emekli bir asker tarafından söylenmesi, benim söylememden çok daha etkili ve önemli.

Neticede o insan, Türkiye’nin en ciddi güvenlik meselelerinde, benden çok daha fazla bilgiye sahip.

Telaffuz ettiği her kelimenin, Türkiye’nin stratejik ihtiyaçlarında neye tekabül ettiğini iyi biliyor olması gerekir.

Ama diyeceksiniz ki o artık emekli bir subay.

Söylediğinin ne anlamı olur?

İşte ben de bu noktada Sayın Genelkurmay Başkanımıza, komuta kademesine bir soru sormak isterdim.

Acaba ordumuzun iç sistemi, komutanların bu alternatif görüşleri serbestçe ifade edebilmeleri için uygun bir iklim yaratmıyor mu?

Yoksa böyle bir iklimin ordunun iç disiplinini bozacağından mı endişe ediyorlar?

* * *

Ama böyle bir sorunun asıl muhatabı siviller olmalı.

Atilla Kıyat Paşa’nın sorduğu bu soruyu hükümet üyeleri, ‘derinlikli dış politikanın’ mimarı olduğunu ileri sürenler ve tabii ki Dışişleri kadroları çok önceden sormalıydı.

Emekli bir paşanın gösterdiği cesareti onlar neden gösteremiyor?

Yani bu soruları sormak, Amerika’ya efelenmekten, ‘A la Kaddafi’ pro-Arap politikalar izlemekten daha fazla mı cesaret istiyor?

Sanmıyorum...

Olsa olsa bir entelektüel tembellik ve ‘statükoperestlik’ten söz edebiliriz.

Ama bakın bu alternatif cesaret eksikliği nelere mal oluyor?

Hálá hayali kırmızı çizgiler üzerinde seksek oynuyoruz.

Dünün kırmızı pasaportlu ‘aşiret reisleri’ de bize efeleniyor.

Paşa’nın görüşlerini söylemek cesaret istiyor.

Ya bu efelenmelere tahammül edebilmek?

O ne istiyor?

Ben o kelimeyi telaffuz etmeyi kendime yediremiyorum.

Yedirebilenler söylesin...
Yazarın Tüm Yazıları