Salma Hayek’in 2002 yılında hem yapımcılığını, hem oyunculuğunu üstlendiği ‘Frida’ filminden sonra daha da efsaneleşen ressamın hayatını bilmeyen yok gibi ama yine de hatırlatayım.
Frida’nın kendisi, Meksika’da devrim yılı olan 1910 yılında doğduğunu iddia etse bile doğum tarihi 6 Temmuz 1907.
Babası Alman bir göçmen, annesi Meksikalı yerlilerle karışmış İspanyol bir aileden.
Frida’nın ilk talihsizliği, henüz altı yaşında iken geçirdiği çocuk felci.
Bir bacağının diğerine göre daha ince olmasına yol açan hastalık nedeniyle, ressam hayatı boyunca uzun etekler giymek zorunda kalmış.
Bacaklarının göründüğü nadir fotoğraflarda ise sakat olanını gizlemeyi becermiş.
Fotoğrafçı babasının ‘çocuklarımın en zekisi’ diye övündüğü Frida daima herkesten farklı olmuş.
Farklılığını giyimiyle, konuşmasıyla, davranışlarıyla ortaya koymuş.
ARKADAŞLARI HEP ERKEK
Arkadaşlarını daima erkeklerin arasından seçmiş.
Babası üniversiteye gitmesine karar verdiğinde, Frida 300 erkek arasındaki beş kızdan biri.
18 yaşında hayalinde tıp okumak var.
Bir de sevgilisi Alejandro Gomez Arias ile uzaklara çok uzaklara kaçmak.
Alejandro ile kaçma hayalleri, bindiği otobüsün bir tramvay tarafından biçilmesi ve omuriliğinden feci bir şekilde yaralanmasıyla son buluyor.
Ölünceye kadar çektiği fiziksel acılara neden olan kazadan dört yıl sonra, Frida’nın hayatına ressam Diego Rivera giriyor.
‘Hayatımdaki ikinci kaza’ dediği dev cüsseli Diego Rivera ile 1929 yılında evleniyor.
Baba Kahlo’nun deyişiyle ‘güvercinle filin’ evliliği bu.
TUVALDE HAYATI DURUYOR
Modern Tate’deki sergi, evlilikten sonra çiftin neler yaşadığını bilmeyenler için bir rehber niteliğinde.
Diego Rivera’nın ihanetleri, Frida’nın kıskançlığı, ihanetler nedeniyle çektiği ıstırap, düşük yapması, ressamın fırçasıyla hep karşınızda. Frida Kahlo’nun duyguları sürrealist tablolara dönüşürken, kendi yüzü hepsinde aynı. Dünyaya merakla bakan, sorgulayan iki çift kara göz, burun hizasında birleşen kalın kaşlar ve kırmızı etli dudaklar.
Çift, bir yıl sonra yeniden evlenmek üzere 1939’da boşanıyor. İkinci birlikteliklerinde Frida’nın tablolarındaki çarpıcı şey şu:
Şimdiye kadar resimlerinde hep yan yana olduğu Diego artık alnında ve kucağında.
Ona aşkı öylesine büyümüş, benliğini öylesine kaplamış ki, ya onu alnında üçüncü bir göz gibi taşıyor ya da kucağında hiç sahip olamadığı bebeği gibi tutuyor.
‘Diego olmadan ben yaşayamam. O benim her şeyim; annem, babam, sevgilim, arkadaşım, oğlum, dünyam’ diyen Frida 1954’te hayata veda ediyor.
Yüreğinde 25 yıl canlı tuttuğu ‘Diego’ tutkusuyla birlikte.