Berlusconi'li Avrupa yolu

FARKINDA mısınız? Son zamanlarda bir imaj kampanyası iyice etkili olmaya başladı. Avrupa Birliği ile ilgili her konuyu artık biz sadece iki başbakanın, Erdoğan ve Berlusconi'nin yakın dostlukları açısından değerlendirir olduk.Birinci Körfez Savaşı'nı Özal-Bush ahbapçavuşluğu çerçevesinde değerlendirdiğimiz gibi. ‘‘Senli-benli’’ konuşmalar, birbirine küçük isimleriyle hitaplar filan. Ama, bunun içi doldurulmadıkça ne kadar kof bir ‘‘medyatik’’ çerçeve olduğunu Birinci Körfez Savaşı'nın sonuçlarına baktığımızda anlıyoruz. Roma'da gerçekleşen Hükümetlerarası Konferans'a katılan Başbakan Erdoğan, Berlusconi ile yine samimi pozlar vererek bu imajı güçlendiriyor. Ama Kopenhag'ı unutmayalım. Kopenhag Zirvesi'nde geçtiğimiz aralık ayında, Berlusconi sabah, Türkiye'ye tarih verilmesi için ‘‘savaşacağını’’ söylemişti. Ama tavır değiştirmesi uzun sürmedi. AB esas üyelerinin öğle yemeğinde Washington'un Türkiye için devreye girmesini eleştiren başta Fransa diğer üyelerin eleştirilerine katılmış, akşamki görüşmede ise ‘‘Türkiye'ye tarih vermek için erken olduğunu’’ söyleyenlerin safında yer almıştı. İşte Berlusconi'nin övgülerini ve vaatlerini dinlerken Kopenhag'ı akıldan çıkartmamalıyız.İtalyan Başbakanı bunu sadece, Aria sorununu çözmek için aktif olarak devreye girmiş olduğu Türkiye için yapmış değil. Onun huyu bu. Irak savaşı öncesi, Washington'da Saddam'ın nükleer silahlara sahip olmasının yarattığı tehlikeler konusunda Bush ile görüş birliği içinde olduğunu söylemiş, ardından Rusya'da Putin ile buluştuğunda ‘‘bu iddiaya inanmıyorum’’ diyebilmişti. Avrupa Anayasası'nın tartışıldığı Hükümetlerarası Konferans nedeniyle bunları hatırlatmak istedim. Hükümetlerarası Konferans'a Türkiye'nin gözlemci üye olarak davet edilmesi gerçekten önemli. Çünkü, müzakerelere başlanmadığı gerekçesiyle Türkiye'yi uzak tutmak isteyenler vardı ve bu katılım İtalya'nın Dönem Başkanlığı sayesinde gerçekleşti. Ama, vaatlerle hayallere kapılmamak için Avrupa Birliği ile ilişkilerde, ölçüyü kaçırmamak ve şeffaflık çok önemli. * * *HÜKÜMETLERARASI Konferans, tahmin edildiği gibi kimseyi memnun etmeden sonuçlandı. Avrupa Birliği'nin eski ve güçlü ülkelerinin ağırlık koymalarına olanak tanıyan anayasa taslağı özellikle İskandinav ülkeleri ve yeni üyeler tarafından eleştiriliyor. Başkanlığın rotasyon ile değişimi yerine, güçlü bir Başkan, bir dışişleri bakanı ve ortak savunma mekanizması öngören anayasa taslağında ayrıca kararların oy çoğunluğu ile alınması gibi veto yetkisini kısıtlayan önlemler var. AB komisyonunun sadece 15 üyeden oluşması, üyelerin hepsinin bu en üst yönetim merciinde temsil edilmemeleri Avrupa Birliği'nin yeni üyelerini rahatsız eden konulardan. Din meselesi de henüz tartışmalı. İtalyan Dışişleri Bakanı Frattini bile, Avrupa'nın Yahudi ve Hıristiyan kültüründen söz ediyor ve bu durumun anayasada yer almasının farklı inançların yok sayılacağı anlamına gelmediğini savunuyor. Anayasa hazırlıklarının başında bulunan Giscard D'Estaing'in ‘‘Metinde köklü değişikliklere giderseniz dengeyi bozarsınız’’ uyarılarına rağmen Polonya, İspanya ve Malta hálá bu konuda ısrarcı görünüyorlar. Avrupa'nın yeni Anayasa'sına Türkiye açısından baktığımda, şimdilik en azından, Avrupa Parlamentosu'nda üye ülkelerin sandalye sayısını yeniden belirleyen ve genişlemenin Komisyon'a hasıl yansıtılacağını düzenleyen ve Türkiye'yi hesaba katmadan hazırlanan Nice Antlaşması'nın sulandırılmış olması dikkatimi çekiyor. * * * AVRUPA Birliği, Türkiye'ye gerçekten ‘‘hayranlık’’ mı duyuyor? Genişlemenin ağır yükünün altından kalkmaya çalışan Avrupa'dan gelen bu açıklamaların gerçekliği, ilerleme raporlarına ve sonuçlara yansımadıkça anlamı yok. İç siyasete yönelik mesajlar olmaktan ileri gidemez. Biz, övgülere değil, yapmamız ve yapılması gerekenlere bakalım.
Yazarın Tüm Yazıları