Bir İsrail askerinin gözlemi

LÜBNAN Meclis Başkanı Nebih Berri, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’e ilginç bir gözlemini anlatmış.

Berri, savaşın en şiddetli günlerinden birinde, televizyonda İsrailli bir askerin konuşmasını dinlemiş.

İsrailli asker, konuşmasında şunu söylemiş:

"Bizim insan olarak amacımız daha iyi bir hayat yaşamak. Bütün eğitim hayatımız boyunca, yaşamayı yücelten değerleri öğreniyoruz. Ama burada çarpıştığımız insanların hedefi, yaşamak değil, ölmek."

Gerçekten etkileyici bir tespit.

Tabii bir o kadar çarpıcı bir çelişki.

* * *

O zaman gelin şu sorunun cevabını arayalım.

Bu insani içgüdülerden hangisi daha güçlüdür?

Amacı yaşamak olan bir insan topluluğu ile tek ideali ölmek olan bir insan topluluğu savaştığı zaman kim kazanır, kim kaybeder?

Benim cevabım şu:

Kimse kazanmaz.

Lübnan’daki durum işte budur.

Dışişleri Bakanı Gül’le Beyrut’a giden bürokratları dinledim.

Dizlerine kadar çimento tozu içinde yürümüşler.

Şehrin bir bölümünde hiçbir hasar yokmuş. Ama Hizbullah’ın yerleştiği semtler yerle bir olmuş.

Ortada binden fazla can kaybı var.

Bunun 300’e yakını çocuk.

Ülkenin altyapısı tarumar olmuş.

Ama Hizbullah sokaklarda zafer çığlıkları atıyor.

Bu neyin zaferi?

Ölümün ve harabe haline gelmenin mi?

Evet, çünkü o insan, dünya kamuoyuna kendini "mazlum" olarak kabul ettirmeyi zafer olarak görüyor.

* * *

İsrail’de de bazı çevreler, ordusunu zafer kazanmış kabul ediyor.

Öyle ya, ülkeleri, Lübnan kadar tahrip olmadı.

Oysa unutmamaları gereken bir şey var.

Hizbullah 3900 füze fırlattı.

Hem de hedef ayrımı yapmadan, yoğun nüfusun bulunduğu sivil hedeflere.

Bu füzeler, Lübnan’daki kadar insanı, çocuğu öldürmediyse, bu, Hizbullah’ın merhametinden değil, teknik kabiliyet eksikliğindendi.

Yarın o teknik kabiliyeti kazanacaklar ve o zaman karşı tarafta da durum farklı olmayacak.

Yine de bir fark var.

İsrail demokratik bir ülke olduğu için, orada zafer çığlığı atsanız da kimseye yutturamıyorsunuz.

* * *

Savaşan iki taraf arasında bu kadar derin bir zihniyet farkı olduğu zaman, savaşların gerçek bilançosunu çıkarmak zorlaşıyor.

Tabii diplomasinin ezberi de bozuluyor.

Şimdi barış süreci başlayacak.

Diplomaside "win-win", yani "kazan-kazan" diye bir sözlü kural vardır.

Her iki tarafın da kazançlı çıkacağı bir çözüm modeli tasarlanır.

Oysa Lübnan’da bu kural tersine döndü.

Yani "lose-lose" (kaybet-kaybet) haline geldi.

Kaybettikçe, mazlumiyeti arttıkça zafere ulaştığına inanan bir zihniyetle nasıl savaşacaksınız ki?

* * *

İran, 1980’lerdeki Irak savaşından şöyle bir sonuçla çıkmıştı:

Ülke en az 20 yıl geriye gitmiş.

Altyapısı yerle bir olmuş, halkı perişan, ortada binlerce ölü ve sakat.

Ama Tahran sokaklarında zafer çığlıkları atılıyor.

Basit bir propaganda mı?

Hayır.

İran; mazlumiyeti, acı çekmeyi zafere tahvil eden bir inançla yönetiliyor.

Orada her ceset, kopan her bacak, yıkılan her ev, amaca hizmet eden bir mazlumiyet nişanı.

Sonuç:

Cenazeler ve harabeler üzerinde yükselen zafer işaretleri, bu bölgede işimizin çok zor olduğunu gösteriyor.
Yazarın Tüm Yazıları