Bir efsaneydi o Beta

Güncelleme Tarihi:

Bir efsaneydi o Beta
Oluşturulma Tarihi: Aralık 30, 2003 17:34

Yıllar var ki Yılbaşı gecesi benim için bir keyif vesilesi değil, bir iç üzüntüsü. Ben Yılbaşı gecesi, bırakın içkili müzikli bir yere gitmeyi, arkadaşlarımla toplanmayı bile sevmem. Eskiden büyüklerimizle bir araya gelirdik, televizyonda TRT ne verirse seyrederdik, Nesrin Topkapı göbeğini attı mı, gözümüz artık yatağa bakardı.

Haberin Devamı

Ara sıra arkadaşların evinde toplandığımız da olurdu. Bunların kimi iyi, kimi kötü hatıralardır. Mesela 1977 yılbaşı çok keyifsiz geçmişti benim için, halbuki Ayşe Teyzem’in kestaneli hindisi muhteşemdi. Ama ben günümde değildim. Sebebi vardı.

1978 yılbaşı, 1979... Neyse, boşverin. Kars’ta, Allah selamet versin Sami Üsteğmen’le birlikte kışlada geçirdiğim 1984 yılbaşını da bir kenara bırakın...

Biz daha eskilere, daha güzel günlere gidelim...

Beceren’in altında, Uludağ’ın tek diskosuydu Beta. Sonra, Büyük Otel’in altında bir tane daha açıldı. Adını unuttum. 77’den sonra Uludağ’a gitmek nasip olmadı zaten bir daha.

Haftalık cep harçlığımızın taş çatlasa 125 papel olduğu günlerdi. Yanılmıyorsam, Otel Fahri’de de tam pansiyon 125 liraydı. (Fahri Amca bize biraz “iyilik” de yapardı üstüne...)

Haberin Devamı

Yani, babamızın bizi Noel’de, Paskalya’da (yabancı okulların böyle bir ayrıcalığı vardır) yani senede bir iki defa Uludağ’a gönderebildiği günlerdi.

Sonradan, Ecevit iktidara geldi de matematiğimiz şaştı, Uludağ bize hayal oldu...

Dört beş arkadaş bir odaya tıkışırdık. Fahri’nin odaları sevimli, yemekleri mükemmel, rezervasyondan Ali Abi kaşgöz eder, Fahri Amca’nın oğlu, arkadaşımız Ercü torpil yapar, şimdi adını unuttum şef garson bizi kollar, her yemekten ikişer porsiyonu mideye indirirdik.

Zımba gibi delikanlılardık o zaman.

Ve Allah insana gençlikte güç veriyor demek ki, sabah 9’da kayağa çıkar, akşam hava kararana kadar hiç durmadan kayar, akşam yemeğinden sonra Uludağ’ın tek buluşma yeri, tek diskosu Beta’ya atardık kendimizi. Sabah 3’e, 4’e kadar tepişir, sonra otel odasında en az bir saat gecenin yorumunu ve dedikodusunu yapar, iki üç saat uykuyla sabah yine dağlara vururduk kendimizi. Böyle dört gün, beş gün...

Dayanırdık.

Ama Beta’ya gidiş o kadar kolay değildi elbet.

Akşam yemeğinden sonra biraz dinlerilir, herkes duşunu yapar, saçını tarar, delikanlılar havada uçan sineği öldürecek kadar Brut de Fabergé, Aramis yahut Pino ile banyo yapar; kızlar saatler boyunca ayna karşısında süslenir, o kazağı giyip bu gömleği çıkarır... ve vakti geldiğinde Beta’nın yolu tutulurdu.

Haberin Devamı

Bir efsaneydi o Beta !

Hani derler ya, dili olsa da anlatsa!

Benim anlatmayacağımdan emin olabilirsiniz!

(Allah kahretsin, ben bunları yazarken teypten Mazhar’ın sesini duydum birden. “Her şey çok güzel olacak” albümünden bir şarkı söylüyor. Söylüyor da, diyor ki... Bir zamanlar fırtınalar estirirdim / Eskisi gibi değilim şimdi, değiştim / Kumarım yoktur, kavga etmem / Her gece barlara gitmem / Ne bileyim ben... Ne bilirsen bil be Mazhar, moralini bozma adamın!)

Bir yılbaşı gecesiydi. Saturday Night Fever misali hazırlanıp, öyle kek gibi erken gitmemek için kendimizi çok sıkmış, nihayet onda, on birde Beta’da buluşmuştuk.

Gece saat ilerledi, heyecanla 12’yi bekliyoruz, herkes gözüne kestirdiğine “Mutlu yıllar” ayağına dalacak...

Haberin Devamı

Birden...

Birden Beta’nın kapısı açıldı, her kapı açıldığında kimin girdiğini görmemiz lazım ya (gündüzden gözümüze kestirdiğimiz kızlar, kızların hoşlaştığı delikanlılar var, sonra kim kiminle... önemli yani!) hepimiz kapıya döndük.

Dışarısı içeriden aydınlık, giren gölgede kalıyor, yüzü seçilmiyor. Ama bu sonuncunun belindeki tabanca, ayağındaki postallar ve başındaki vizyerli kasket fena halde tanıdık. Uludağ’ın efsane jandarma başçavuşu, adını unuttum ya Sadık ya Sıtkı Başçavuş olacak!

İlk defa diskoya jandarma girdiğini görüyoruz, önde dört kazıklı, kapıyı tutan iki de er!

İçerisi zifirî daha doğrusu kızıl karanlık. Dönen aynalı ışıklar, çakan spotlar kör ediyor insanı. Balık istifi var Beta’da. İnsanları seçmek zor. Çoğu floresanlı ışıkta parlamak için beyazlı. Koltuk, iskemle filan yok, herkes kucak kucağa kırmızı halılara çökmüş vaziyette, pist tıklım tıklım.

Haberin Devamı

Dans edenler, yerlere serilenler, elinde içkisiyle gezinenler, köşe bucakta öpüşüp koklaşanlar herkes, çaktırmadan, göz ucuyla kapıdaki jandarmayı süzüyor. Endişeyle...

Birden...

Birden, Başçavuş, elindeki kocaman askeri elfenerinin düğmesine bastı. Karanlığın içinde tehditkar bir şekilde ışık hüzmesini gezdirmeye başladı. Nazi toplama kamplarının o meşhur projektörleri misali.

Bir taraftan da Deep Purple’ın Smoke on the water’ını bastırmaya çalışarak bağırıyor:

- Sen, çek elini kızın omzundan!
- Hop hop, ayrılın bakayım...
- N’apıyosunuz lan siz o köşeye saklanmış!
- Kızım düzgün otur, toparlan bakayım biraz, annen baban yok mu senin!

Biz İstanbullu çocukların “candarma” ile bir dağda ilk karşılaşmamızdı. Arkası gelecekti.

Haberin Devamı

*


Hasılı bir efsaneydi Beta.

Ve biz gençtik.

Zımba gibi!

Yılbaşı yılbaşına benzerdi o zaman...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!