Bir erdem anıtı:Aydın Güven Gürkan

BİR siyasetçiyi nasıl değerlendireceğiz?

Öncelikle onun ideolojisine mi bakacağız?

"Solcu" olması yeterli mi olacak?

Ya da "sağcı" olması?

"Katı Kemalist" takılıyorsa "Aferin" mi diyeceğiz?

Ya da "Dindarım" diyorsa bizim için sorun bitecek mi?

"Milliyetçi" ise hiç sorgulamadan "Tamam, bu bizden" mi diyeceğiz?

Ya da "Sosyalistim" diyorsa hiç kuşku duymadan peşine mi düşeceğiz?

Hayır! Asla!

Bir siyasetçi ideolojisi ne olursa olsun öncelikle "Erdemli" olacak.

Hangi ideolojinin destekçisi olursa olsun, öncelikle bizde derin bir saygı uyandıracak.

Diyeceğiz ki:

Bu adam iyi bir insandır. Elinden, dilinden kimseye zarar gelmez.

Hırslarına yenik düşmemiştir.

Gelişmiş bir utanma hissiyle dopdoludur.

İlkeleri için gerektiğinde bütün koltukları elinin tersiyle iter.

İtimat telkin eder!

Emanete hıyanetlik etmez.

Arkadan vurmaz.

Önyargı bataklığına batmamıştır.

Evet, bunları diyeceğiz...

İdeoloji mi?

İdeoloji bütün bunlardan sonra gelecek...

Aydın Güven Gürkan benim için şu yalan dünyada "Erdemli siyasetçiler" sınıfının "sınıf başkanı" idi.

Adını duyduğumda "Derin bir saygı" hissiyle dopdolu olurdum...

Ölüm haberini aldığımda duyduğum derin üzüntünün temel nedeni de budur.

Şunu söylemek isterim:

"Kaç kişiydiler... Bak kaç kişi kaldılar şimdi?"

Ulusal katilimizin Yalçın Küçük merakı

MEHMET Ali Ağca yakalandıktan sonra poliste yaptığı açıklamada ne demiş?

Şunu demiş:

"Sabetayist ve satanist güç odakları beni tekrar cezaevine gönderdiler. Bunlar gerçekleri de söylememi istemiyorlar."

Peki Ağca, hesap hatasından kaynaklanan sekiz günlük özgürlük döneminde hangi kitabı okumuş?

Kardeşi Adnan Ağca’nın açıklamasından aktaralım:

Yalçın Küçük’ün "Tekelistan" adlı kitabını okumuş.

Peki Adnan Ağca hapishane önünde ne diyordu?

"Abdi İpekçi kimin adamıdır... Araştırılsın."

Demek ki neymiş?

O meşhur (!) profesör...

O mukaddesatçı provokatör...

O kitapları çok satsın diye onun bunun soyu sopuyla uğraşan adam...

Bütün bunlar Ağca’ya "süper uygun" bir ortam hazırlamışlar.

"Abdi İpekçi’yi neden öldürdün?" soruları karşısında işi deliliğe vurup, "Ben Tanrı’nın oğlu değilim, ben Mesih’im" filen diyerek saçmalayan Ağca, Sabetay avcılığı bu hızla devam ederse sorunun yanıtını şöyle verebilir:

"O bir Sabetayist idi, onun için vurdum."

Huysuz Virjin’in düştüğü an

EVDE oturmuş, "Bir kanalda iki saniyeden fazla durmama" prensibine yaslanarak çılgınca zap yapıp "Televizyon Makinası"nın başlamasını bekliyordum...

Hızlı geçişlerden birinde Kanal D’de "Benimle Dans Eder misin?" yarışmasının sunuculuğunu yapan Huysuz Virjin’in birdenbire düştüğünü görmeyeyim mi?

"Başka insanların trajedisi çeker bizi" ilkesinin doğruluğunu kanıtlarcasına televizyonun sesini biraz daha açtım, dikkatimi ekrana yönelttim.

Gördüğüm şuydu:

Dans pistinin üstüne boylu boyunca uzanmış bir Huysuz Virjin...

Etrafta ise gülüşmeler, "Şaka yapıyor" sesleri...

Ancak ilk şaşkınlığın atlatılmasının ardından iki üç saniye içinde "Şaka yapmıyor... Ambulans çağırın" filan tarzı kaygılı haykırışlar...

Ve reklama dönüş...

Moralim bozulmuştu.

"Hayatın kısalığı, sanatın uzunluğu" meselesinden tutun da "Herkesi güldürmek zorunda olan zavallı palyaçonun aslında ne büyük kederlerle dopdolu olduğu" klişesine kadar ilgili ilgisiz birçok çağrışım beynimde uçuştu...

Sonra program yeniden başladı...

Huysuz ayaktaydı... Bu bir parça moralimi düzeltti.

Ancak ayakta zor duruyordu ve buna rağmen programı sürdürmeye çalışıyordu.

Bu durumsa sinirlerimi bozdu...

"Bakalım ne olacak? Yine düşecek mi?" diye seyretmeyi acayip müstehcen buldum ve başka bir kanala geçiverdim.
Yazarın Tüm Yazıları