Bir fotoğraftan artakalan

YIL 1952 veya 53 olmalı. Bu fotoğraf İzmir’in İnciraltı semtinde çekildi.

Fotoğraftaki kadınların ve çocukların hepsi, benim ailemin üyeleri.

Annem, halam, yengem, henüz hepsi genç ve güzel kadınlar.

Babaannem her zamanki gibi siyah başörtüsü ile.

Fotoğraf hafta içinde çekilmiş.

Bu demektir ki, erkekler işte.

Kadınlar, çocukları da alıp, hep birlikte eğlenmeye gelmişler.
Bir fotoğraftan artakalan
* * *

Masanın üzerinde tencereler ve üzüm tabakları görülüyor.

Belli ki, herkes evde bir şeyler hazırlayıp getirmiş.

Burası rahmetli babamın bana ilk birayı tattırdığı gazino.

İlk boğulma tehlikesini, işte o gazinonun önündeki denizde geçirmiştim.

Babaannem, halam ve annem Kırcaali’de dünyaya gelmişler.

Önce Akhisar...

Sonra evlenip, Kahramanlar semtine yerleşmişler.

Henüz 6-7 Eylül olmamış.

27 Mayıs ufukta yok.

Ne türban meselesi var, ne Kürt sorunu.

Ergenekon sadece bir Türk efsanesi.

Türkiye paramparça olmamış.

İnsanlar varlıklı değil, ama mutlu.

* * *

Halam Fatma Yakalı’yı, geçen perşembe akşamı kaybettik.

Ölümünden kısa süre önce üç çocuğunu yanına çağırdı.

Onlara tek vasiyetini iletti:

"Birbirinizi hep seveceksiniz, hep yardım edeceksiniz."

Sonra derin bir uykuya daldı.

Uykusu kısa sürdü.

Baba tarafımın son üyesi bize işte böyle veda etti.

Halam çok neşeli bir kadındı.

Gözlerinin içi gülerdi.

Ailemin bütün kadınları gibi, evin gerçek lideri oydu.

Genç yaşta evlenen anneme ablalık yapmıştı.

* * *

Onu cuma günü ikindi namazında, Urla çarşısındaki camiden uğurladık.

Küçük ve güzel bir camiydi.

Yakınları, arkadaşları, mahalle komşuları caminin avlusundaki ağaçların altında oturup sohbet ediyordu.

Caminin avlusu güzel, iç açıcı bir kır kahvesi gibiydi.

Sonra hoca avluya çıktı ve cenazenin başına geçti.

Bekleyen kadınların hemen hepsi kalkıp, namazda saf tutan insanların arasına karıştı.

Kadınlar çok tabii şekilde saf tuttu.

Erkekler ise hiç yadırgamadı.

Halamın cenaze namazı işte böyle, onun tükenmeyen neşesinin aynadaki sureti gibi kılındı.

* * *

O gün orada, yakınlarımı yeniden keşfettim.

Halamın oğlu Tuncay’ın, ikinci kuşağın en büyük ferdi olarak bizlere ne kadar güven verdiğini hissettim.

Kızı Mürüvvet’in yüzünün ne kadar güzel ve huzur verici olduğunu fark ettim.

Onun neşe geleneğini sürdüren küçük kızı Berrin’in halama ne kadar benzediğini de fark ettim.

Bir de Kırcaali kuşağından geriye sadece annemin kaldığını...

O gün Ege’de hava çok sıcaktı.

Aşağılarda Urla İskelesi ve Çeşmealtı, Türkiye’nin güzel panoraması olarak uzanıp gidiyordu.

Urla çarşısında hayat bütün sahiciliğiyle devam ediyordu.

Halamın naaşı musalla taşında öyle duruyordu.

O avluda sevgi vardı, aile bağları vardı, arkadaşlıklar, komşuluklar ve huzur vardı.

Ama ölüm yoktu.

Geriye, 1952 yılında İnciraltı’nda çekilen fotoğraftaki enstantane kalmıştı.

Mütevazı insanların mutluluğu ve henüz parçalanmamış ruhları...
Yazarın Tüm Yazıları